hd porno porno hd porno porno

Category: Sizden Gelenler

Özel eğitimci olmak da böyledir.

black filmiBlack Filmi İzle
http://www.youtube.com/watch?v=x2WOup29JwM
Eğitimci Olmak

Öğretmen okulun ilk gününde, 5. Sınıfın önünde dururken, çocuklara bir yalan söyledi. Çoğu öğretmen gibi, öğrencilerine baktı ve hepsini aynı derecede sevdiğini söyledi. Devamını Oku

Azmin tek kollu zaferi!!!


 AZİM

Japon çocuğun tek hayali çok ünlü bir karateci olmaktı. Fakat ailesi buna izin vermezdi. Bir gün talihsiz bir kaza sonucu çocuk sol kolunu kaybetti.
Ailesi çocuğun moralinin çok kötü olduğunu görünce ona bir karate hocası tuttu. Hoca ilk dersinde çocuğa karsısındakini sağ koluyla tutup üstünden savurmayı gösterdi. Hatta ikinci, üçüncü ve sonraki bütün derslerde hep aynı hareketi yapıyorlardı.
Çocuk bir gün hocasına “hocam ben çok sıkıldım, artık başka hareketlere geçsek” dedi. Hoca ise bunu kabul etmeyerek dünyada bu işi en hızlı yapan kişi olmadıkça bitirmeyeceğini söyledi. Çocuk o kadar hızlanmıştı ki, hocasını bile göz açıp kapayıncaya kadar yerden yere vuruyordu. Bir gün hoca elinde bir kağıtla geldi kağıtta çocuğun gençler karate şampiyonasına katılabileceği yazıyordu.
Çocuk çok şaşırdı. Ertesi gün salonda ilk rakibinin karşısına çıkacakken heyecanla hocasına sordu, “hocam bu iş nasıl olur? Ben sadece tek hareket biliyorum kesin kaybederim” Hocası ise “sen sadece hareketi yap” cevabını verdi.
Çocuk ringe çıktı ve hareketiyle rakibini eledi. Hatta tek hareketle finale kadar çıktı. Finalde karşısında kendisinin iki katı birisi vardı. Önce çok korktu ama gene bildiği hareketi yaparak son rakibini de yendi ve şampiyon oldu.
Sevinçle hocasının yanına koştu ve sordu “hocam nasıl olur anlamıyorum, sadece bir hareket biliyorum, tek kolluyum ve şampiyon oldum” Hocası çocuğa baktı ve dedi ki, “senin yaptığın hareket karatedeki en zor hareketlerden biridir.

Ve bir tek savunması vardır o da, rakibin sol kolunu tutmak”.

nasıl görüyoruz Allah’ın en büyük nimeti OKSİBİTAL LOB

 



Görme duyusuyla ilgili bilgilerin işlendiği lob’dur.     Hafif zarar görmesi halüsinasyonlara sebep olur. Nesneleri görme, hareket, renk, uzunluğu hakkında bilgi alır.
Birincil görme alanı:
Görmenin gerçekleştiği alandır.
İkincil görme alanı:
Diğer loblarla bilgi alış-verişi yapan, birleştirici yolların geçtiği, yorumlamak için gerekli olan alandır.

•   Görme Sistemi
•   Görme yetisi, göz yuvarlağının içindeki ve dışındaki yapıların hareketlerine bağlıdır. Bir nesneye baktığımızda, ışık ışınları gözün saydam tabakasına yansır. Işınlar, saydam tabaka, göz merceği ve göz içi sıvısınca eğilip bükülür, kırılır ve odaklanır. Göz merceğinin görevi, ışınların ağtabaka (retina) üzerinde keskin bir biçimde odaklanmasını sağlamaktır. Ağtabakada, nesnenin baş aşağı bir görüntüsü oluşur. Işınlar ağtabakada elektrik akımlarına dönüştürülür ve görme siniri aracılığıyla beyne iletilir. Görsel veriler, beyinde, oksipital lob, yanal loblar ve parietal lobda işlenir.
Göz yuvarlağının arka kısmında bulunan retinaya ışık düşünce görme sinileri uyarılır ve burada elektrokimyasal enerji oluşur.Sinir uyarımı optik sinir boyunca akar optik klasmadan geçerek görsel beyin kabuğuna ulaşır. Optik klasma görsel sinirlerin çapraz olarak bağlandığı özel bir bölgedir. Her iki gözün buruna yakın olan retinasından çıkan sinir uçları o gözün öbür tarafındaki yarı-küreye gider. Şakak kısmındaki retinadan çıkan görme sinirleri ise gözün bulunduğu yarı-küreye gider.
•   OKSİBİTAL LOB KÖKENLİ PARSİYEL EPİLEPSİ NÖBETLERİ
Genellikle görsel ;negatif veya pozitif elementer veya kopmleks olabilen belirtilerle giden nöbetlerdir. Bu fenomenler tek yanlı olduğunda foküsün genellikle kontralateralinde rastlanırlar.
•   İktal körlük sık olarak görülür migrenle ilişkisi konusu tartışılmaktadır.
•   Elementer vizüel halüsinasyonlar ve kompleks vizüel halüsinasyonlar çok çeşitli formlarda nöbet semptomu olarak karşımıza çıkabilirler epileptik orijinli olduklarında genellikle kısa sürelidirler ve hasta bunların gerçek olmadığının bilincindedir.
•   Epileptik nistagmusun pariyeto-oksibital korteksten kaynaklandığı gösterilmiştir. Gözlerin karşı tarafa dönmesi , göz kırpma ve gözlerde hareket hissi oksibital lob nöbet semptomları olarak görülmektedir.

İSLAMDA EĞİTİM

İSLAMDA EĞİTİM Yazar : Bayraktar BAYRAKLIYayınevi : M.Ü. İlahiyat FakültesiBaskı : İstanbul / 1989 / 304 shf. Milli Eğitimimiz, bir bunalım devri geçirmekte; ilkokuldan üniversiteye kadar bütün eğitim kurumlarında bir dejene-rasyon havası esmektedir. Bütün müesseselerde eğitim iyice gevşemiş, öğretmenlerle öğrenciler çok yerde birbi-rinden kopmuş, hatta birbirine düşman olmuş, bazı okullarda eğitim görevi hiç yapılmaz hale gelmiştir. Tarihimizin hiçbir devrinde eğitimin bu kadar yozlaşmaya yüz tuttuğu görülmemiştir. Bu durumdan kurtulmamızın çaresi nedir? Eğitimcilerimizin çoğu çareyi Batı eğitim sistemlerinde aramakta; Avrupa’lı, Amerika’lı pedagogların fikirlerini savun maktadırlar. Yakın tarihimizde Batı eğitim sistemi istikametinde geçirdiğimiz tecrübelerden, giriştiğimiz uygulama-lardan beklediğimiz müsbet sonuç elde edilememiştir. Aksine, öğretmen-öğrenci çatışmaları, genç nesillerin birbiri-ne düşman olmaları gibi eğitim tarihimizde hiç görülmemiş felaketler ortaya çıkmıştır. O halde, nazariyeyi değiştir-mek, tarihimizi yapan fikir ve kültür sistemine, kendi eserimize, kendi benliğimize dönmek mecburiyetindeyiz.Bizim kültürümüzün, terbiye sistemimizin mayası İslamiyet’tir, İslamiyet’in getirdiği değerlerdir. Bütün dünyayı etkileyen eğitim sistemlerinde, eğitim nazariyelerinde ve eğitim felsefelerinde fazilet namına ne kadar müsbet ilke, fikir ve iddia varsa hepsi İslamiyetin eğitimimize getirdiği değerlerde mevcuttur.İslam terbiyesi rasyonel bir işleyiştir. Bu terbiye dünya eğitimcilerini bir noktada toplayacak, birleştirecek ilmi gerçeklerle doludur. Terbiyede, hareket noktasını ve gelişme sürecini; terbiye ilminin stratejisini, mekanizmasını, ahlaki boyutlarını İs-lam eğitimcileri ortaya koymuşlardır. Gazali, Farabi, Burhaneddin Zernuci, İbn Sina, İbn Rüşd, Yusuf Has Hacib, Muhammed Kutub gibi filozof ve bilginler İslam terbiye sistemi içinde yetişmişler, hür düşünceyi ve ilmi müdafaa etmişlerdir.Dünya eğitimcileri terbiyenin nihai amacını “iyi vatandaş yetiştirmek” şeklinde ifade ederler. İslam’da terbiyenin nihai amacı iyi insan yetiştirmektir. İslami eğitim ilkelerinde kişiyi bütünüyle ve her yönüyle ele almak ve çoğunun fıtratına uygun bir eğitim usulü uygula-mak öngörülmüştür. Çağdaş psikolojinin görüşü ve modern pedagojinin iddiası da bu istikamettedir. İslam terbiye-cilerinin görüşlerine göre ruhi hayat zaman içinde değişken ve esnek bir özellik gösterir. İşte ruhun bu özelliğidir ki; eğitime imkan kazandırır. Eğitim dünyasında bu fikri benimsemeyen yoktur.İnsanı yalnız maddi yapısı, fizyolojik özellikleri ile niteleyenler eğitimin yarım kalmasına sebep olmuşlardır. Maddeci idealizmde de eğitim açısından yarım kalmış bir uygulama egemendir. “üretim için eğitim”,”Üretim içinde eğitim”,”Zihni mükemmeliyet yerine ekonomik verim” ilkelerini ileri sürenler aynı şekilde hataya düşmüşler, eğitimin kültürel ve ahlaki boyutlarını çiğnemişlerdir. İslam terbiyesi, bütün teferruatı ile müsbet bir bütünlük arzeder. İslam terbiyesinde boş zaman yoktur. İslam terbiye usulü, zamanı bedenin ve ruhun ihtiyaçlarına göre doldurmuş ve değerlendirmiştir. İslamiyet insanı yalnız ibadetle görevlendirmez; insan hayatında ibadet kadar işin, iş kadar dinlenmenin ve eğlenmenin de yeri vardır. İslam terbiyesindeki hedeflere göre, Allah adı ile yapılan her meşru iş, Allah yoluna götüren her hareket ve ahlaki davranış ibadettir. Allah’la, dinle ilgisi kesilmiş kimselerin ruhunda öyle bir ağırlaşma, soğuma ve taşlaşma olur ki, bu hal giderek kişiyi adi bir yaratık haline getirir ve intihar psikolojisinin içine sokar. İnsan ruh ve beden unsurlarından oluşan bir terkiptir. Bu terkip, kainatı temsil eden bir özelliğe ve dünyayı etkileyecek bir güce sahiptir.”İnsan kainatın en mükemmel sentezidir.” Zira: “İnsan en güzel surette yaratılmıştır.”Eşref-i mahlukattır. İslam, insana en yüksek değeri vermiştir ve insan sevgisini eğitimde prensip olarak vermiştir.İslam terbiyesinde faaliyet (aktiflik) esas alınmıştır. Hayatın devamı, gelişmesi ve yükselmesi faaliyet ve mücadele ile mümkündür. “Hayat mücadeleden ibarettir.”İnsan içinde yaşadığı dünyayı ve kainatı tanıyacak, öğrenecektir. Nimet ve hikmetlerden istifade edecektir. Eğitimin en muteber hedeflerinden biri de budur. Tembellik, uyuşukluk, zamanı boş geçirmek Allah’ın nimetlerine sırt çevirmektir. Kainatın kanunlarını ve sırlarını araştıran, tanıtan, hayat şartlarını kolaylaştıran ve yükselten kişiler, Allah’ın nimetlerini insanlığın istifadesine arzetmiş olmanın bahtiyarlığı içinde mesutturlar.Allah’ın insana verdiği ruh ve beden gücü öyle bir nimettir ki, insan bu nimet ve himmetle dünyayı idare etme ve yükselme payesini kazanmıştır.İslam eğitiminde itidal, ahenk ve denge hakimdir. Kişinin birbirine zıt çeşitli arzularıyla sosyal talep ve idealler arasında ilgiler bulması, yetişen nesillerin, yetişmekte olan nesillerle ve bütün devirlerle ilişki kurması, ahenk, itidal ve denge nizamının gereğidir.Toplum içinde birbiriyle çatışan fertler, gruplar ve nesiller, ahenk, itidal ve denge nizamından uzaklaşmanın huzursuzluğu içinde perişan olmaya mahkumdurlar. İslam terbiyesinde hareket noktası gerçeklerdir. Varış noktası, yani gaye ideallerdir. Gerçeklerden ideallerle yürüyen ve böylece hayatı sürdürerek yükselişe hazırlayan çok ileri ve şümullü bir sistemdir İslam terbiyesi…İslam terbiyesinde mahalli hususiyetlerin üstüne çıkılmış evrensel değerler öngörülmüştür. İslam terbiyesi ile yetişen insan, dünyanın her yerinde fazilet, şeref ve onurunu koruyacak bir şahsiyete, üstün bir davranış özelliğine sahiptir. İslam terbiyesinde insanı sonsuz gerçeğe, Allah’a bağlayan, yücelten ebedileştiren, fanilik hissinin karamsarlığını izale eden bir huzur motifi hakimdir. İslam terbiyesi, insanı tabiatın ve kainatın esrarını sezmeye çağırarak ve alıştırarak muammalar karşısında aklı tedirginlikten kurtarır.İslam terbiyesinin değişmez ilkeleri ve temel felsefesi; sevgi, şefkat, doğruluk, iyilik ve iyimserliktir. Af ve beşarettir. Allah’a, Resulü’ne ve emir sahiplerine itaattir.1.TARİFİToplumların ve insan zekasının gelişmesi ile ilimler de sayı ve hacim bakımından gelişmiştir. Sosyal ilimler, toplumların gelişmesi müsbet ilimler ise zeka gelişmesinin ürünleridir. Bütün bunların kaynaklandığı bir nokta vardır. Oda eğitimdir. Yirminci asırda, insanı geçmişteki gibi tesadüfi bir eğitime terketmek imkansızdır. Belli sistemler ve belli kurallar doğrultusunda onu, zamanın icaplarına göre yeniden eğitmek gereklidir. Din bir eğitim istemi olduğuna göre o bile toplumun ve insan şahsiyetinin gelişimine paralel olarak yenilenmiştir. İslam’a kadar bütün dinler, insanın çocukluk dönemindeki eğitimi andırır. İnsan olgunlaşınca artık kendi kendini eğitebilir. İnsan zekası ve aklı, gerideki İslam’ın ilkelerinden faydalanacak olgunluğa gelmiştir. Bunun için yeni bir dine ihtiyaç yoktur. Eğitim belli kurallar ve ebediyen değişmeyecek prensiplere ulaşmıştır. Ama, insan her zaman, biyolojik ve psikolojik yapısı gereği eğitime muhtaçtır. Eğer insan, hayvan gibi doğuştan bütün organ ve kabiliyetlerini kullanabilseydi, eğitime ihtiyaç olmayacaktı. Oysa ki; insan, doğuştan ne bedeni ne de manevi güçlerini kullanmaya müsait değildir. Eğitim, onun bu eksikliğini tamamlamaktadır.Bu bakımdan eğitim, bağımsız bir ilim olma yolunda büyük mesafeler almıştır. Çünkü o, yerini insan hayatında bulmuş, hammadde olarak insanı ele almış ve genel prensiplerine kavuşmuş durumdadır. Yani, artık eğitim kendi konu ve kanunlarını koyarak, ilimler arasında yerini almakta yeterince mesafe kaydetti.“İnsan hazır olmayan ham kabiliyetlerle dünyaya geldiği için, hayatın sonuna kadar bir öğrenci, bir çırak olarak kalıyor. Bunun için insanın eğitime, eğilmeye ihtiyacı vardır.”İnsan ancak eğitim sayesinde insan olabilir; insan eğitimin meydana getirdiğinden başka birşey değildir. İnsan kendi kabiliyetlerini kendi kendine geliştirme yeteneğine sahip değildir. Onların gelişmesi için eğitime muhtaçtır. Çünkü kabiliyetler öğrenimle gelişir. İnsan bu yönü ile başkalarının yardımına her zaman muhtaçtır. İşte eğitim bu ihtiyaçta temelini kurar. “O, öğrenmesinde daima bir çırak olarak kalır. Bunun için insan, hayatının sonuna kadar öğrenmek, kendisinin ve başkasının tecrübelerini toplamak, onları değerlendirmek onlardan faydalanmak zorunda olan bir varlıktır.”Oysa ki hayvanın; kendisinden yaşlı olanlarından birşeyler öğrenmeye ihtiyacı yoktur. Kendisine has faaliyetleri yapmak için doğuştan yeteneklidir. Onun bir önceki neslinden alacağı bir kültür hazinesi olmadığı gibi kendinden sonrakine bırakacağı birşeyi de yoktur.İnsanın, yaratılış gayesini öğrenmesi, bu gayenin uğruna yola çıkması ve ona ulaşması için eğitime ihtiyacı vardır. Onun için, İmam Azam eğitimi, ”İnsan şahsiyetini yıkan ve yapan şeylerin bilinmesidir.” diye tanımlamaktadır.Eğitim, süreç bakımından da tanımlanır. Zira, eğitim bir anda gerçekleşemez. İnsan tabiatı buna müsait değildir. Öyle ise, eğitim, insan açısından bakıp tanımlanınca; ”Bir şeyi kademe kademe, tedric ile kemaline erişmektir.”Eğitim, karşılıklı etkileşim açısından da tanımlanabilir. Eğer cemiyetle insan, insanla insan, tabiatla insan arasında etkileşim olmasaydı eğitimden bahsedilemezdi.Adem(AS)’ın yaratılış vakasında, Allah’a şeytan arasında geçen konuşmaya “eğitim etkileşimi” yönünden bakarsak, dinlerin insanları kötü etkilerden kurtarmak için geldiğini görürüz: ”Ey Rabbim! O halde dirilecekleri güne kadar beni geri bırak”(Sad, 38/79) “Buyurdu: Haydi geri bırakılanlardansın, katımda belli olan kıyamet gününe kadar.”(Sad 38/80-81) “Öyle ise, izzet ve kudretine yemin ederim ki, onların hepsini azdıracağım. Ancak içlerinden ihlas sahibi kulların müstesna.”(Sad,38/82-83)Gerçekten eğitilmiş, şahsiyeti sağlam olan ihlaslı kişilere şeytanın bir etkisi olmamaktadır. Din, insanı, menfi yönden etkilenmez (veya çok az etkilenir) hale getirinceye kadar etkiler. Artık o insan, cemiyetin, diğer insanların ya da şeytanın elinde cansız oyuncak gibi değildir. Eğitimin etkileme faaliyetinin nihai gayesi, etkilenmeyen insanı yetiştirmektir. “Eğitim yaşayan bir organizmanın kendi normal çevresi ile karşılıklı etkileşimi denen tecrübeye muadildir.”“Eğitim hem gaye hem de vasıtadır. İnsanı geliştirmeyi hedef aldığı için gaye, bu geliştirmenin bir metodu olduğu için de vasıtadır.“ Eğitimin gayesi ameldir.”Eğitim gaye olarak ele alındığında pratik uygulama göz önünde bulundurulmalıdır.” Eğitim, nazari neticeleri gaye edinen bir faaliyettir. Kant ise ,”insanı insan yapan terbiyedir. İnsan terbiyenin meydana getirdiğinden başka birşey değildir.” demektedir.2. PSİKOLOJİ VE EĞİTİMPsikoloji bilgisi, hayatın her cephesini, kendimizi, diğer insanları, çocukları daha iyi anlamak ve durmadan değişen muhit şartlarına daha iyi uymak, diğer insanlarla olan münasebetlerimizden doğan güç ve çeşitli problemleri daha iyi çözebilmek için yardım eder.Psikolojik yönden eğitimin tanımını yaparsak: “Kontrol altına alınmış çevrede temelli olarak insanın gelişmesidir.” diyebiliriz.3. BİYOLOJİ VE EĞİTİM İnsanın psikolojik yapısı biyolojik yapısı ile aynı paralelde gelişmektedir. İnsanın biyolojik gelişimi, insanın psikolojik yapısının hangi noktasını etkiliyorsa, eğitimle biyoloji orada birleşmektedir. ”Madem ki ruh ve zihin gelişmesi esas itibariyle biyolojik kanunlara bağlıdır, şu halde pedagojinin ilmi temelini, biyoloji teşkil edebilir.”Öğrenimin, biyolojik büyüme ile yakinen alakası vardır. “Yusuf tam kemal çağına varınca, kendisine hikmet ve ilim verdik.”(Yusuf,12/22) “Musa, tam kemal çağına erip de dengini bulunca, biz ona peygamberlik ve ilim verdik.”(Kasas,28/14)İslam, insanın biyolojik büyümesi ile, zihni eğitim arasında menfi yönde bir irtibat da kurar. Yaşamanın insan hafızasındaki gerilemedeki bağını gösterir. “Bununla beraber, içinizden kimi öldürülüyor, kimi de önceki bilgisinden sonra, hiçbirşey bilmemek üzere, kuvvetten düşürülüp ihtiyarlık haline çevriliyor.”(Hac,22/5),”Kimin ömrünü uzatırsak onu yaratılış bakımından azaltırız.”(Yasin,36/68)Biyolojik büyüme öğretimi o kadar etkiler ki, belli bir yaşa kadar neyin ve nasıl öğretileceğini tayin eder. Peygamberimiz biyolojik gelişme ile eğitim arasındaki ilişkiyi gayet iyi görerek “Çocuklara yedi yaşında namaz kılmayı öğretin. On yaşında kılmazlarsa dövün.”(Ebu Davud) buyurmuşlardır.Biyolojik büyüme ile eğitim arasındaki bağı ilk teşhis eden İslamdır. Daha sonraları Batı dünyasında bu alanda çalışmalar görüldü. Amerika’da Stanly Hall, William James, H.S. Jennigs bu cereyanın mümessilidirler, İngiltere’de ise Perry Nunn’un pedagojisi, biyolojik görüşlerin tamamen tesirleri altındadır. Almanya’da Wilhelm Preyer, Hugo Goring, Ewald Hanfe, Arthur Schulz, A.W. Lay Herman Lietz gibi eğitimciler buna örnek olarak gösterilebilir.“Terbiyenin bir de münferit insan üzerinde cereyan eden şekli vardır. Doğumla başlayan ölümle biten her hayat muayyen gelişme ile safhalarına, kanunlarına malik olduğu için terbiye, bu gelişme ile yakından ilgilenmek onun kaide ve kanunlarına uymak zorundadır.”4. SOSYOLOJİ VE EĞİTİMSosyoloji bir cemiyet ilmi olduğuna göre, eğitimle ilgilenmemesine imkan yoktur. Cemiyetin kendisi bir eğitimcidir. Biz farkına varmadan cemiyetin damgasını taşırız. Doğuşumuzla, örf, adet, lisan gibi kültür müesseselerini toplumda hazır buluruz. Konuşmamızdaki kelimeleri, toplumun bir hücresi olan aile bize öğretir. Sosyoloji, eğitimin amaçlarında yerine göre değişiklik olacağını ortaya koyar. Bununla beraber, sosyoloji eğitimin değişmeyen amaçlarını da göstermektedir. “Şüphesiz eğitim her yer ve zaman için değişmeyen amacı, toplumsal mirası bir kuşaktan diğerine iletmek olmuştur.“Eğitimin bir de eleme görevi vardır. Emanetin ehline verilmesi için, kabiliyetli ile kabiliyetsiz, bilenle bilmeyen ayrılmalıdır. “Eğitim sistemi bütün nüfus içinde, daha yetenekli kişilerin seçilip ayrılmasını sağlayan faaliyetin merkezidir.”Ayrıca, eğitimin ekonomik görevi de vardır. Vasıflı işçi yetiştirmek, eğitilmiş insan gücünü temin etmek, günümüzün ekonomik hayatı için geçerlidir. Eğitim bu görevi karşılamalıdır.“Eğitim genel veya mesleki bir yetiştirme ile bizi hayatımızı kazanacak bir duruma getirmelidir, bizi insanları ve kainatı tanıtmalıdır; tamamen gelişmiş fertler haline gelmemize bize yardım etmelidir. “Sosyolojik açıdan eğitimin saklı görevlerinden biri de dost edinmektir. İnsanların manevi kardeş olması, toplumun mutlu bir hayat yaşaması için gereklidir. Bütün dini meseleler bu kardeşliğin üzerine kurulur. İslam bir yönü ile eğitim sistemidir. Onun da en önemli vazifelerinden biri, eğittiği kişileri kardeş haline getirmektir. Kalplerin kaynaşması, kaynaşan kalplerin kardeş olması İslami eğitimin en önemli gayesini teşkil eder. “Eğer sana hile yapmak isterlerse, muhakkak Allah sana kafidir. O’dur seni yardımıyla ve mü’minlerle kuvvetlendiren.”(Enfal,8/62) “Ve kalplerin arasını sevgi ile birleştirdi. Yoksa yeryüzünde ne varsa harcasaydın, yine onların kalplerini birleştiremezdin. Fakat onların kalplerini sevgi ile birleştirdi..”(Enfal,8/63)”Mü’minler ancak kardeştirler. Onun için iki kardeşinizin arasını düzeltin.”(Hucurat,49/10)Sosyolojik açıdan bakınca eğitim şöyle tarif edilir: “Tabiatın sosyal müesseselerin ve diğer insanların bizim zeka ve irademiz üzerine icra ettikleri tesirlerden ibarettir.”5.FENOMENOLOJİ VE EĞİTİM6. DEĞERLER İLMİ VE EĞİTİM7. AHLAK VE EĞİTİMAhlak ilmi neyin iyi neyin kötü olduğunu ortaya koyar. İyi bize göre mi yoksa bizim dışımızdaki bir varlığa göre mi tesbit edilir? Evrensel ve mutlak bir iyi var mıdır? Hareketi yöneten nedir?Bu sorulara bakanlar, çeşitli cevaplar aramışlardır. Ahlak üzerindeki farklı görüşler eğitime de sıçramış, eğitim alanında da farklı uygulamalara sebep olmuştur. Mesela; ahlakın ilahi bir kaynağa dayanmadığını ileri sürenler, eğitimin de ilahi prensiplere göre yapılmasını kabul etmişlerdir.Görülüyor ki, eğitimle ahlak içiçedir. Ahlak, iyiyi ve yapılması gerekeni gösterir. Eğitim de bu yönde cereyan etmesine rağmen o aynı zamanda zihin eğitimi ile de meşgul olur. Yani eğitim daha geniş bir alanı içine alır. Ahlak bilgi ile uğraşmaz. Öğretim tamamen eğitimin bir cephesidir. Zihinle, ahlak değil eğitim uğraşır. Ahlak imanla da uğraşmaz. Kalbin eğitimi de eğitimin görevidir. Demek ki, ahlak, davranış, iyi ve kötünün ilmidir.“Eğitim geniş çapta bir ahlaki faaliyet olarak kabul edilir. Öğretmenler daima ne söylenmesi, ne yapılması gerektiği ve öğrencilerin nasıl davranacaklarına dikkat çekerler. Ahlak değerlerini aşılamak, ferdin ve sosyal davranışın gelişmesi ile ilgilenirler.”FELSEFE VE EĞİTİM“Genel felsefe, en genel ve sistematik tarzda realiteyi bir bütün olarak izah edip anlamaya teşebbüs ettiği gibi, eğitim felsefesi de, eğitimin gaye ve hareket tarzlarını seçmemize rehberlik eden genel kavramlar vasıtasıyla eğitimin bütünlüğünü yorumlayarak anlamaya çalışır. Genel felsefe, farklı bilimlerin buluşlarını tanzim ettiği gibi eğitim felsefesi de bu buluşların eğitimle alakaları nisbetinde yorumlarını yapar. Bilim nazariyelerinin eğitim istidlalleri ile direkt bir alakası yoktur. Onlar ilk önce felsefi bir deneyimden geçmeksizin eğitime uygulanamazlar.”Bu izahlardan sonra diyebiliriz ki; bir eğitim felsefesi vardır. Eğitimle felsefe, eğitim felsefesinde buluşmakta ve ortak meselelerini çözmektedirler. ”Eğitim felsefesi, eğitim meselelerinin genel felsefi nitelikte olduğu nisbette genel felsefeye dayanır. Mevcut eğitim hareket veya fikirlerini şu genel felsefi meseleleri tetkik etmediği müddetçe, yenileri ile kritize edemeyiz:1.Eğitimin önderlik etmesi gereken iyi hayatın niteliği,2.Eğittiğimiz insan olduğu için insanın kendi tabiatı,3.Eğitim bir içtimai ameliye olduğu için, toplumun tabiatı,4.Bütün ilimlerin anlamaya çalıştığı, nihai realitenin özelliği. 1)Perennialism2)Essentialism3)Realist Eğitim4)Progressivizm5)İdealist Felsefe ve Eğitim“Faşist eğitim felsefesinin idealizmle bir alakası olduğu gibi, muhtemelen komünist felsefenin, realizmle daha yakın bir alakası vardır.“ Fakat komünist felsefenin de temelinde idealizm yatar. Hegel, Marx’ı ne kadar etkilemişse komünist felsefe de idealizme o nisbette dayanır. Fakat biz buna, maddeci idealizm diyoruz. Öyle ise, idealizm eğitiminin iki kısma ayrılması gereklidir.1)Maddeci İdealizm 2)Mücerret İdealizm Komünist eğitim felsefesi idealizmden ne kadar kaçarsa, o kadar ona yaklaşıyor. “Komünizmin ilk teorisyeni olan Marx, kendi sistemindeki fikir tohumlarından dolayı, idealisti olan Hegel’e minnettardır. Fakat komünizmin bazı doktrinleri kesinlikle realistliktir.” 6)Komünist Eğitim FelsefesiKomünizmin felsefesi, nasıl ki ekonomiyi merkeze alıp, diğer müesseseleri onun üzerine bina ediyorsa, başka bir deyimle, ekonomi alt yapıyı, din ahlak, hukuk, sanat ve eğitim gibi müesseseler üst yapıyı teşkil ediyor. Alt yapıda meydana gelen değişmeler üst yapıyı da etkiliyor. Böylece eğitim de ekonomiye göre şekil almaktadır.Fiziki çevrenin, öğrenciyi etkileyen en önemli yönü ekonomidir. Komünist felsefenin ana ilkesi, maddi üretim şekli, sosyal ve siyasi müesseselerin niteliğini tayin etme meselesidir. Eğer insan, kurduğu müesseselerin, saf aklın mahsulleri olduğuna inanırsa aldanır. Binaenaleyh, komünist, İyi şeylerin değeri onlara harcanan emekle ölçüleceğine inandığı gibi, emeğin eğitimde önemli rol oynaması gerektiğine de inanır.7)Maddeci İdealist Görüşün Eğitimdeki Temel Özellikleri8)İdealist Eğitim9)Mücerret İdealizm Eğitimi10)Reconstructionism(Yeniden İnşacı Eğitim)11)Faşizm12)DemokrasiİSLAM’DA EĞİTİM ANLAYIŞIA-İslam’da Eğitimin Hareket NoktasıFelsefi sistemlerin anlayışlarında temel bazı ayrılıklar görülmektedir. Bu ayrılıkların en keskin nedeni, insan aklının bir eğitim görüşü kurmakta yetersiz kalışı, hatta dünyaya ve onun zübdesi olan insana belli bir açıdan bakıp bağımsız bir düşünceyle inceleyememiş olmasıdır. İnsanı insanla eğitiyoruz ama, insanı yine insanın fikirleri doğrultusunda eğitmek çok zor ve tehlikelidir. Batıda bu eğitim görüşlerinin doğması normaldir. Zira Hıristiyan ve Yahudiliğin esasta bir eğitim görüşü yoktur. Orada dinin dolduramadığı bu sahayı insanların fikirleri dolduracaktı. Neticede bu böyle oldu. Bazı eğitim görüşleri merkeze çocuğu, bazısı öğretmeni, bazısı da geçmişi almıştır. Manevi değerlere kulak asmayanları da vardır. Hangi açıdan ele alırlarsa alsınlar, eksiktirler.Yine onlar, düşündükleri fikirleri insana elbise gibi giydirdikleri takdirde onu eğiteceklerini sandılar. Yani, eğitmek demek başkasının düşündüğü tarzda insanı ele almak demektir. İnsanı, kendi psikolojik yapısına göre değil, başkasının istediği tarzda eğitmek istediler.Kendi metodlarımızla insan psikolojisini incelediğimizde onu bazı şartlar altında gözleyebiliyoruz. Bu metodla hiçbir etki altında kalmadan, insan şahsiyetindeki temel taşları tesbit etmemiz imkansızdır. En iyi tetkik veya gözlem, insan şahsiyeti fıtrat halinde iken onun özelliklerini tesbit etmektir. Çeşitli olay ve tutumlara karşı tavırlarıyla onun gerçek bilgisine ulaşamayız. Onu bizim elimizde değil, Allah’ın iradesinde tanımalıyız. İnsan psikolojisini coğrafi, sosyal ve iktisadi şartlar altında inceleme yerine, ilahi fıtrat düzeyinde incelememiz gerekir.En üst eğitici (“Rab” eğitici manasına gelir.) Allah olduğuna göre, insan psikolojisini de en iyi bilen O’dur. İnsan şahsiyetindeki temel özellikleri en iyi bilen O’dur. İnsanı neyin nasıl motive ettiğini en iyi bilen onu yaratandır. ”Andolsun Biz insanı yarattık ve nefsinin ona ne vermek istediğini de biliriz, biz ona şah damarından daha yakınız.”(Kaf,50/16)İnsanın eğitilebilmesi için nefsindeki özelliklerin anlaşılması zaruridir. Madem ki; eğitim, insan üzerinde bir tasarruftur. Öyleyse bu tasarruf, bilmeden yapılmaz. İnsan, insan elinde bir oyuncak olmaktan çıkması için onu iyi tanımalıyız. Onun şahsiyetindeki ilahi unsurları zedelemeden, birini diğerine kurban etmeden eğitebilmemiz için onu iyi bilmeliyiz.Görülüyor ki İslam, eğitimi insan fıtratı (tabiatı) üzerine bina etmektedir. Eğitim ilkelerini o fıtratın niteliğine göre koymaktadır: “Bir insanın iyisini kötüsünü bırakıp, onun şahsiyetinin aslına nüfuz etmek lazımdır ki, bakalım o kimsenin nasıl bir cevher ve özü vardır, anlaşılsın. İşte görmek ve bilmek böyle olur.” ( Mevlânâ – fihi mafih)İnsanın insana vereceği özelliklerin iğreti olduğunu, bu vasıfların aslî vasıflar olmadığını ileri süren Mevlânâ: “Birini iyice görmek ve her insanda iğreti olarak bulunan iyi ve kötü sıfatlardan geçerek özüne varmak ve iyiden iyiye görmek lazımdır. İnsanların birbirine verdikleri bu vasıflar onların alî vasıfları değildir.” 1.                 İslam Eğitiminin Tarifi: İslamî eğitim, insan hayatında takip edeceği yolu, nazari olarak çizip hayata uygulamak, nasıl hareket edeceğini göstermektir. Bu manada ‘’Rab’’ yaratanın, yaratığına doğru yolu göstermesi (irşad, ihda) demektir: ‘’Firavun şöyle dedi: O halde sizin Rabbiniz kimdir; Ey Musa? Musa: Bizim Rabbimiz, herşeye suret ve şeklini veren, sonra da yolu gösterendir, dedi’’ (Tâhâ 20/49-50). Eğitimi, peygamber düzeyinde ele aldığımızda da, ’’tebliğ’’ etmek manasına gelir. Böylece öğretim de eğitim içine girmektedir. Tebliğ, hem eğitimi hem de öğretimi içine alır.Mâverdî, eğitimi ele alınca insanın aklıyla şahsiyetini düşünmektedir. “Eğitim bir direktir. Allah onunla akılları kuvvetlendirir. Bir süstür, nesebi kaybolmuş olanları Allah onunla süsler.” Bir taraftan insanın istidat ve kabiliyetlerini kuvvetlendiren, bir yönden de insanın pespayeliklerini örten bir süs olur.2.İslam Eğitiminin Hareket Noktası: Genel olarak İslam insanın doğuştan iyi olduğunu kabul eder. Bozulma sonradandır. “Biz, gerçekten insanı en güzel biçimde yarattık.” (Tîn – 95/4) Aslı güzel olan, insanı hayrete düşüren bir biyolojik yapı ve bu yapının içinde esrarengiz bir manevi ilme sahip insanın eğitime müsait olması, fıtratının gereğidir. Hristiyanların belirttiği gibi, insan doğuştan günahkar değildir. Bozulma insanda fıtri değil, arızidir. “Sonra onu aşağıların aşağısına çevirdik.” (Tîn – 95/5) insan iyidir ki eğitilmeye müsaittir. Bu eğitimin gerçekleşmesi, için dinler gelmiştir. Eğer insan eğitilmeye müsait olmasaydı, peygamberler gibi eğiticilere ihtiyaç kalmayacaktı. İnsan yaratılışı gereği fiillerini, huylarını iyileştirmek, doğru olanı yanlış olandan ayırt etmek veya bunları bozmak, yeteneği ve kabiliyeti üzerine yaratılmıştır.3.İNSAN FITRATININ ÖZELLİKLERİ:1.                 Hakimiyet-bozmak-savaşmak 2.                 Nankörlük 3.                 Cahillik 4.                 Zalimlik (yanlış yapma) 5.                 Azgınlık (tepki gösterme) 6.                 Kıskançlık (hırs, tamah) 7.                 Zayıflık (acz) 8.                 Cimrilik 9.                 Sevgi 10.            Acelecilik 11.            Mücadele 12.            Korku 13.            Cinsel arzu 14.            İnanma B-İslam Eğitiminin Prensipleri1.                 İrsiyet prensibi 2.                 Çevre prensibi 3.                 Hürriyet prensibi 4.                 Tekamül prensibi Batı eğitim sistemleri, onların maddeci felsefelerinden kaynaklandığı için eğitimi doğumdan sonra ele alırlar. İnsanın yaratılışını dikkate almazlar. Çünkü kafalarını yaratılışa çevirselerdi ilahi kudreti göreceklerdi. Şimdi İslamın dinlerin tekamülünü değerlendirmesine bir göz atalım. Çünkü dinler aynı zamanda bir eğitim sistemini kapsarlar. İnsanın yaratılışı gibi, kurduğu toplumlar da tekamül geçirmiştir. Toplumlar, kültür miraslarını nesilden nesile aktardığı için bir sonraki nesil bir önceki nesilden daha büyük imkanlarla karşılaştı. Bu imkanlar, yeteneklerini oldukça metodlu ve verimli kullanmasına yol açtı. Bir yandan, içtimai hayatı pekiştiriyor, bir yandan da yeteneklerinin ürünü çoğalıyordu. İlk dini bir aile eğitimine sonraki dinlerin bir topluluğun eğitim sistemine, islamın da bütün insanlığın eğitim sistemine benzetebiliriz. Demek ki dinler, aile eğitimi, toplum eğitimi ve insanlık eğitimi şeklinde gösterebilirler.“Ben ve diğer peygamberler, bir ev yapmaya başlayıp, onu tam ve mükemmel olarak tamamlayan adama benzeriz. Ancak o evin bir tuğlası eksiktir. İnsanlar o eve girince hayrete düşerek, ‘keşke şu eksik tuğla olmasaydı’ derler.” (Tirmizi) Bütün peygamberler, bir binanın tuğlaları gibidir. Peygamberimiz de o binayı tamamlayan en son tuğladır.İnsanın yeteneklerindeki gelişme ve bu gelişmenin yansıdığı toplum hayatındaki gelişmenin doğurduğu ihtiyaca göre Allah dinleri göndermiştir. Demek ki ilahi eğitim, insan ve onun toplumunun tekamülünü takip etmiştir. İnsan yaratılışında, onun ilahi eğitimindeki tekamül sistemi insanın hayatında da dikkate alınmalıdır. İslam, bir ferdin tekamülünü eğitim açısından şu merhalelerle ayırır: 0-2 yaş/2-7 yaş/7-10 yaş/10-buluğ yaşı.Eğitim ve öğretim bu yaş kesimlerine göre ayrılır. İki yaşına kadar çocuk hürdür. Yaşına göre hiç kayıt altında değildir. Öğrendiklerini hiç şuursuz öğrenir. Mesela; yürüme, ilk konuşma gibi. Fakat süt kesimi onun şahsiyetinde önemli bir dönemdir. Çünkü dışarıdan zorla müdahale yapılır.7 yaşında da öğretim safhası başlar. Artık zihin tekamül etmiştir. Öğretime hazırdır. “Çocuklara yedi yaşında namaz kılmayı öğretin” hadisi bunu bize açıkça belirtmektedir. 10 yaş ise öğretilenlerin uygulanmaya başlatılacağı yaştır. “On yaşında kılmazlarsa dövün.” hadisi de bize bu çizgiyi belirlemektedir. Bu yaşa kadar çocuk psikolojisi, tasavvuf açısından bakanlar şöyle anlatmaktadırlar. Son mutasavvıflardan İbn Tufeyl, şu ifadeyi kullanıyor: “Veli olmak istersen, küçük çocukların bazı özelliklerini benimse. Çocukların beş psikolojik özelliği vardır. Bunlar bir yetişkinde bulunursa veli olur: a)Çocuklar kendi maişetlerini merak etmezler. b)Hastalandıklarında Yaratıcı’dan şikayette bulunmazlar.c)Yiyeceklerini diğerleriyle paylaşırlar.d)Münakaşa ettiklerinde kin beslemezler. Barışmak için can atarlar.e)Korktuklarında gözlerinden yaşlar akar.”5.                 Zaruret prensibi İslam eğitiminin diğer bir ilkesi de eğitimde uyulması gerekli olanı göstermektedir. Eğitimci ve eğitilen her an hür değillerdir. Her uygulamaları kendi başlarına yapamazlar. Bazı kayıtlar altındadırlar. İstese de istemese de bu kurallar doğrultusunda hareket etmek mecburiyetindedirler. Aslında zaruret prensibi diğer prensipleri içine alır. Mesela; eğitimci, irsiyet, çevre, hürriyet, tekamül, dengeleme, hidayet ve örnekleme ilkelerine uymak mecburiyetindedir. Bizi biz değil, fıtrat sınırlandırıyor. “Fıtrat bize şöyle yapmak mecburiyetindesin” diyor. “Benim müsaade etmediğim şeyi yapamazsın” çağrısında bulunuyor. Bunu derken, insan kabiliyet ve kapasitesini bilinmesini istiyor. Gerek insanın sosyal düzen içinde alacağı yer bakımından ve gerekse dini görevlerini yerine getirmek bakımından bu çağrıya uymak mecburidir. İnsan şahsiyetinin belli bir kapasite noktası ve yönü vardır. Ondan fazla yük yüklenirse şahsiyet çözülür. İyi bir netice almamız beklenirken zararlı neticelere varırız. İslam yeteneklerin ve onların çalışma yönünün bilinmesini ister.6. Muvazene (Dengeleme) prensibi1.                 Örnekleme prensibi 2.                 Ceza prensibi 3.                 Sevgi ve merhamet prensibi 4.                 Hidayet Eğitim prensibi C-İslami Eğitim Metodlarıİslami eğitim metodları, bir bütün olarak insan şahsiyetine uygundur. Yani metodlar insan yapısına göre vaz edilir. Ölçü, insanın yapısıdır. Metod olarak lüzumsuz ve yüzeyde olan şeylerle uğraşmaz. Metodun esaslarını, insan davranışını idare eden merkezlere göre koyar.İslamın eğitim metodları, yalnız öğretim metodları değildir. O yalnız zihni doyurmak istemez. Çünkü yalnız zihni ele alarak yapılacak eğitim tek yönlü ve eksiktir. Bu yönüyle batı eğitim sisteminden ayrılır. Çünkü onlar eğitimi fayda ve maddeci yönde uygulamaktadırlar. Fayda ile madde arasındaki münasebeti dikkate alıyorlar. Oysa, faydanın bir de mana ile alakası vardır. 4-ZİHİN EĞİTİMİ VE DAVRANIŞLARİnsan davranışlarını yöneten merkezleri dikkate alınca, İslam eğitim metodlarını ilk planda üçe ayıracağız:I. Zihni Eğitim Metodları1.                 Bilginin kaynağı 2.                 Bilginin sınırı 3.                 Metodların uygulanması 4.                 İç gözlem 5.                 Dış gözlem 6.                 Kıssa ile eğitme 7.                 Sebep-sonuç ilişkisi 8.                 Misal ve benzetmelerle bilgi verme 9.                 Düşünceyi harekete getirecek zihni eğitme 10.            Tedrici eğitim 11.            İsticvab usulü 12.            Zihni eğitmede ilahi irade 13.            Ana lisanla öğretim II. Kalbin Eğitim Yolları1.                 Kalbi bilgiyle eğitme usulü 2.                 Kalpteki inanma duygusunu eğitme usulü 3.                 Korku ve ümit duygusunu eğiterek kalbi eğitme usulü 4.                 Ekonomik usulde kalbi eğitme 5.                 Kalbi uyanık tutarak eğitme usulü (Kalp eğitimi ve davranışlar)III.Nefsi Eğitme Yolları 1.                 İç gözlem (nefsi bilme- tanıma) 2.                 Kendi kusurlarını tesbit etmek 3.                 Haya duygusunu çalıştırarak nefsi eğitme 4.                 Ekonomik usulle nefsi eğitme 5.                 Mücadele metoduyla nefsi eğitme 6.                 Nefsin güçlerini mevcut ideallere yöneltme metodu 7.                 Tezkiye ile nefsi eğitme D-İslam Eğitiminin Gayeleriİslam eğitiminin prensip ve usulleri belli hedeflere ulaşmak için uygulanır. Bu hedefler olmasaydı, eğitimciler planlama ve uygulama zahmetlerine katlanmazlardı. Eğitimin başlangıcında bu gayeler beklenti halindedir. Eğitimin tamamlanması ile bu hedeflere ulaşılır. Hedeflere ulaşılmış ise eğitimin konusu olan insan devamlı üreme halinde olduğu için eğitimde de bir devamlılık vardır. Kur’an-ı Kerim’e bakarsak, peygamberlerin dini eğitimlerini gerçekleştirmek için çektikleri zahmetler bu gayelere ulaşmak içindir. Allah, peygamberlerine bu zahmeti onların uğruna çektirmiştir. Demek ki, mücadeleler gayeleri ile büyürler. Bütün eğitim faaliyetleri beklentilerini gerçekleştirmek için büyük zahmetlere katlanırlar.I. İslam eğitiminin kısa vadeli gayeleri: 1.                 İnsandaki gizli güçlerin ortaya çıkarılması 2.                 Günlük ihtiyaçlarını giderme 3.                 İyi insan yetiştirmek 4.                 İnsanları istikamette tutmak 5.                 Karanlıktan aydınlığa çıkarmak 6.                 Sözle davranışı birleştirmek 7.                 Taklidi kaldırmak 8.                 Evrensel ahlak 9.                 Tevhid II. İslam eğitiminin uzun vadeli gayesi SONUÇEğitim, mutlak bir değerdir. Dini ve milleti ne olursa olsun, bütün insanlık eğitimin mutlak bir değer olduğunu kabul etmektedir. Ancak eğitimde faydalanma yolları farklıdır. Eğitim hem gaye hem de vasıta olduğuna göre, onun gayeleri hususunda insanlar arasında farklılıklar görülür. Halbuki, eğitim insanların ömrü kadar uzun olmasına rağmen kişiler ona gayeler tayin etmektedirler. İnsan eğitiminin gayelerini anlamakla sorumludur. Hangi gayelerin doğrultusunda eğitim yapılacağını kendisi tesbit etmez. Çünkü insan çoğu zaman inanç ve fikirlerinin esiridir. Onlara göre şartlanmıştır. Zamanla değişen geçici fikirlerle eğitime gaye tayin edilmez. Çünkü eğitim tarih ve ideal alemine bağlı bir vakıadır. Yani bir yönüyle ezelden geliyor. Bir yönüyle de ebede doğru akmaktadır. Bu akıntı içerisinde, her devirde insan ondan nasibini almak için olanca gayretini sarfeder. Demek ki, insanın görevi, eğitimden nasibini almaktır, ona hedef tayin etmek değildir. Felsefi sistemler, eğitim gayelerini tayin etmeye çalışırken bu hatanın içinde bulunuyorlardı. Çünkü onların görevi eğitime gaye tayin etmek değil, ondan nasıl istifade edileceğini göstermektir. İşte bu hatadır ki, insanlar eğitime çok kısa vadeli suni gayeler gösterdiler. Kısa ve suni gayelere suni usullerle ulaşma hatasına da düşmekten kendilerini kurtaramadılar. İnsanın, suni vasıtalarla sonsuz gayelere ulaşması mümkün değildir. Batı dünyası insanın ortaya koyduğu metodlarla insanı eğitmek istediğinden, eğitimin hareket noktasını tesbit edememiştir. Eğitimin hareket noktası, insanın dışında değildir. Aksine, insanın yaratılışındadır. Yanı insan tabiatı eğitimin hareket noktası olarak alınır. İnsan tabiatının özellikleri dikkate alınmadan eğitime bir hareket noktası tayin edilemez. Bundan dolayı metodlar suni olarak tesbit ediliyor, insan tabiatı bu metodlara hapsedilerek eğitilmek isteniyordu. Halbuki metodlar insan tabiatına bakarak tesbit edilebilirdi.İslam “Muttaki” insanı yetiştirmeyi gaye alırken, iyi ile kötünün tesbit edilmesinde yeterli şahsiyetlerin tesbit edilmesini hedef almak ister.”Ey mü’minler…Allah’tan korkarsanız, O size Hak ile batılı ayırdedecek bir anlayış ve nur verir. “(Enfal,8/29)İslam eğitimine göre iyi ile kötüyü tesbit etmenin bir ucu da ilahi iradeye bağlıdır. Bu özellik içinde muttaki insanın yetiştirilmesi istenir.İnsanı ahlaklı yapmak isterken, ahlakın ilkelerine suni ve geçici temeller aramaktadırlar. Bir tarafta ahlakı yıkan davranışları serbest bırakıyor, bir taraftan da ahlaklı insan yetiştirmek istemektedir. İnsan sağlığını gaye alıyor, fakat sağlığı yıkan kötü alışkanlıkların neler olduğu meselesini eğitim de ele almaktadır. Beşeri eğitim sistemleri, insan tabiatını ihmal ediyor. Onun yalnız zihin yönünü ve toplumdaki ilişkilerini ele almaktadırlar. Müsbet ilimlerin ilkelerini en ince noktasına kadar öğretirken aklın manevi alanda hüküm yürütmesini engellemektedir.Eğer akla, manevi alanda nasıl yürüyeceği öğretilseydi, asırlardır batı alemi batıl inançta kalmayacaktı… Çünkü orada inanç akla değil, hakka karşı nefrete dayanmaktadır. Zihinden manevi gerçekleri gizlemek için ona daima ilmin bulgularını nihai gerçek olarak veriyorlar. Bir nevi uyanmasını istememektedirler. Batı eğitim sistemleri, maddi ilimlerde zihni alabildiğine serbest bırakırken manevi alanda taklitten ayrılmasını istememektedir. Zira, inançlarını aklın süzgecinden geçirip, tenkidini yapacak kişilerin yetişmesini istememektedir. Akla sınırlı bir alan verdiklerinden, onun tabiatına aykırı hareket etmektedirler.Zihin faaliyetlerinin bazısına böylesine bir ambargo koyarken, kalp ve nefis eğitimini de hemen hemen bütünüyle ihmal etmektedirler. Manevi alanda gezintisine dahi müsaade edilmeyen aklın ötesindeki kalpte iman ağacı nasıl yeşerir? İhya edilmemiş kalbin düşmanı nefis, nasıl temizlenip arındırılır? Aklın manevi alandaki radarından insan şahsiyetinin merkezleri olan kalp ve nefse bakmadıkça, ne onun hastalığını anlayacak ve ne de onların hastalığını tedavi edecek ilaçlara sahip olunacaktır. İşte o zaman eğitim, insan değil ölü yetiştirmektir. “Şüphesiz sen, ölü olanlara işittiremezsin ve arkalarını dönmüş kaçarlarken sağırlara hak çağrını duyuramazsın.”(Neml,27/80) “Bunun için sen arkalarını dönmüş giderlerken, o daveti ölülere duyuramazsın ve sağırlara da işittiremezsin.” (Rum, 30/52)Ölü dışarıdan duyu almaz. Ne işitir ne de akıl yürütür. Gerçek dine kulak vermeyenleri Allah ölüye benzetmektedir. İslam, insanın yaşayan ölü olmasını önlemek için bütün eğitim metodlarını seferber eder. Yola gelmeyenleri de eğitmek için fırsat tanımaz. Zira, yukarıdaki ayetler aynı zamanda kimlerin eğitilmeyeceğini de belirtmektedir.

Öğretmenim Bana Yardım Et

ÖĞRETMENİM BANA YARDIM ET

Öğretmenim bugün çok hastayım.
Öğretmenim biliyor musun; anne babam beni hiç sevmiyor,
Komşularımız beni hep horluyor, kardeşlerim de istemiyor.
—Öğretmenim beni duyuyor musun?

Öğretmenim ellerin çok yumuşak,
Sesin ne kadar tatlı ve şefkatli,
Sanki annem gibisin.
—Öğretmenim nerdesiniz sizi görmüyorum.

Öğretmenim verdiğin ödevleri hep yaptım.
Annem de bana bana yardım etti.
Öğretmenim bana aferin demeyecek misin?
—Öğretmenim konuşuyor musun sesini duymuyorum.

Öğretmenim verdiğin ödevler çok zor geliyor.
Sorunlarımı size anlatamıyorum.
Bazen de sizi hiç anlayamıyorum.
—Öğretmenim ben neden hala okuma yazma bilmiyorum.

Öğretmenim annem beni evde yürütüyor.
Tüm vücuduma egzersiz yaptırıyor.
Eğer bu şekilde çalışırsak yürüyebilirsin diyor.
—Öğretmenim ellerimden tut düşmek üzeriyim.

Mehmet öğretmenim ben okumak istiyorum
Tüm benim gibi özürlü çocuklara yardım etmek istiyorum.
Ellerinden tutup yürütmek şarkı söyletmek istiyorum.
—Öğretmenim bana yardım et hayata tutunmak istiyorum.

(Bir öğretmenin farklı özür grubuna ait öğrencilerinin hissettirdiği ayrı ayrı duygular)

Mehmet ONGUN ongun51@gmail.com

ÖZEL EĞİTİM ÖĞRETMENİ

Başarı Yolunda 70 altın kural

Başarmak, insanın maddi ve manevi kuvvetlerini bir hedefe doğru yöneltip hedefi elde etme sürecidir.
Etrafınıza, üç gün sonra bir daha hiç görmeyecekmiş gibi bakınız. Üç gün sonra bir daha hiç duymayacakmış gibi dinleyiniz sesleri… Belki o zaman her zaman bakıp da göremediğiniz, işitip de güzel bulmadığınız ne harikalarla karşılaşacaksınız. Belki o zaman sahip olduğunuz zenginlikler karşısında şaşırıp kalacaksınız.
Hayatınız bir duadır. Size dilinizle istediklerinizden çok hayatınızla istedikleriniz verilir. Hakkınızda bir karar verilebilmesi için dinlenecek tek meşru şahit hayatınız olacaktır. Eğer yeterince fedakarlık yapmamışsanız, hayatınızın şahitliği pek parlak olmayacaktır. Belki ağzını açıp bir-iki kelime bile etmeyecek, size boş gözlerle bakıp duracaktır.
Olabileceklere, “birşey olmaz” kadar, kötü bir başlangıç yoktur.
Her insan kötü bir alışkanlığa, “hürriyetimi kullanıyorum” ifadesi ile ayak basar. Her halde hürriyet uğruna insanın kendi kendini tıktığı daha karanlık bir zindan yoktur.
Durgun su çabuk kirlenir ve bozulur. Nice suyu bataklık haline getiren durgunluktur. Çalışmayan insanda durgun su gibidir. Kirlenir ve bozulur.
Sabah kaybettiğimiz bir saati, değil bir yıl, ömrümüz boyunca arasak bulamayız. Kaybettiğimiz saatler ne kadar çoksa eserimiz o kadar eksik olacaktır.
Dağlar ne kadar vakurdur. Onlar göklerden kar dilenmezler. İlk kar yinede onlara düşer.
Hayatta önemli olan mazeretler değil, neticelerdir.
İşimizin, amacımızın, fikrimizin isimsiz kahramanı olabilirsek, kahramanlığa isim olabiliriz. Hangi toplumun isimsiz kahramanı çoksa, o toplum diğerlerine üstün gelir.
Kırk yılını denizlerde geçiren bir kaptanın İspanya açıklarında başına gelenler herkesin ilgisini çeker. Hayatında bir defa gemiye binmemiş bir adamın anlattıkları ise, ne kadar ilgi çekici olursa olsun “vah vah” diyerek geçiştirilir.
Küçük ruhlardan gelen bükük harfler herkesi sıkar. Büyük ruhlardan gelen küçük harfler bile bizi bütün varlığımızla seferber eder.
Son derece iyi hazırlanmış, bilgi ve tecrübe yüklü bir konuşma, küçücük bir bilgi hatası yüzünden berbat olur. Dinleyenlerde, konuşmanın bütünü üzerinde tereddütler hasıl olur.
SIFIRA ÇARPARSANIZ SIFIRLANIRSINIZ
Başkalarının yanında yaptığınız taktirde ayıplanacak davranışları yalnız başınıza da kaldığınızda yapmamanız tesirli bir atmosfere sahip olmasını sağlar.
Güçlükleri göze alamayanların kolaylıklarla karşılaşması mümkün değildir. Güçlükleri göze alarak yola çıkanlar ise güçlüklerle beraber mutlaka kolaylıklarla da karşılaşırlar.
Doğrudur; her arayan bulamaz. Ama aramadan bulan hiç olmamıştır.
Her kötülükten sonra bir iyilik, her yanlıştan sonra bir doğru, kötülüğün ve yanlışın lekeleri içinde simsiyah olmamızı engeller.
Kuvveti arttıkça şefkati artmayan bir insan her an bir haksızlığa sebep olabilir.
Doğruyu görebilmemiz için doğruyu hissedebilmek, doğruyu hissedebilmek için de doğru yaşamak gerekir. Nasıl göze kaçmış bir çöp, rüzgarın kaldırıp gözümüze doldurduğu toz toprak, görme kabiliyetimizi etkiler, görüş mesafemizi kısaltırsa, kalbimize dolmuş toz ve toprak, kalbimize batmış bir çöpte kalp gözümüzün görüş kabiliyetini ve mesafesini etkiler. Kalp gözü perdelenmiş bir adam sapla samanı karıştırır, aka kara, karaya ak diyerek iddialara tutuşur.
HER SANİYENİZ GAYENİZE KİLİTLENMELİDİR
Doktor olan filozof Halle son vuruşuna kadar kendi nabzını saymıştı. Meslektaşına “dostum, nabız atmaz oldu” dedi ve öldü.
Büyük başarılar, her saniye, tesbit edilen gayeler için yaşanmakla elde edilebiliyor. Hayatımızın her saniyesi gayenizin rengi ile renklenmelidir, onunla dopdolu olmasısınız.
Kin ve onun kışkırttığı intikam hissi sadece yöneldiği kimseyi değil, hem onun etrafını hem sizin kendinizi ve hem de etrafınızı yakıp yıkar. Bu, öyle bir yaylım ateştir ki masum insanlarda isabet alır.
Affetmek, nefsin terbiyesi ve güçlü irade için verimli-etkili bir eğitim yoludur.
Kalbinizi hapishaneye döndürmeyin. Aksi halde size de bir başka kalpte bir hücre bulunabilir.
Çabuk affeden birisi olursanız her zaman yanınızda birilerini bulabilirsiniz.
Amerikalı gazeteci, Morgman, Rusların Hiyve üzerine yapacağı taarruzu görmek için Ceyhun nehrine ulaşmak ister. Rehberliğini Polat isimli bir Türk genci yapacaktır. Polat, kendisini Ceyhun kıyılarına ulaştırmak üzere Morgman’a söz verir. Fakat bu tehlikeli bir yolculuk olacaktır. Çünkü Rus generali Kovfman eline geçirdiği bütün Türkleri işkenceyle öldürmektedir. Gece ile gündüz arasındaki ısı farkının 30 dereceye çıktığı ortaasya steplerinde yapılan zorlu yolculuk sonunda Polat, Morgman’ı Ceyhun kıyılarına getirir. Polat’ın hayatı artık tehlikededir. Nitekim çok geçmeden Albay Ivanoff tarafından yakalanır ve General Kovfman’ın emri ile idam edileceği bildirilir. Morgman isyan eder. O sadece bana rehberlik yaptı der. Polat masumdur. Bu seyahat benim isteğim üzerine olmuştur. Polat, Morgman’ın kendisini kurtarmak için yaptığı mücadeleyi hayretle takip eder. Ve Morgman’ın yıllar sonra bize naklettiği şu sözleri söyler: Sizi buraya Allah’ın yardımı ile sağ salim getirmeye söz verdim. Sözler yerine getirilirken hayatada mal olabilir. Ama söz mukaddestir. Yerine getirilmesi için kanda verilebilir.
Söz bahsinde takınacağınız iki tavır vardır. İlki, olur olmaz söz vermemektir. İkincisi, söz verdikleri sonra mutlaka yerine getirmektir. Sözler cayılabilecekler, cayılamayacaklar diye ikiye ayrılmazlar. Söz sözdür.
Sabır, zamanı lehimize çevirme sanatının adıdır. İnsanın kendisini en çok kontrol ettiği, dış etkilerden en çok koruduğu andır sabırlı olduğu an. Yani, sabırlı olma hali tam bir şuur halidir.
Sabır, diğer kuvvetlerinde zinde tutulması için gerekli bir kuvvettir. Sabır olmazsa, diğer kuvvetler ziyan olabilir. Üstün çalışma gücüne sahip birisi, gerektiğinde sabırlı davranamazsa çalışma gücü ziyan olur gider. Demek ki sabır, diğer kuvvetlerimizin sevkinde önemli rol oynar. Bir bela karşısında gerekli olan sabır, bir başarı karşısında da gereklidir. Bela karşısında gösterilen sabır nasıl belanın sıkıntılarını azaltırsa, başarı karşısında gösterilen sabırda başarıyı artırır.
Büyük belalar büyük sabır gerektirir. Büyük bela karşısında büyük sabır gösterebilenler belayı büyük bir zafere dönüştürülebilir. Çünkü sabır, zorlu kapılar karşısında bir köşeye büzülmek değil, zorlu olduğu ölçüde kapıyı zorlamaktır.
Başakta, kızgın güneş altında yanabilme iradesi olmasaydı buğday veremezdi. Mevla’nın dediği gibi kuru bir kütük ışık saçmaya başlar. Kuru bir kütüğü ışık kaynağı haline getiren iradeden başka bir şey değildir.
Elinize beş kiloluk bir ağırlık alıp yürümeye başlarsanız ağırlığın gittikçe arttığını görürsünüz. Öyle bir an gelirki ağırlığı bırakmak mecburiyetinde kalırsınız. Tabi ki beş kilo yine beş kilodur. Azalan sizin gücünüzdür.
Usta kaptan, hiç tanımadığı bir limanada tehlikesizce girebilir. İskeleye yanaşabilir. Her insan bir limandır. Usta bir kaptan bekler.
İnsanlar ak kağıttır başlangıçta. Ona yazı yazarlar. Nice kalem oynar üzerinde. Kötü bir hatıra, bir ayrılık gününün derin hüznü, coşkun bir nasihat, bir arkadaştan yansıyanlar, anne-baba… ona binlerce kelime yazar. Bir insanda gece vardır gündüz vardır. Bahar vardır güz vardır. Göl vardır çöl vardır. Kolay değildir o ak kağıdı okumak… anlamak. Gecesine rastlarsanız gündüzü olmayacak zannetmeyin. Gündüzüne rastlarsanız gecesi olmayacak zannetmeyin.
Bir gördüğünüz insan vardır. Birde insanda göremedikleriniz. Dalında dipdiri duran bir gül için bahçıvanın ne emekler sarfettiğini bilemezsiniz. Yaprakları dökmüş boynunu bükmüş bir ağacı da hemen zavallı bellemeyin. Siz onun yaşadığı fırtınaları görmediniz ki…
İnsanlarda gördüğünüz birazda sizin bakmamızdır. Güzel bakanlar güzel görürler. Öyle insanlar vardık ki bakışları ile güzelleştirirler.
Çocuklar sözle değil, iyi davranış örnekleri ile terbiye edilirler. Çocukların unutamadıkları hatıralarının çoğu, büyüklerinin güzel sözlerinden ziyade güzel hareketleridir.
Şifa bulmaz üç kötürüm bir hastane odasında yatmaktadır. İlk gelenin yatağı pencere kenarındadır.
Oradaki ölünce ortadaki o yatağa geçer, kapının yanındaki ortaya, kapının yanına da yeni bir hastayı alırlar. Pencerenin yanına geçen hasta hergün gördüklerini arkadaşlarına anlatmaya başlar.
Karşıda ağaçlarla süslenmiş bir park vardır. Kuşlar dallarda oynaşmakta, çocuklar konuşmakta, çiçekler rüzgarla dalgalanmaktadır. Aynı saatte aynı insanlar parkın yanındaki yoldan geçmektedirler. Diğer iki hasta işlerine giden, evlerine dönen insanların değişmez hikayelerini dinleye dinleye onlarla adeta dost olurlar. Zaten parkın yanından gelip geçenlerin artık birer isimleri de olmuştur. Birgün ortada yatan hastanın aklına bir düşünce geldi. Pencerenin yanına geçerse o güzel manzarayı dinlemek yerine kendi gözleri ile görebilecekti. Bu düşünceyi günlerce kafasında geliştirdi. Nihayet bir gece pencere yanındaki hastaya kalp krizi gelince ortadaki hasta bütün gücü ile uzanıp şişeyi yere düşürdü ve kırdı. Sabah olunca pencere yanındaki hastayı ölü buldular. Onu alıp götürdüler. Ortadaki hastayı da pencere kenarına geçirdiler. O, “pencereden dışarı bakmak için hastabakıcıların çıkmasını beklemeliyim” diye düşündü. Yalnız kalınca başını daldırıp pencereden dışarıya baktı. Az ötede simsiyah bir duvardan başka birşey yoktu.
Konuşmaya başladığınız andan itibaren andan itibaren anlattıklarınız değil anlaşılanlar önemlidir.
Faydasız söz kalbi matlaştırır. Ruhun dengesini bozar. Daima endişeye sebep olur.
KİBİR EMEĞİ KİRLETİR.
Güneş gibi, durmanız gereken yerde durun. Ne fazla yaklaşıp yakın etrafınızı, ne de fazla uzaklaşıp buz kestirin…
Dağlar heybetli, denizler engin, çiçekler güzel, topak cömerttir. Fakat bunların hiç birinde kibir yoktur. Ne o dokunaklı sesi ile söyleyin duran gümüş nehirlerde, ne aceleci rüzgarlarda kibre rastlayamazsınız. Birbiri artısına yürüyen gecede ve gündüzde kibir olmadığı gibi dünyayı aydınlatan güneşte de kibirden eser yoktur.
İri dolu başaklar ne kadar mütevazidirler ki başları hep önlerindedir.
Kibir, insanın dehşetli bir unutkanlık halidir. Nereden geliş nereye gittiğini unutmasıdır.
Bedava havayı, bedava akciğerlere soluyan ve bu suretle yaşayabilen bir insanın, bu kadar bedava arasında övünmesinde bir mantıksızlık da vardır.   İki gözü için bir dakika çabalamamış, bir kuruş ödememiş bir insanın gördükleriyle övünmesinde mantık var mıdır?
Her tezgahta halı dokunmaz. Halı dokunabilmesi için tezgahın bütün parçalarının tamam ve uyum içinde çalışıyor olması gerekir. Küçücük bir parçanın bile eksik olması halı dokunmasını engeller. En iyi ihtimalle ortaya defolu bir halı çıkar.
Ateşe dayanmayan toprak, tuğla olamaz. Öfke anında kendine hakim olan insan kazanır. Herşeyden önce kendini kazanır. İnsan, kendine hakim olduğu her anda kendini biraz daha güçlü hisseder. Evet, öfke gelir yüz sararır, öfke gider yüz kararır.
Bir meselenin iyice kavranması için o meseleye kuşbakışı bakılmalıdır. Havayolları karayolundan daha kısadır. Kavşakları, virajları, tünelleri, zaman kaybettirecek engebeleri yoktur. Öyleyse meseleler hava yolculuğu ile görülmelidir.
Nimetlerin külfetinden şikayet eden insanlar, emanete ihanet eden insanlar gibidir.
Kazancının az olduğu düşüncesi ile başka insanlara ve hayırlı teşebbüslere yardımı ertelemeyiniz. Zenginler bütün mallarını verseler, fakirler tek bir küpelerini, tek bir yüzüklerin vermeden bir savaş kazanılamaz.
Hz. Ayşe validemiz diyor ki:
Bir gün koyun kesmiş ve bir budunun dışında hepsini dağıtmıştık. Allah Rasulü:
– Koyunu ne yaptınız? Diye sorduğunda
– Ya Resulullah, dedim. Bütün koyunu muhtaçlara dağıttık. Bize sadece bir budu kaldı.
Allah Resulu’nün cevabı şudur:
– Ya Ayşe, demek ki bir buddan başka hepsi bize kaldı.

Otizm İletişim

 
Bu yazımızda İLETİŞİM sözcüğü üzerinde durmak istiyorum. Otizmin bir iletişim özürü olduğunu biliyoruz. Ancak bu cümleye tam olarak hakkını veremediğimizi, bana gelen yazılardan anlıyorum. Dikkat edersek ‘otizm bir konuşma özürüdür’ demiyoruz. Çünkü konuşamayan her insanın otizmli olduğunu düşünmüyoruz. Şöyle soralım kendimize: Konuşma, iletişimin kendi midir? Konuşma ile iletişim özdeş midir?

Bu soruların cevabını aslında hepimiz biliyoruz. Konuşma, iletişimin kendi değildir! Konuşma olmadan da iletişim olur. İletişim 100 sayfalık bir kitap olarak düşünülürse, konuşma bu kitabın içinde 20 sayfalık bir bölüm olarak düşünülebilir. Diğer 80 sayfa beden dili, resim, fotoğraf, eşyanın kendi ve işaret dili olarak düşünülebilir. İletişim denilince eğer sadece konuşmayı algılıyorsak diğer 80 sayfalık bölümü kaçırıyoruz, demektir. O zaman da kaçıracağımız çok önemli şeyler olabilir. Yüzüne bile bakmak istemediğimiz 80 sayfanın içindeki ‘işaret dili’ bölümünde, belki de çocuğumuzun diğer insanlarla olan iletişimini sağlayacak tek yolu bulabilme olasılığı vardır.

Belki de bize, iletişim ile konuşmayı özdeşleştiren şey, bizim kendi çocuğumuzla iletişim sorunu yaşamıyor görünüyor oluşumuz, olabilir. ‘Ben çocuğumu çok güzel anlıyorum!’ ‘Çocuğum bana herşeyi çok güzel anlatıyor!’ Bu durumda çocuk bir de konuşsa, sorun çözülecekmiş gibi görünüyor. Ancak iletişimde özür olmaması demek, çocuğun kendini ifade etme yeteneğini başkalarıyla da kullanması ve başkalarının ifade ettiğini de algılayıp, yorumlaması demektir.

Aslında sorunumuz, iletişim kurma isteğinde yatıyor. Evde anababaya çocuğun sadece ileti vererek kendi isteklerini yaptırması, ailenin ortak ilgi alanına çıkıp kendi ile ilgili olmayan konuları veya sosyal kuralları kabullenmesi anlamına gelmiyor. İşitme ve konuşma engeli olan biri ile otizmli birini karşılaştırırsak bunu daha iyi anlayacağımızı düşünüyorum. İşitme ve konuşma engeli olan kişiler iletişimi ‘telafi’ edebilecekleri bir yolla çözmüşlerdir. Çünkü diğer insanlarla iletişim kurma istekleri vardır. Konuşmanın olmaması, iletişim kurma isteklerini engellemez. Diğer insanların ne yaptıklarını merak ederler. Bu meraklarını da konuşmayı telafi ettikleri yolu kullanarak gösterirler. Oysa otizmli kişilerde iletişim kurma istekleri yok denecek kadar az veya yoktur. İletişimi de çok yakınlarıyla kendi iletilerini bildirme amaçlı kullandığını görüyoruz. Diğer insanlarla iletişim kurmak isteme, içine dönük yaşar veya iletişimi nasıl kuracağını bilemediğinden sürekli sorunlarla karşılaşır ve arkadaş edinemezler. İletişimde sosyal kuralları kullanamaması diğer insanlarla arasında sorun yaratır. Hangi iletişim dilini kullanırsa kullansın, çocuğumuz kendi dünyasında yaşamak istiyor, kendi kuralları söz konusu ve otorite olarak da sadece kendini kabul ediyor. Başka birine boyun eğmeden, bizim dünyamızda hazır bulduğu kurallara uymadan yaşayabileceği, tamamen ben-merkezli bir dünya yaratıyor kendine. Kendini çok gerekli olan şeyler dışında ifade etmesi gerekmiyor. İlgi duyduğu şeye sahip kişiye kendi iletişim kurma tarzı ile yaklaştığını görüyoruz. Kişinin onun için önemi yok, önemli olan kişinin sahip olduğu ve onun ilgi duyduğu şey oluyor.

Konuşmanın bir iletişim yolu olduğunu ve iletişimde başka yollar da bulunduğunu kabul ettiğimiz zaman çocuğumuzla daha geniş bir platforma çıktığımızı göreceğiz. Konuşma olması için, önce iletişim kurma isteği yani iletileri kabul etme isteği ve iletme isteği olmali. Bu da insanda sıfır yaş itibarıyla yavaş yavaş gelişen bir yeti. İletişim kurmak için istek olmazsa, masa başında, konuşmayı öğretmeye çalışmak zamanımızı boşa harcatabilir. Konuşmayı öğretemediğimiz gibi çocuğun öğrenebileceği başka becerileri de geciktirmiş kısaca çocuğun gelişimini engellemiş oluruz.

Ne yapabiliriz o zaman? Öncelikle çocuğun iletişim yolunu yani kendini ifade yolunu kabullenmemiz gerekiyor. Eğer çocuk kendini resimlerle ifade ediyorsa, çocuğun dilini görmezden gelip konuşmaya yönlendirmeye çalışırsak, çocuk iletişimi konuşma ile sürdürür diye bir kural yok. Çocuğun kendi biyolojik iletişim dilini kabulleniyorum. Bu dille örneğin resim dilini kullanıyorsa altyapısı olan beceriler üzerine yapmaya meyilli olduğu ama tamamlayamadığı beceriler üzerinde çalışıyorum. (Tuvalet eğitimi için resimleri şemaya sık aralıklarla koyarak fazla oranda da sıvı tükettirerek bu çalışmaları teke tek yapıyor ve iletişimi de çocuğun kullandığı dille yapmış oluyorum.) Resim ile iletişimi kurduğum halde az ve öz bir konuşma dili ile de destek veriyorum. Böylece çocuk ilk planda kendi dilini yani resim dilini iletişimde herkesle kullanabilme yetisini güçlendiriyor hem de konuşmanın paralel sürdürülmesi ile konuşmayı da iletişimde kullanabilme yetisini kullanma şansını elde etmiş oluyor.

Bunu, çocuğun ilk önce anadilini öğrenmesi ve anadili yerleştikten sonra, daha sonra ilkokul 3. sınıfta ikinci dil olarak ingilizceyi öğrenmesine benzetebiliriz. Nasıl ki normal gelişim geçiren çocuk önce anadilinde kendini ifadeyi öğrenecekse, bizim çocuklarımız da önce kendine özgü hangi dilde kendini ifade ediyorsa o dil öğretilmelidir. Anadilini öğrenen çocuk ikinci bir dil olarak ingilizceyi öğrenebilir. Bizim çocuklarımız da eğer işaret, sembol, resim, fotoğraf, beden dilinden hangi veya hangileri ile kendini ifade ediyorsa o dili geliştirmeliyiz. Sonra ikinci adımda kendini ifade ettiği bu dilin yanında konuşmayı da ikinci bir dil gibi düşünerek, geliştirmeliyiz. Çocuk küçükken anababa konuşma üzerinde birincil olarak durur ve bir yere ulaşamazsa bu kez çocuğun biyolojik dilinin geliştirmesine yardım edilmediğinden çocuk hem aile içinde ve özellikle de başkalarıyla ilişkilerde anlaşılamamaktan dolayı fevri davranışlarda bulunabilir ve ayrıca paralel çalışmayla daha sonra geliştirilebilecek bir konuşma dili de kaçırılmış olabilir.

Gelecek yazımızda –İsveç’te ABA’yı kullanan ‘Tippo Eğitim Merkezi’ni ziyaretimden sonra- eğitim konusunda son yenilikleri aktarabilmek umuduyla hepinize hoşçakalın diyorum…

Selvi Borazancı
Psikoterapist, Özel Eğitimci

 

Et hakkında Şaşırtan Haber

BILIM adamlari, hayvan kesimi sirasinda dinen yerine getirilmesi zaruri olan Bismillah, Allah-u Ekber sözünün kesilen etler üzerindeki herhangi bir etkisi olup olmadigini arastirinca sasirtici sonuçlarla karsilasiyorlar.
Arastirmanin metod ve teknigi konusunda bilgi veren Sam üniversitesi Eczacilik Fakültesi Dekani Prof. Dr. Nebil Serif, besmeleyle kesilen kus cinsi hayvan, sigir ve küçükbas hayvanlarin etlerinden ve besmelesiz kesilen ayni cins hayvanlarin etlerinden ayri ayri numuneler alarak özel laboratuvarlarda uzunsüreli mikroskobik incelemeler yaptiklarini söylüyor.

Sonuçta, besmeleyle kesilen hayvan etlerinin numunelerinin açik kirmizi gül rengini aldigi, besmelesiz kesilen et numunelerinin ise siyaha yakin koyu kirmizi bir renge büründügü görülüyor.

SASIRTAN SONUÇ

PROF. Serif ayrica, besmeleli etlerde her hangi bir mikroba rastlamadiklarini, besmelesiz etlerin teshisinde ise sürekli çogalan, büyük ölçüde zararli mikrop ve bakteriler tespit edildigini söylüyor. Besmelesiz kesilen etlerin dokularindaki kanlarda iltihapli akyuvarlar ve alyuvarlar tespit edilirken,
besmeleyle kesilen etlerin dokularinda buna benzer herhangi bir sonuca rastlanmadigi tespitinde bulunuluyor.
Arastirmada yer alan bilim adamlarinda Dr. Abdulkadir Dirani, Kuran’da, Allah adi zikir edilmeden kesilen hayvan etini yemeyin seklindeki ilahi emre ragmen hayvan kesiminde kimi zaman besmelenin ihmal edilmesi, bizleri bu konuyu bilimsel olarak arastirmaya sevk etti. Besmele ve tekbirle hayvan kesimi konusunu arastirmaya baslarken, ekipteki bazi arkadaslar konuya bastan soguk baktilar.
Ancak arastirmalar sirasinda her safhada çarpici sonuçlar ortaya çikinca, ekibin konuya olan ilgisi de artmaya basladi. Besmele ve tekbirle kesilen hayvan etlerinde, besmelesiz kesilen hayvan
etlerinin aksine, et dokularinda kan ve mikroplarin bulunmamasi, besmelenin büyük bir mucizesi olarak karsimiza çikti seklinde görüslerini dile getiriyor.
Arastirmayi yürüten grup adina Kuveyt Haber Ajansi’na açiklama yapan Prof. Dr. Halid Halave ise laboratuvar ortaminda yapilan deneylerde, besmelesiz kesilen sigir, küçükbas hayvan ve
kuslarin et dokularinda pihtilasmis kan, çogalmaya müsait bakteri ve mikroplar tespit edilirken, besmeleylme kesilen hayvan et dokularinda ise kan, mikrop ve bakterilere rastlanmadigini ifade
etmis.

KESIM FARKI

AYNI üniversitenin Veteriner Fakültesi Et Sagligi Bölümü profesörlerinden Fuad Nima, dünyanin birçok ülkesinde uygulanan, hayvanlarin uyusturularak öldürülmesi islemi sirasinda kanin
vücutta kalmasi, bu tür etlerin daha çabuk bozulmasina neden oluyor. Halbuki, kesim aninda çekilen besmele ve tekbirin, hayvana yaptigi tesir ve heyecanin, hayvan organ ve adalelerinde meydana getirdigi hareketin kanin azami miktarda disariya atmasina yol açtigini ve hayvanlarin daha az eziyet çektigini tespit ettiklerini belirtiyor. Arastirma sonuçlari böyle. Bize düsen, bu bilgileri sizlerle paylasmak. Konu hakkinda ayrintili bilgi almak isteyenler, http://us.moheet.com veya http://www.gidaraporu.com adreslerine de bakabilirler.

Inancimiza göre, Allah’in haram veya helal kildiklarinda illa bir hikmet aramak gerekmez. Fakat insanligin bugüne kadar edindigi temel tecrübe, Allah’in emir ve yasaklarinda bildigimiz veya
bilmedigimiz hikmetler oldugudur. Bilim gelistikçe, Allah’in bizler için hazirladigi nimet ve hikmetleri anlamak daha da kolaylasiyor.

%d blogcu bunu beğendi: