İİİ. ORTA YILLARDA TOPLUMSAL YAŞAM
Genç yetişkinlikte olduğu gibi orta yaşlılıkta da, kişinin başta gelen
iki büyük sorumluluğundan biri, benliğinin iç dünyasını düzenlemek,
diğeri de bir dış dünya örgütlemektir. Bu dış dünya aile, iş ve
toplumsal çevreden oluşmaktadır.
:::::::::::::::::
1. Aile
Genç yetişkinlik dönemi incelenirken, eş seçimi, ailenin kuruluşu,
karı-koca rollerinin benimsenmesi, ilk çocuğun doğuşu ve anababa
rolü üzerinde durulmuştu. Bu bölümde de orta yetişkinlik yıllarının
aile yaşam döngüsü incelenecektir. Çocukların yetiştirildiği bu dönem
ailenin aynı zamanda en çok uğraş verdiği dönemdir. Yetişen çocukların
aileye yüklediği ekonomik yük oldukça büyüktür. Aileyi geçindiren
kişi kazancının en yüksek düzeyine ancak 45-50 yaşları arasında
ulaşabilmektedir. Aileye çocukların katılması ekonomik yükü
arttırdığı gibi harcanan zamanı da arttırmakta, anababaya oturup başbaşa
konuşacak zaman bırakmamakta, yorgunluk ve iletişimsizlik cinsel
yaşamlarını da etkilemektedir. Bu ağır yükün altından ancak anababa
olmanın sorumluluğu ve özverisi ile kalkılabilmektedir.
Yetişkinlikteki aile yaşam döngüsünün evreleri ve bu evrelerde
geçen yıllar Tablo 17’de gösterilmiÅŸtir.
Okul çağında çocukları olan ailelerde çocuk, okul, sokak, komşu
ilişkilerini yaşayarak böylece yeni yaşam alanlarına girmektedir. Çocuk
yeni çevrelerde yeni deneyimler edinirken aile de onun gidiş
gelişlerindeki güveni sağlamaya çalışmaktadır. Bu dönemde aileler
okul ve eğitim konusunda da oldukça bilgi ve görüş sahibi olurlar. Ergen
çocuğu olan ailede ise ergenlik, hem aile hem de çocuk için en zor
dönemlerden biridir. Ergen, ailenin çocukluktan beri telkin ettiği pek
çok kuralı sınamaya başlar. Aile ergene hem duygusal destek sağlamak,
hem de belirli sınırlar içinde bağımsızlık vermek arasındaki nazik
dengeyi tutturabilmek zorundadır. Bu dönemde baba dışarda işiyle
uğraşmaktadır, ergen de çoğu zaman evin dışındadır. Anne ise evdedir
ve çok çalışmaktadır. Yorgun anne ve babanın karıkoca ilişkisi epeyce
zorlaşmıştır ve bunalım evrelerinden geçmektedir. Evliliğin ilk yılları
gibi 40-45 yaşlar arası da boşanmaların en çok olduğu dönemdir. Ailenin
yerleştirme merkezi olarak işlev gördüğü sonraki dönemde çocuklar
evlenerek ya da işe girerek evden ayrılmaktadırlar. Çocuklar
evde olmadığından anababa birbiri için sadece karıkoca rolünü oynamak
durumundadır. Babanın mesleğinin doruk noktasında olması, annenin
evde yalnız kalması ve bu arada menopoza girmesi nedeniyle ailede
zor günler yaÅŸanabilir. Anababalık sonrası aile ya da “boÅŸ yuva”
çocukların yerleştirilmelerinden emekliliğe kadar geçen sürede yaşanır
ve aşağı yukarı 15 yıl sürer. Karıkoca sonunda başbaşa kalmış, ailenin
ekonomik durumu rahatlamıştır. Kimileri için bu dönem evliliğin
ilk yıllarına dönüş gibidir, kimileri içinse bir sıkıntı ve çöküntü dönemi
olabilir. Bu döneme ulaşmış aile iki görevle yüklüdür: Kendi
yaşlı anababalarına bakmak ve kendi çocuklarının çocuklarına büyükbaba,
büyükanne olmak.
Tablo 17
Yetişkinlikte Aile Yaşam Döngüsü Evreleri
Evreler – Yıllar
1. Evli çift (çocuksuz) – 2 yıl
2. Çocuklu aile (ilk çocuk. doÄŸum-30 ay) – 2.5 yıl
3. Okulçağı öncesi aile (ilk çocuk. 30 ay-6 yaÅŸ) – 3.5 yıl
4. Okulçağı ailesi (ilk çocuk. 6-13 yaÅŸ) – 7 yıl
5. Ergen çocuklu aile (ilk çocuk. 13-20 yaÅŸ) – 7 yıl
6. Yerleştirme yeri olarak aile (ilk çocuğun ayrılmasından
son çocuÄŸun ayrılmasına kadar) – 8 yıl
7. Orta yaÅŸlı anababalar (boÅŸ yuvadan emekliliÄŸe kadar) – 15 yıl
8. Aile üyelerinin yaşlanması (emeklilikten eşlerin ölümüne
kadar) – 10-15 yıl
Kaynak: E.G.Duvall, Family Development, 1971, aktaran Schiamberg
ve Smith, 1982.
Neugarten ve Weinstein, orta sınıftan 50-60 yaşlarındaki deneklerde
büyükbaba ve büyükanne olma doyumunu ve biçimlerini araştırmıştır.
Bulgular, deneklerin dörtte üçünün büyük-anababalıktan doyum
bulduklarını, üçte birinin ise rahatsızlık ve düşkırıklığı yaşadıklarını
göstermektedir. Bu rolün anlamı deneklerce farklı yorumlanmaktadır.
Kimileri bu rolü bir tür biyolojik yenilenme (torunlarında yeniden
gençleşme) ya da biyolojik süreklilik (aile çizgisinin sürmesi) olarak
görmektedir; kimileri bu rolün bir tür duygusal doyum olanağı
verdiğini belirtmektedir (iş güç yüzünden geçmişte kendi çocuklarına
veremediğini şimdi torunlarına vermek). Kimileri torunları için kaynak
insan oldukları duygusunu taşırken, diğerleri de çocuklarından elde
edemediklerini torunlarından bulmayı ummaktadırlar. Çok sayıda
olan kimileri de torunlarından oldukça uzaktırlar (“çok güzel bir olay
ama hiç vaktim yok!”).
Neugarten ve Weinstein 5 tür büyükanababalık biçimi saptamışlardır:
a) Keyif arama ilişkisi: Torunlarıyla sadece sevmek için ilgilenirler,
onların bakımından ve yetiştirilmesinden sorumlu olmazlar. b)
Resmi ilişki: İlişki çok azdır, sadece belirli günlerde buluşmayla sınırlı
kalır. c) Vekil anababa olma ilişkisi: Ölüm, ayrılma, boşanma
gibi nedenlerle torunlara bakmayı üstlenmek söz konusudur. d) Ailenin
sağduyusu olma ilişkisi: Büyükanne ya da babanın beceri ve deneyimlerinden
yararlanma, akıl isteme ilişkisidir. e) Uzak ilişkiler: Toplumsal
ya da coğrafi açıdan aralarında uzun mesafe olanların ilişkisidir.
:::::::::::::::::
2. İş ve Meslek
Aile ve iş yaşamının birbiriyle sürekli etkileşim içinde olan sistemler
olduğu daha önce belirtilmişti. Aile yaşam döngüsü gibi bir de
iş yaşamı döngüsü olduğu daha önce açıklanmıştı. Kimmel (1974), tipik
bir iş yaşamı döngüsünde üç büyük dönüm noktası olduğunu belirtmektedir:
İşe giriş, ilerleyen yıllar, emeklilik.
A. İşe girme ve işte ilerleyen yıllar
İşe girme bir meslek seçimi sürecinin ardından ulaşılan dönüm
noktasıdır ve genç yetişkinlik yıllarında yaşanır. İş yaşamının ilerleyen
yıllarında bir dönüm noktası ve bir bunalım daha ortaya çıkar. Bu
bunalım bir bakıma işe girişte yaşanan bunalıma benzer. Orta yıllarda
birey gelecekteki olanaklarını değerlendirdiği bir noktaya gelir. Bu
bunalımın iÅŸe giriÅŸteki bunalımdan farkı “kariyer saati”ne dayanmasından
doÄŸar. Bu saat “toplumsal saat”e benzer ve bireyin meslekte
tam saatinde olduğuna ya da zamanın gerisinde kaldığına ilişkin öznel
duygusunu dile getirir (ilk kitabını elli yaşından sonra yazmaya başlayan
öğretim üyesinin duyguları gibi). Birey, orta yıllarda 45-55
yaşları arasında emeklilikten önce kaç yılı kaldığının birden farkına
varır ve amaçlarına ulaşmadaki hızını değerlendirir. Eğer oldukça geride
kalmışsa ya da amaçları gerçekçi değilse, çok geç kalmadan işini
değiştirmeye ya da amaçlarını daha gerçekçi kılmaya karar verir. Orta
yıllarda insanlar yaşam çizgileri ile meslek çizgileri arasında sıkı bir
ilişki olduğunu algılarlar. Meslek beklentileri ile meslek başarıları
arasındaki farklılık yaşın -yaşlanmanın- farkına varılmasına neden
olur. Orta yıllarda meslek amaçlarının değerlendirilmesinin yanısıra,
Neugarten’in belirttiÄŸi gibi, baÅŸarı, yeterlilik, denetim altına alabilme
duygusu da söz konusudur. Orta yıllarda başarılı olanlar geçmiş
deneyimlerinden kaynaklanan çok gelişmiş bir karar verme yeteneğine
de sahiptirler. Neugarten’in baÅŸarılı deneklerinden çok azı yeniden
genç olmak istediklerini söylemişlerdir. Yaşam döngüsünün orta yıllarında
yaşanan bu olaylarda yine bir benlik değişimi söz konusudur.
Genel olarak, meslek basamaklarında her yeni adım, yeni bir çevre getiren
her terfi, yeniden toplumsallaşmayı gerektiren her yeni iş benlikte
deÄŸiÅŸimlere neden olur ve bu deÄŸiÅŸimler her zaman yeni benlikle
içsel benliğin bütünleşme sürecini harekete geçirir.
B. Emeklilik
Emeklilik orta yıllardan yaşlılığa geçişi belirleyen toplumsal bir
dönüm noktası olduğu için yetişkin gelişiminde önemli bir aşamadır.
Emeklilikteki geçiş erinlikteki geçişe benzetilebilir; ancak, erinlikte
biyolojik etkenlerin ağır basmasına karşılık, emeklilikte toplumsal etkenler
daha önemlidir. Emeklilik ayrıca, çalışmanın sona ermesiyle
boş zaman döneminin başlamasını da belirler.
Carp’a göre emeklilik olgusunun üç temel yönü vardır: Olay,
statü ve süreç olarak emeklilik. Emeklilik her şeyden önce bir geçiş
noktasını gösteren bir olaydır. Üretimin artması emeklilik yaşını indirmekte,
yaşam süresinin uzaması da emeklilik süresinin uzamasına neden
olmaktadır. Bir toplumsal konumdan diğerine bu geçiş bir tür geçiş
töreniyle de belirlenebilir, kimilerinin emekliye ayrılışı basına da
yansıyabilir. Yine de emeklilik kesin bir toplumsal anlamı olmayan
bir toplumsal olaydır; anlamı daha çok bireyin toplumsal yaşam alanı
ile sınırlıdır. Öte yandan, emeklilik bir statü olarak da
değerlendirilebilir. Emeklilik olayının ardından birey, kendine özgü rolleri,
beklentileri ve sorumlulukları olan yeni bir toplumsal konuma geçer. Bu
değişim üstlenilen rollerde ve yaşam standardında bir düşüşü de içerir.
Bu nedenle, emekli statüsüne geçiş toplumsal konumda olumsuz bir
değişimdir. Azalan rollere ve artan boş zamana karşın toplumsal değişim
olumsuz yöndedir. Buna karşılık, emeklilik için gerekli çalışma
süresinin azalması ve yaşam süresinin uzaması nedeniyle bu statüde
yaşayanların sayısı da gittikçe artmaktadır. Dolayısıyla, gelecekte
emeklilik statüsünün daha doyurucu olması beklenebilir. Toplumun
bütün yaşlar için boş zaman etkinliklerine verdiği önem arttıkça,
emekli insanlar çevrelerine yararlı yeni roller üstlendikçe emekliliğin
toplumsal değeri de yükselecektir. Emeklilik bir süreç olarak da kabul
edilebilir. Bu süreç yeni statüye hazırlanılmasını ve bu statü
değişikliğinin getirdiği yeniden toplumsallaşmayı içermektedir. Bu bakış
açısından, emeklilik sürecindcki biyolojik, psikolojik ve toplumsal
etkenlerin önemi vurgulanabilir. Bu süreci anlamak, sadece olayın etkisini
değil, aynı zamanda bireyin özelliklerini, geçmekte olduğu yeni
statünün özelliklerini de anlamayı gerektirir.
a. Biyolojik Etkenler. Emekliye ayrılmada biyolojik etkenlerin
önemli bir payı vardır. Emeklilerin hemen hemen yarısı kötü
sağlık koşulları nedeniyle emekliye ayrılmış kişilerdir. En kötüsü de,
bu kişilerin aynı nedenle boş zaman etkinliklerine katılamamalarıdır.
Bireyin emeklilikte yeterince doyum bulabilmesinde biyolojik düşüş
önemli bir etkendir; öte yandan, hastalık da biyolojik düşüşe bağlı
temel bir etkendir. Eğer belirli bir hastalık yoksa yaşa bağlı değişim
de az olmaktadır. Örneğin, emeklilikten sonra başlayan akıl hastalığı
çoğu zaman fiziksel bir hastalığın ardından gelir ve hastalığın yol
açtığı toplumsal yalıtılmışlık emeklilikten çok hastalığa bağlıdır.
Benzer biçimde, emeklilikten sonra ortaya çıkan depresyon geçici bir
durumdur ve fiziksel hastalığı birkaç yıl sonra izleyen depresyonun
aksine hastanelik düzeye gelmez. Şu halde, hastalık çok önemli bir biyolojik
etkendir ve insanın fiziksel sağlığı emeklilikteki doyumlarını,
rollerini, kendini algılayışını etkiler. Emekli kişi sürekli tıbbi bakıma
gereksinme gösteriyorsa, bağımsızlık duygusunu, özsaygısını, yeterlilik
duygusunu, anlamlılık duygusunu koruması da oldukça güçleşecektir.
Ancak, tıp bilimi henüz emekliye ayrılma ile hastalık başlangıcını
birbirinden kesinlikle ayırabilecek düzeyde değildir.
b. Sosyo-kültürel Etkenler. Birey için emekliliğin anlamı,
büyük ölçüde, emekliliğin toplumsal etkenlerinden ve kültürel tanımından
etkilenmektedir. Örneğin, emeklilik rollerde ani değişime neden
olduÄŸundan, bu deÄŸiÅŸimin isteyerek ya da zorunlu olarak ortaya
çıkması emekliliğin bireyin gözündeki anlamını da etkileyecektir. Bu
değişimin anlamı emeklilik statüsünün özelliklerinden de etkilenecektir.
Araştırmalar, yüksek gelir, eğitim ve mesleki statü sahibi kişilerin
uzun süre çalıştıklarını; emekliliği isteyenlerin emekli olmaya istekli
olmayanlardan daha önce emekli olduklarını, kadınların emekliliği erkeklerden
daha az istediklerini ortaya koymaktadır. Bu karmaşık
örüntüler emekliliğin ancak bireyin yaşam alanı içinde kavranabileceğini
göstermektedir. Örneğin, emeklilikteki yüzde elliye yakın gelir
düşüşüne karşın emeklilik gelirinin yeterli bulunması, ileri yaşlarda
ortaya çıkabilecek hastalıkların dikkate alınmaması yüzünden olabilir.
Deneklerin yeterli gelir kavramları gençliklerinde yaşadıkları ekonomik
sıkıntılardan etkilenmiş olabilir (cohort-bölük etkisi). Yararsızlık
duygusunun artışı söz konusu ise de, emeklilerin çoğu böyle bir duygudan
söz etmemektedirler; “yaÅŸam doyumu” duygusunda emekli
olanlarla olmayanlar arasında hiç fark bulunamamıştır. Erken emekli
olanlar geç olanlara oranla emeklilikten daha hoşnut olma eğilimindedirler.
Yaşam doyumunda, emeklilikten önce emeklilik konusundaki
duygular, emekliliğin istemli ya da zorunlu olmasından daha etkilidir.
Araştırmalar, emeklilik konusunda yaygın olarak beklenen olumsuz
sonuçlar doğrultusunda bulgular vermemektedir. Tam tersine, emekli
insanların toplumdaki yeni konumlarına bağlı olumsuzluklara hoşgörüyle
baktıkları ortaya çıkmaktadır. Bunun nedeni, emeklilik değişiminin
daha önceki değişimlerden farklı ama daha korkunç olmaması
olabilir. Üstelik emekliler, Darwin’ci anlamda, daha önceki bütün
değişimleri, bunalımları, güçlükleri atlatabilmiş en güçlülerdir.
Kuşkusuz, emeklilik sürecindeki bazı değişiklikler bu olayı travmatik
hale getirebilir. Emeklilik sırasal bir düzen içinde ilerleyen bir
meslek yaşamının son aşaması ise ve birey mesleğini tamamlamış olma
duygusuyla emekli oluyorsa sorun yoktur; ama, emekliliğin düzensiz
bir biçimde ortaya çıkması, belirli bir geçiş süresine olanak vermemesi
durumunda bunalım söz konusu olabilir. Yine de, kötü bir
işten ayrılınıyorsa ve daha iyi şeyler yapılabilecekse emeklilik olumlu
bir geçiş olabilir. Emeklilik ve aile ilişkilerinin etkileşimi de önemlidir.
Eş yaşıyorsa emeklilik çifti daha yoğun bir ilişkiye sokabilir.
Genel olarak çiftler için emeklilik yıllarının mutlu geçtiği söylenebilir.
Ancak bazen de tersi olmakta, daha önce biriken nefret su yüzüne
çıkmaktadır. Daha önce kendi iş dünyasında yaşayan erkek emeklilikle
birlikte karısının yaşam alanına girer ve bu alanın paylaşılmasında
sorunlar belirebilir.
Emeklilik araştırmaları emekliliğin önceden planlanmasının önemini
vurgulamaktadır. Bu planlama, emeklilik sonrası gelir kaynaklarını,
boş zaman ilgilerini, çevrede üstlenilecek yeni rolleri ve ilişkileri
düzenlemeyi ve emekliliğe ilişkin bir bilinç geliştirmeyi içermektedir.
Bu süreç zaman aldığı için önceden planlanması gerekli görülmektedir.
c. Psikolojik Etkenler. Emeklilik döneminde bireyin mesleğe
ve aileye katkısını değerlendirmesi önem taşır. İşte ve ailede önemli
şeyler üretmiş olmaya bağlı doyum duygusu sonraki döneme taşınacak
önemli bir etkendir. Ketlenme ve verimsizlik duygusu ise emekliliği
zorlaştıracaktır. Üretkenlik olanağı emeklilikle sona ermez; bütünlük
duygusu da sadece emeklilik sonrasına örgü değildir. Yaşam
döngüsünün evreleri birbiri üstüne gelir ve temel yaşantılar birbirini
bütünler. ÖrneÄŸin emeklilik Erikson’un kuramında sonraki dönemin
özelliÄŸi olan “bütünlüğe karşı umutsuzluk” bunalımının önemini arttırır.
Emeklilikle birlikte birey, içinde önemli bir rol oynadığı ve kararlar
verdiği karmaşık dünyadan daha az karmaşık bir dünyaya geçer.
Daha çok boş zamanı, daha az görevi vardır. Bu geçişin etkisini,
önceden planlama kadar, kişilik özellikleri de belirler. Reichard, Livson
ve Peterson, emekliliğe iyi uyum gösteren üç kişilik tipi ve kötü
uyum gösteren iki kişilik tipi ayırt etmektedirler. İyi uyum sağlayan
kiÅŸiliklerden birincisi “olgun” diye adlandırılan kiÅŸiliktir. Bunlar
yaşlılığa kolaylıkla giren, kendilerini gerçekçi bir biçimde kabul eden,
kişisel ilişkilerinde ve etkinliklerinde doyumlu kişilerdir. İkinci grup
“salıncaklı sandalye insanları” diye adlandırılmaktadır; bunlar
edilginlikleri nedeniyle emeklilikteki sorumluluktan kurtulma olanağını
sevinçle karşılayan ve köşelerine çekilmeyi yeÄŸleyen insanlardır. “Zırhlı”
olarak adlandırılan üçüncü grup, anksiyeteye karşı düzenli işleyen
bir sistem geliştirerek yaşlılığın edilginliğini ve çaresizliğini
atlatabilen, fiziksel gerilemeyi yenebilmek için sürekli etkin olmayı
yeğleyen kişilerden oluşur; bu insanlar güçlü savunmalarıyla yaşlanma
korkusundan kurtulmuşlardır. Yaşlanmaya kötü uyum gösterenler arasında
en büyük grubu “kızgınlar” adı verilen insanlar oluÅŸturur. Daha önce
amaçlarına ulaşamamış olmaktan dolayı kızgın, düşlerini
gerçekleştiremedikleri için başkalarını suçlayan, yaşlanmakla bağdaşamayan
insanlardır bunlar. Diğer uyumsuz grup ise, geçmişe bakıp düş kırıklığı
ve başarısızlık gören, ama kızgınlıklarını kendi içlerine çevirmiş,
kendilerini suçlayan, yaşlandıkça daha depresif olan, değersizlik duyguları
duyan kiÅŸilerden oluÅŸmakta ve “kendilerinden nefret edenler” diye
adlandırılmaktadır. (Bu kişilik özellikleri yaşlılıktaki bireysel gelişim
incelenirken yeniden ele alınacaktır.)
Bu veriler, insanın kişilik üslubunun oldukça tutarlı olduğunu ve
emeklilik gibi bir dönüm noktasında da aynı biçimde tepki verdiğini
ortaya koymaktadır (D.C. Kimmel, 1974).
Özetle, şunları söyleyebiliriz: Emeklilik insan yaşamındaki dönüm
noktalarından biridir. Emekliliğin doğurabileceği sorunlar toplumsal,
kültürel, ekonomik ve kişisel özelliklere bağlıdır. Esnek bir
kişilik yapısına sahip kişiler emekliliğe de kolayca uyum sağlayabilirler.
Emekliliğe önceden hazırlanmak da önemlidir, böyle bir hazırlık
yapmamış kişilerde boşluk, anlamsızlık, işe yaramazlık duyguları
oluşabilir. Tıptaki gelişmeler ortalama insan yaşamını uzattığından
günümüzde emeklilik dönemi de uzamaktadır. Ne var ki, kişilerin
uzayan bu döneme uyum sağlamalarını kolaylaştırma yolunda önemli
adımlar atıldığı söylenemez. Araştırmalar, yaşlanmakta olan kişilerin
sağlıkları izin verdiği sürece çalışmayı yeğlediklerini göstermektedir.
Bunun nedenleri arasında, ekonomik zorunluluk, toplumsal baskı,
başka ne yapacağını bilememe, kişiliğini ancak işinde bulma vb. sayılabilir.
Bazı kişiler için iş salt gelir getirdiği için önemlidir, böyle düşünen
kişinin işi ona gelişim açısından herhangi bir katkıda bulunmaz.
Buna karşılık bazı kişiler için yaptıkları iş parasal katkıdan daha
önemli değerler sağlar, kendine güveni arttırır, topluma katılımı güdüler.
Emeklilik bu ikinci tür kişiler için diğerleri için olduğundan
daha zor bir dönem olabilir. Emeklilik karşısındaki tutumları etkileyen
etkenler şunlardır: Sağlık durumu, işe karşı tutum, emeklilik türü,
emekliliğe hazırlanma, emeklilikte gelir düzeyi, ailenin tutumu.
Bütün bu bilgiler emekliliğin yalıtılmış bir olay değil, bir dizi
evre içeren bir süreç olduğunu göstermektedir. R. C. Atchley emeklilik
yaşantısının geçirdiği evreleri belirlemiştir (bk. Tablo 18). Bazı
kişiler birtakım evreleri atlarlar, kimileri de tekrar ederler. Emeklilik
öncesi evresinde insanlar kendilerini işlerinden duygusal olarak
uzaklaştırmaya ve emeklilik yaşamı hakkında düşlemler kurmaya başlarlar.
Balayı evresi iş bırakıldığında ve düşlemleri gerçekleştirmeye girişildiği
zaman başlar. Düşlemleri gerçekçi olmayan kişiler daha sonra
uyanma evresine girerler. Uyanmış emekliler düşlemlerini bırakıp
gerçekçi seçimler aramaya başladıklarında yeniden yönelim evresine
ulaşırlar. Bu evre genellikle emekliliğin ikinci yılının sonunda ortaya
çıkmaktadır. İnsanlar doyumlu bir yaşam üslubunu bulduklarında da
kararlılık evresine girmektedirler. Bu kişiler kendilerine uygun bir
emeklilik rolünü başaran kendine yeterli yetişkinlerdir. Emekliliğe
ilişkin gerçekçi beklentilerle emekli olan kişiler balayı evresinden
doğrudan doğruya bu evreye geçebilirler. Bitirme evresinde insanlar
emeklilik rolünün dışına çıkarlar. Kimileri çalışmaya geri döner; çoğu
için bu rol hasta ve zayıf düştüklerinde sona erer; artık kendilerine
bakmaya yetenekli olmadıkları için hasta ve zayıf rolünü üstlenmeleri
gerekmektedir (Hoffman ve ark., 1994).
Tablo 18
EmekliliÄŸin Evreleri
Evre – Özellik
Emeklilik öncesi – EmekliliÄŸe duygusal bakımdan hazırlanma
Uyanma – Emeklilik öncesi düşlemlerin gerçekleÅŸtirilmesi
Yeniden yönetim – Gerçekçi seçimlerin araÅŸtırılması
Kararlılık – EmekliliÄŸe baÅŸarılı uyum
Bitirme – Çalışmaya yeniden dönme ya da hasta
ve zayıf olma rolüne sığınma
Kaynak: Atchley, 1976. Aktaran Hoffman ve ark., 1994.
:::::::::::::::::
3. Toplumsal Çevre
Orta yaşlılıkta insanların toplumsal ilişkileri bir bakıma onların
toplumsallaşma yeteneklerinin de anlatımıdır. Toplumla ilgili etkinliklerin
pek çok türü vardır: Siyasal, dinsel etkinlikler, dernek ya da kulüp
üyeliği, eğlence toplantıları, vb. Bu etkinlikler sosyo-ekonomik
düzeyle yakından ilişkilidir. Gelir düzeyleri yüksek olanların toplum
içinde daha etkin oldukları bilinmektedir.
Orta yaÅŸlılığın geliÅŸim görevlerinden biri de “arkadaÅŸlık” sanatına
ulaşmaktır. Orta yaşlılıkta kişi arkadaşlık konusunda daha seçici olmakta,
ama arkadaşlıktan beklentilerini daha çok gerçekleştirmektedir.
Özellikle streslerle dolu dönemlerde yetişkinler için arkadaşlık
çok önemli olmaktadır. Yakın arkadaş yetişkinin en güvendiği ve
önem verdiği kişidir. Knox yetişkin arkadaşlığının temel boyutları olarak
ÅŸunları göstermektedir: 1) En önemli boyut “yaÅŸantı benzerliÄŸi”dir
ve deneyim, etkinlik, ilgi paylaşımını içerir. 2) İkinci boyut
“karşılıklılık”tır ve destek olma, baÄŸlılık, kabul edicilik ve güvenirlik
özelliklerini içerir. 3) Üçüncü boyut birlikte haz duyma özelliğini içeren
“uyuÅŸabilme” boyutudur. 4) Dördüncü boyut “yapısal”dır ve coÄŸrafi
yakınlığı, sürekliliği ve uygunluğu içerir. 5) Beşinci boyut, kimi
arkadaşların yarattıkları hayranlık ve saygınlık nedeniyle model olma,
rehberlik etme özelliğiyle ilgilidir (Schiamberg ve Smith, 1982).
Neugarten (1980), günümüz Amerikan toplumunda orta yaşlıların
“belki Amerika’nın sahip olduÄŸu ilk gerçek boÅŸ zaman deÄŸerlendiricileri”
olduğunu söylemektedir. Boş zamanın toplum ve bireyler
için ne anlama geldiği sorulabilir. Boş zaman, daha fazla TV izlemek,
daha fazla yolculuk yapmak ya da arkadaÅŸlarla daha fazla birlikte olmak
demek midir? Yoksa eÄŸitime, sanatlara, toplumsal hizmetlere daha
fazla zaman ayırmak anlamına mı gelmektedir? Bu sorular, her bireyin
kendi boş zamanını değerlendirme kararını kendisinin vereceği
biçimde yanıtlanabilir. Ancak, her bireysel kararda toplumun da payı
olduğu kuşkusuzdur. Toplumsal değerler boş zamanın tanımlanmasında
etkili olmaktadır. Örneğin, boş zaman ne anlama gelmektedir, çalışılmayan
zamanla boş zaman, serbest zamanla boş zaman aynı şeyler
midir? Boş zamanın (leisure) tanımlanmasının çok zor olduğu ilgili
yayınlarda vurgulanmaktadır. Kelly, üç farklı boş zaman türü olduğunu,
bir de boş zaman olmayan çalışılmayan zaman türü bulunduğunu
belirtmektedir. 1) “KoÅŸulsuz boÅŸ zaman”, özgür olarak seçilen
ve işe bağlı olmayan boş zamandır. Tek saf boş zaman tipi olarak
ideal bir boş zamandır. Bir etkinliği gönlünce seçmek ve yapmak bu
türe girer, ama iş sıkıntılarından kaçmak bu türe girmez. Etkinliğin anlamı
ve seçme özgürlüğü bu tür için çok önemlidir. 2) “KoÅŸullu etkinlik”,
yine özgür olarak seçilmiş, fakat herhangi bir biçimde işle
bağlantılı olan etkinliktir. Boş zamanında bilimsel bir dergi okuyan
profesörün etkinliği buna en güzel örnektir. Bir iş adamı gönlünce
golf oynamak için golf sahasına gitliğinde bu etkinlik ikinci türe girer.
Üçüncü tür, tam anlamıyla özgürce seçilmiş olmayan, ama işle doğrudan
baÄŸlantısı da bulunmayan “tamamlayıcı etkinlik”tir. Bu tür etkinlik,
gönüllü örgütlere (meslek birlikleri, kulüpler, vb.) girme ya da
topluluk etkinliklerine (okul-aile birliği, vb.) katılma biçiminde
olabileceği gibi, sosyo-ekonomik statüde ilerleme, eğitimini geliştirme
biçiminde de olabilir. “Hazırlık ve ödünleme” etkinlik türü, iÅŸle baÄŸlantılı
ve serbestçe seçilmiş olmayan, dolayısıyla boş zaman etkinliği
sayılmayan türdür. Örneğin, işi yüzünden TV izlemekten başka bir
şey yapamayan kişi, müşterilerini ağırlamak zorunda olan satıcı,
yarınki dersini hazırlayan öğretmen boş zaman etkinliğinde bulunuyor
sayılmamaktadır. Bu etkinlikler doğrudan işle ilgilidir ve iş tarafından
belirlenmektedir.
Kimmel (1974), normal bir kişinin neleri yapmaya yetenekli olması
gerektiÄŸi sorusuna Freud’un verdiÄŸi yanıtı bugün biraz deÄŸiÅŸtirmek
zorunda olduğumuzu söylemektedir: Normal bir kişi sevmeye,
çalışmaya ve boş zamanını değerlendiımeye yetenekli olmalıdır.
:::::::::::::::::
IV. YETİŞKİN EĞİTİMİ
Bu bölümde, günümüzde yetişkinlerin yeniden eğitimi, sürekli
eğitim, yaşamboyu eğitim gibi adlarla anılan etkinliği, iki açıdan ele
alacağız. Bunlardan birincisi eğitime yeniden dönen yetişkinler konusu,
ikincisi de okuma-yazma bilmeyen yetiÅŸkinlerin eÄŸitilmesi sorunudur.
Birinci konuyla ilgili olarak Perlmutter ve Hall’dan (1992) aÅŸağıya
aldığımız parça ileri yetişkinlikteki eğitimin anlamını çok iyi
açıklamaktadır.
“Pek çok gerontolog sürekli eÄŸitimin yaÅŸlılık yıllarının
kalitesini büyük ölçüde iyileştireceğine inanmaktadır.
Eğitim bilgi sağlar, ama aynı zamanda tutumları, inançları,
davranışı etkileyen bir toplumsallaşma etkeni olarak
uyarır ve etkide bulunur. Yaşlı öğrencilerin amaçları
onların eğitimin değerinin farkında olduğunu göstermektedir.
Kimi yaşlı öğrenciler, bedenlerinde ve davranışlarında
olgunlaşmanın ve yaşlanmanın sonucu olan
değişimleri anlamalarına ve belki de ödünlemelerine
yardımcı olacak bilgiyi ararlar. Kimileri de eskiliğiyle
onları tehdit eden teknolojik ve kültürel değişimi anlamaya
çalışırlar. Bu değişimlerin kişisel sonuçlarına karşı
bilgideki ve becerilerdeki kuşak farklılıklarını en aza
indirecek dersler alarak savaÅŸabileceklerdir. Kimileri
belki bir ikinci -ya da üçüncü- mesleğe girmelerini sağlayacak
yeni mesleki beceriler kazanırlar. Kimileri de
eğitimi anlamlı emeklilik rolleri geliştiren bir kişisel
geliÅŸme ve doyum aracı olarak kullanırlar.” (Perlmutter
ve Hall, 1992).
Perlmutter ve Hall’ın (1992) belirttiÄŸi gibi, okulun yaÅŸlı yetiÅŸkinlere
kapılarını açması oldukça gecikmiştir. Bunun nedenlerinden biri
yaşlılık karşısındaki tutumlarımızdır. Yakın yıllara kadar yaşlanma
düşüş, bozuluş ve ölümle eşanlamlı sayılıyordu. Şimdi artık yaşlı kişilerin
de eÄŸitimden yararlanabileceÄŸi kabul edilmektedir.
Yetişkin eğitimi etkinliklerine genellikle genç ve orta yaşlı yetişkinlerin
katıldığı bilinmektedir. Amerika Birleşik Devletleri Nüfus
Bürosu’nun 1990’da bildirdiÄŸine göre, bu ülkede orta yaÅŸlı (35-54 yaÅŸlar
arasındaki) yetiÅŸkinlerin yüzde 17’si ve 54 yaşından büyüklerin
yaklaşık yüzde 6’sı okula yeniden dönmektedir. YetiÅŸkinlerin eÄŸitime
yeniden katılma nedenleri çok çeşitlidir, amaçları ise yaşla çok az
değişmektedir. Genç yetişkinler iyi bir iş, bir genel eğitim sahibi olmak,
daha fazla para kazanmak istediklerini belirtirken, daha yaşlı yetişkinler
topluma katkıda bulunma, daha kültürlü bir kişi olma, daha fazla
para kazanma isteklerini dile getiımektedirler; ilginç şeyler öğrenme,
ilginç kişilerle tanışma niyetleri de belirtilmektedir. Willis (1985)
yetişkinlerin eğitimlerinde bellibaşlı beş amaç saptamaktadır. Birincisi,
yetişkinlerin kendilerini ikinci bir mesleğe hazırlamalarıdır. Bunlar
erken emekli olan, işinden bıkan, mesleğine ilgisini yitirmiş kişilerdir;
bazıları da yıllarını çocuk yetiştirmeye verdikten sonra iş pazarına giren
kadınlardır. İkincisi, eğitimden toplumsal-kültürel değişimi anlama
aracı olarak yararlanmaktır. Toplumsal ve teknolojik değişimlerin
yarattığı tehdide karşı savaşabilmek için onları anlamak gerekmektedir.
Hızlı değişim, özellikle kişisel denetimin yitirildiğini telkin ettiği
durumlarda tehdit edici olabilmektedir. Sürekli ya da yaşamboyu
eğitimin geleneksel hedefi yetişkine bu değişimi kavrama yollarını
sağlamaktır. Üçüncü amaç, teknolojik ya da sosyokültürel eskimeye,
modası geçmeye karşı savaşmadır. Gelişmiş ülkelerde sanayi ya da iş
dünyası bu tür bir yetişkin eğitimini elemanlarına kendisi sağlamaktadır
(en bilinen örnek büro memurlarına bilgisayar kullanımının
öğretilmesidir). Dördüncü eğitim amacı doyumlu emeklilik rollerinin
yaratılmasıdır. Burada amaç ekonomik yarar sağlamak yerine
kişisel doyuma ulaşmaktır (hobiler, boşzaman ilgileri geliştirmek gibi).
Son olarak, yaşlı yetişkinlerin önemli bir amacı da yetişkinliğin
biyolojik ve psikolojik değişimlerini kavramaktır. Öğrenme, bellek, sorun
çözme alanlarındaki düşüşleri önlemek için geliştirilen bilişsel
stratejiler yetişkinlere öğretilebilmektedir. Bilişsel alandaki birçok
araştırma kişinin eğitim düzeyinin yaşından çok daha etkili olduğunu
göstermektedir.
Varolan eğitim programları ile yaşlı öğrencilerin gereksinmeleri
arasındaki kopukluğu gidermek için doğrudan onlara yönelik programlar
hazırlanmaktadır. Bunlardan biri Amerika BirleÅŸik Devletleri’nde
60 yaşını geçmiş kişiler için düzenlenen, yoğun olmayan, kısa
süreli bir programdır. “Elderhostel” adını taşıyan bu programda konular
mimariden genetik mühendisliğine, deniz ekolojisinden beyzbol
edebiyatına kadar çok çeşitli alanlara yayılmaktadır. Araştırmalar, 71-86
yaÅŸlar arasındaki bazı “yaÅŸlı” öğrencilerin bu derslerden en fazla
yararlananlar olduğunu göstermektedir.
Öte yandan, okur-yazar olmayan yetişkinler sorunu dünyamızın
hala ciddi bir sorunudur. Söz gelimi, BirleÅŸmiÅŸ Milletler’e mensup 158
ülke içinde Amerika Birleşik Devletleri bile okur-yazar nüfus sıralamasında
kırk dokuzuncu sırayı almaktadır. 1970’lerde bu ülkede nüfusun
üçte birinin okumaz-yazmaz olduğu kestiriliyordu; on yıl sonra
bu oran yüzde on üç dolaylarındaydı. Ancak bir ülkede okumaz-yazmaz
yetişkinlerin sayısını belirlemek sanıldığı kadar kolay değildir.
Bu konudaki kestirimler, hiç okuma-yazma bilmeyenlere mi, yoksa
temel okuma-yazma becerisine sahip olup da bunu üretici bir biçimde
kullanmayanlara mı bakıldığına göre değişmektedir. İşlevsel
okumaz-yazmaz olarak adlandırılan ikinci gruptaki insanların nasıl
tanımlanacağı konusunda da pek görüş birliği yoktur. Bununla birlikte,
yetişkin eğitimi konusundaki beklentilerin dayandığı temel ilke
değişmemektedir: Eğer sağlığımızı koruyabilirsek, hep etkin olursak,
zihnimizi kullanmayı sürdürürsek, büyük olasılıkla bilişsel işlevlerimizde
önemli düşüşler olmayacaktır. Bu da yetişkinlerin her yaşta eğitimlerini
sürdürebilecekleri anlamına gelmektedir.
Yetişkinlerde yaşa bağlı bilişsel düşüşler daha çok deneysel
araştırmalarda ortaya çıkmakta, bunların gündelik yaşamdaki etkisinin
çok az olduğu görülmektedir. Bireyin yaşam koşullarını dikkate alan
kuramlara göre, gelişim büyük ölçüde bilişsel, toplumsal, fiziksel çevreye
bağlıdır. Çeşitli eğitim programlarıyla yaşlı kişilerin sorun çözme
kalitesi, bellek işleyişi, akıcı zeka düzeyi iyileştirilebilmektedir. Hangi
teknik kullanılırsa kullanılsın eğitim genellikle etkili olmaktadır. Yaşlı
kişiler eğitim sırasında çözdükleriyle aynı tür sorunlarla karşılaştıklarında
yeni stratejiler kullanabilmektedirler. Buradaki sorun, bu stratejilerin
benzer olmayan sorunlara aktarılması konusunda ortaya çıkmaktadır.
Bununla birlikte, gerek sorun çözme eğitimi, gerek bellek
eğitimi, gerek akıcı zeka eğitimi programlarında yaşlı kişilerin önemli
ilerlemeler kazandıkları görülmektedir (Hoffman ve ark., 1994).
Yorum yazabilmek için oturum açmanız gerekir.