hd porno porno hd porno porno

YAŞLILIK PSİKOLOJİSİ-3

2.712 okundu

3. Kişilik Özellikleri

Kişiliğin ele alınışında her insanın tek ve biricik olduğu gerçeğini
her zaman akılda tutmak gerekir. Bununla birlikte, bir kişilik tipolojisi
yapmak da olanaklıdır. Nitekim, yaşlı kişileri inceleyen gerontologlar
belirli kişilik tipleri saptamaktadırlar.

Reichard, Livson ve Peterson 55-84 yaşları arasındaki 87 erkeği
inceleyerek belli başlı kişilik tiplerini ortaya çıkarmışlardır. İyi uyum
saÄŸlamış olanlar “olgun”, “salıncaklı sandalyeli” ve “zırhlı”
kategorilerinde, daha az uyum saÄŸlamış olanlar ise “kızgın” ve “kendinden
nefret eden” kategorilerinde sınırlanmışlardır. “Olgun” tip yaÅŸamdan zevk
alır, kendini kabul eder, etkinliklerinde ve başkalarıyla ilişkilerinde
doyum arar, geçmişte olanlara yazıklanmadan içinde bulunduğu durumda
en iyisini yapmaya çalışır. “Salıncaklı sandalyeli” tip de yaÅŸlılık
yıllarında başarılıdır, ancak yaşama olgun gruptan daha edilgin
bir biçimde yaklaşır, emekli olduğuna ve sorumluluktan kurtulduğuna
sevinir. “Zırhlı” tip yaÅŸlanmanın sonuçlarından korkar, bu konuyla
yüzleşmekten kaçar, duygularını denetim altında tutar; mutlu göründüğü
için yaÅŸlanmada kısmen baÅŸarılı sayılır. “Kızgın” tip, kendi kendisiyle
barışık olmayan, yaşlandığına kızan ve ölümden korkan tiptir.
“Kendinden nefret eden” tip yaÅŸlanmanın sonuçlarına bozulan, gündelik
sorunlarda kendini kınayan, ölümü kendi sefilliğinden kurtuluş
gibi gören tiptir.

Yaşlılıktaki kişilik tiplerini açıklayan bir başka araştırmada
yukardakilere benzer dört yaÅŸlı tipi bulunmuÅŸtur. Neugarten’in bu
araÅŸtırması kiÅŸiliÄŸi “yaÅŸam doyumu” ve “etkinlik düzeyi” ile iliÅŸkisi içinde
ele almaktadır. Denekler 70-79 yaşlarında 59 erkek ve kadından oluşmaktadır.
Tipler, “bütünleÅŸmiÅŸ”, “zırhlı-savunmacı”, “edilgin-bağımlı”
ve “bütünleÅŸmemiÅŸ” kategorilerinde toplanmaktadır.

Bütünleşmiş kişilikler, egoları yeterli, bilişsel yetenekleri tam,
yaşam doyumları yüksek, iç yaşamları görece karmaşık kişilerdir. Bu
kiÅŸiliklerde üç tip ayırt edilir: 1) “Yeniden örgütleyici”ler sürekli
etkinlik içindedirler ve yaşamlarını eski etkinliklerin yerine yenilerini
koyarak yeniden düzenlerler. 2) “Odaklanmış” kiÅŸiler, birincilerin aksine,
enerjilerini bir ya da iki rolde yoÄŸunlaÅŸtıran kiÅŸilerdir, 3) “KopmuÅŸ”
kişiler, düşük bir etkinlik düzeyi göstermeleriyle ilk iki kişilikten
ayrılırlar ve kendi dünyalarına çekilmiş olarak yaşarlar.

Zırhlı-savunmacı kişilikler çabacı başarı güdüleriyle ve genellikle
sakınımlı duygularıyla belirlenir. Bu kişilikler iki tipe ayrılırlar: 1)
“Sebatlı” model, orta yaÅŸ yaÅŸam biçimini ve etkinliklerini olanak ölçüsünde
koruyan ve sürdüren tiptir. Etkinlik düzeyi yüksek ya da orta,
yaÅŸam doyumu fazladır. 2) “Daralmış” tip, yaÅŸlılık tehdidine karşı toplumsal
ilişkilerini sınırlayarak kendini savunmaya çalışır. Orta bir etkinlik
düzeyinin eşlik ettiği oldukça yüksek bir yaşam doyumuna sahiptir.

Edilgin-bağımlı kiÅŸilikler: 1) “BaÅŸvurucu-arayıcı” kiÅŸiliÄŸin yüksek
düzeyde bağımlılık gereksinmesi vardır, olduğunca uzun süre bağlanacak
birini bulduÄŸunda yaÅŸamdan daha fazla hoÅŸnut olur. 2) “Duygusuz”
kişilik görece edilgin ve kayıtsız bir yetişkinlik yaşar, yaşam
doyumu ortayla düşük arasındadır.

Bütünleşmemiş kişilikler yüksek derecede çözülmüş, örgütlenmemiş
bir yaşlılık örüntüsü gösterirler. Duygusal bozukluklar ve düşünce
süreçlerinde genel bir gerileme içeren psikolojik sorunları vardır. Hem
etkinlikleri hem de yaşam doyumları aşağı düzeydedir.

Daha önce de sözü edildiÄŸi gibi, Neugarten’e göre, insanlar yaÅŸlandıkça
içşel düşünce ve duygulara dış etkenlerden daha fazla bağımlı
olmaya yönelmektedirler. Neugarten bu değişimi etkinlikten
edilginliğe geçiş olarak görmektedir. Dünyayı edilgin bir açıdan görmeye
başlayan yetişkinler dış dünyadan iç dünyaya geçmeye başlamaktadırlar.
Yetişkinlerin kendi iç dünyalarıyla uğraşmaları gitgide
artmakta, diğer insanlarla duygusal bağları da azalmaktadır. Bütün
bunlara karşın, eskiden kendilerini nasıl görüyorlarsa öyle görmeyi
sürdürmektedirler. Dolayısıyla, ileri yetişkinlikte benlik-kavramında
dramatik deÄŸiÅŸimlerden çok kararlılığın olduÄŸu söylenebilir. Atchley’e
göre benlik-kavramındaki bu kararlılığın iki nedeni vardır: 1) Yaşlılar
başkalarından gelen tepkilere daha az, kendi iç ölçülerine daha fazla
bağımlıdırlar. 2) Yaşlılar değişime karşın kendilerini önceki rolleriyle
düşünmeyi sürdürürler (örneğin emeklilikten çok sonra da kendilerini
öğretmen, avukat, mühendis olarak düşünmektedirler). Benlik kavramının
kararlılığını koruma yeteneÄŸi, Liberman’a göre, ileri yetiÅŸkinlikteki
rol deÄŸiÅŸimlerine olumlu uyum saÄŸlamakla iliÅŸkilidir (Schiamberg
ve Smith, 1982).

Yaşlılıktaki kişilik konusuna gelişim görevleri açısından da bakılabilir.
Erikson’a göre umutsuzluÄŸun karşıtı olan “ego bütünlüğü” ileri
yetişkinliğin olumlu niteliğidir. Başka yazarlar yaşlılığın gelişim görevi
olarak, başarılı alışkanlıkların sürdürülmesini, geçmişle bütünleşmeyi,
olgunluktan bilgeliğe geçişi, yaşlılıktaki olgunluk değişikliğini
kabul etmeyi, yaşamın sona ermesini onaylamayı, değişmiş idealler
edinmeyi vb. göstermektedirler. Önerilen görev ne olursa olsun,
yaşlılık yıllarının getirdiği değişimler genellikle ölüme hazırlanma
göreviyle ilgilidir. Öte yandan, yaşlılar, artan edilginliklerini ve
bağımlılıklarını, artık katılmacı olmaktan çok izleyici olmalarını, azalan
güçlerinin sınırlarını kabul etmek göreviyle de karşı karşıyadırlar.
Dürtülerinin gücündeki değişimleri kabul etmek de bir başka gelişim
görevidir. Yaşlı kişiler merkezi sinir sistemindeki bazı gerilemeleri, yeni
bilgiler edinmedeki güçlükleri kabul etmek zorundadırlar.

Bazen yaşlıların bu dönemin gelişim görevlerine karşı çıktıkları
da görülür. Azalan fiziksel ve zihinsel yeteneklerine karşın istemlerini
değiştirmeyi reddedebilir, sınırlılıklarının artışını yadsıyabilir ve bunun
için de savunma mekanizmalarına başvurabilirler. Bunun tersi bir
tutumla, yaşlılığa bağlı fiziksel ve zihinsel düşüşe abartmalı bir biçimde
zamanından önce teslim olma ve kendini kaptırma eğilimi de söz konusu
olabilir.

Yaşlıların kişiliği konusunda merak edilen en önemli konulardan
biri de, onların yaşla birlikte daha tutucu ve huysuz olup olmadıklarıdır.
Bazı araştırmalar yaşlıların yaşlandıkça özsaygılarında ve
yaşam doyumlarında önemli bir değişim olmadığını göstermektedir;
yaşlıların özsaygısı gençlerinki kadar yüksek bulunmaktadır. Kimi
gelişim psikologları, yaşın çok küçük bir etkisi olduğunu, çünkü
yaÅŸlıların kendilerini “yaÅŸlı” hissetmediklerini düşünmektedirler.
Araştırmalar, yaşlıların çoğunun kendilerini gerçek yaşlarından daha
genç gördüğünü, yaklaşık üçte ikisinin kendini “orta yaÅŸlı” ya da
“genç” olarak tanımladığını ortaya koymaktadır (bk. Tablo. 23). Buna
göre, orta sınıf Amerikalıların kendi öznel duygularını, görünümlerini,
eylemlerini ve ilgilerini kendilerinden daha genç insanlarınkiyle bir
tuttukları anlaşılmaktadır. Yaşlılar kendilerini yaşlı görmeyi reddettikçe
yaşlılığa bağlanan olumsuz konumu da kabul etmek zorunda kalmamaktadırlar.
Özellikle hala yaşayan bir anababası olan yaşlı kişiler
kendilerini “en yaÅŸlı” kuÅŸaktan saymaktan kurtulmaktadırlar. Ancak,
bu görüşler üzerinde kültürün, toplumsal konumun, etnik grubun etkisi
olabilmektedir. Amerika BirleÅŸik Devletleri’nde yaÅŸlıların çoÄŸu çocuklarına
bağımlı duruma gelmekten korkmakta, böyle olanların yaşam
doyumu da düşme eğilimi göstermektedir. Buna karşılık, çocuklara
bağımlılığın başarılı bir yaşlılığın en iyi yolu olarak görüldüğü
Hindistan’da bu durum daha az önemlidir. Bununla birlikte, iki kültürde
genç yetişkinlerin yaşlıları nasıl gördükleri karşılaştırılınca
Amerikalıların Hintlilerden daha olumlu bir yaşlı kişi görüşüne sahip
oldukları ortaya çıkmaktadır. Amerikalı genç yetişkinler yaşlıları
Hintli genç yetişkinlerden daha fazla seviyorlar ve onları daha az
eleştirici ve zorlayıcı buluyorlar (Hoffman ve ark., 1994).

Tablo 23

Yaşlı Amerikalılar Kendilerini Nasıl Görüyorlar

Gerçek Yaşlar; Öznel Yaş (yanıtlayanların yüzdesi)

60-69;

Kendimi olduğumdan en az 10 yıl genç hissediyorum % 77

Olduğumdan en az 10 yıl genç gösteriyorum % 73

Olduğumdan en az 10 yıl gençmişim gibi davranıyorum % 89

İlgilerim benden en az 10 yıl genç olan kişilerin ilgileridir % 82

70-79;

Kendimi olduğumdan en az 10 yıl genç hissediyorum % 72

Olduğumdan en az 10 yıl genç gösteriyorum % 83

Olduğumdan en az 10 yıl gençmişim gibi davranıyorum % 86

İlgilerim benden en az 10 yıl genç olan kişilerin ilgileridir % 78

80-89;

Kendimi olduğumdan en az 10 yıl genç hissediyorum % 86

Olduğumdan en az 10 yıl genç gösteriyorum % 100

Olduğumdan en az 10 yıl gençmişim gibi davranıyorum % 100

İlgilerim benden en az 10 yıl genç olan kişilerin ilgilerdir % 100

Kaynak: R. Goldsmith ve Helens, 1992. Aktaran Hoffman ve ark.,
1994.

:::::::::::::::::

İİİ. YAŞLILIKTA TOPLUMSAL GELİŞİM

İnsanlar yaşlandıkça yaşamın anlamı, özellikleri ve biçimleri de
değişmektedir. Yaşlanmanın içerdiği fiziksel, psikolojik ve toplumsal
değişimler, bir yandan da onlarla başaçıkabilmek için birtakım stratejilerin
geliştirilmesini, uygulanmasını, değiştirilmesini gerektirmektedir.
Yaşlı kişilerin bireysel yaşamı için önemli olan değişimler aynı
zamanda onların aile ve toplum yaşamını da etkilemektedir. Aile ve
çevre ilişkileri ileri yaşlarda yaşanan fiziksel, psikolojik ve toplumsal
değişimlerden bağışık değildir.

:::::::::::::::::

1) Aile Yaşamı

Bu son dönem kocanın emekli olmasıyla başlar, karısı da çalışıyorsa
o da aşağı yukarı aynı zamanlarda emekli olacaktır. Böylece
ailede en önemli değişim gelirdeki belirgin düşüştür. Gelir yitimi ailenin
yaşam düzeyinde de düşüşe neden olur. Bu ekonomik güçlük çiftin
sağlığı bozuldukça daha da belirginleşir. Bu durumda geniş aile
örüntüleri tersine işlemeye başlar, yani daha önce büyüklerin yardım
ettiği gençler şimdi büyüklerine yardım etmeye başlarlar.

Daha önce de belirtildiği gibi, sanayileşmeye ve kentleşmeye
bağlı olarak ortaya çıktığı kabul edilen çekirdek aile büyük aile
örüntülerini tümüyle ortadan kaldırmış değildir. Litwak ile Sussman ve
Burchinal’ın çalışmaları modern toplumda deÄŸiÅŸime uÄŸramış geniÅŸ ailenin
varlığını ortaya koymaktadır. Ayrıca araştırmalar, ayrı yerlerde
yaşamalarına karşın yaşlılarla akrabalarının ilişkisinin sürdüğünü, hatta,
yaşlıların akraba yanına sığınmayı uzakta kalmaya yeğlediklerini
göstermektedir. Yaşlılarla ilgilenen kurumların ortaya çıkması ailenin
rolünü ortadan kaldırmamış, sadece değiştirmiştir. Cottrell, ailenin
eğitim, eğlence, ekonomik durum, koruma gibi etkinliklerdeki dolaysız e
tkisi azalsa bile sevgi rolünün derinleştiğini saptamaktadır.

a. Demografik özellikler

Ailedeki değişimler genelde nüfus yığılmalarını yansıtır niteliktedir.
Nüfustaki yaş dağılımı ileri yaşlara kayınca ailenin üyelik profili
de aynı özelliği gösterir olmuştur. Demografik süreçlerdeki değişimin
aile yapısında yarattığı değişikliklerin sürmesi beklenmektedir. Gelişmiş
ülkelerde en önemli değişim ailenin yaş kompozisyonunda ortaya
çıkmıştır. Çocuklar artık ailenin küçük bir bölümünü oluşturmakta,
yaşlıların oranı artmakta, genç insanlara bağımlı yaşlıların sayısı
çoğalmaktadır. Büyük anababalığın orta yaşlara kaymış olması, torunların
kendi çocuklarını büyük anababaların yaşam süresi içinde büyütmelerine
olanak saÄŸlamaktadır. Shanas’ın belirttiÄŸi gibi, 65 ve daha
üstü yaşlara ulaşmış insanların yarısı 4 kuşaklı bir aileye sahip
olabilmektedir. Evlenme ve çocuk sahibi olma yaşlarının düşmesi de kuşaklar
arasındaki mesafeyi azaltmaktadır. Bu değişimler ailenin ortalama
yaşını da yükseltmekte, aileyi daha yaşlı kılmaktadır. Kadınların
yaşam süresindeki değişimler, anneyi yitirmenin orta yaştan emeklilik
öncesine doğru kaydığını ve kadının ortak yaşama süresinin erkeğinkinden
uzun olduğunu ortaya koymaktadır. Doğum oranının azalması
nedeniyle yaşlılara düşen genç sayısında da önemli bir azalma olmaktadır.

Ölüm oranlarındaki düşüş ve kadınların kendilerinden büyük erkeklerle
evlenmeleri, kadınların dulluk deneyimlerini kaçınılmaz kılmaktadır.
ABD’nde yaÅŸayan 65 ve daha üstü yaÅŸlardaki kadınların sadece
% 41’inin yaÅŸayan eÅŸi vardır, erkeklerin ise sadece % 14’ünün
eşleri ölmüş durumdadır (ABD, Nüfus Bürosu, 1981). Çok genel olmamakla
birlikte, yaşlı erkeklerin kadınlara oranla yeniden evlenme
olasılıkları 5 kat daha fazladır. 65 yaşın üstündeki erkeklere oranla
bekar kadın sayısı üç kat daha fazladır. Bu sayısal avantaj erkeklerin
daha genç kadınlarla evlenmeleri gibi toplumsal bir normla da
desteklenmektedir. Bütün bunlara karşın kadınların eşleriyle geçirdikleri
süre artmıştır. Ortalama evlenme yaşında (kadınlar için 22, erkekler için
25) evlenenler arasında kadınların % 64’ü kocasının ölümünden önce
40 yıllık bir evlilik dönemi yaşamaktadır. Bu durumda, ilk çocuksuz
yıllar da dikkate alındığında, evliliÄŸin yaklaşık üçte biri “boÅŸ yuva”da
geçmektedir.

b. Psikososyal özellikler

İnsanlar yaşlandıkça akraba oldukları insan sayısı da artmaktadır,
aileye yeni üyeler ve yeni kuşaklar eklenmektedir. Ancak, üyelerdeki
artış belli bir davranış örüntüsünün oluşması demek değildir. Doğum
oranındaki düşüş her çocuğa verilen ilgiyi arttırmış, kardeş kavgasını
azaltmıştır. Geçmişte bebek ölümleri yüksekken anababalar, çocuklarına
duygusal olarak fazlaca bağlanmamaya çalışıyorlardı, aynı neden
şimdi de yaşlıların yeniden evlenmelerini engelliyor olabilir. Ölüm
oranındaki düşüş şimdi insanların daha köklü kuşaklararası ilişkiler
kurmalarına, gelişimsel bunalımlara dayanaklı güçlü bağlar oluşturmalarına
yol açmaktadır. Çoğunluk yaşlı olduğu için olgunluk farkından
doğan kuşaklararası çatışma hemen hemen ortadan kalkmaktadır.
Yaşlı akrabalar yaşlılıktaki toplumsallaşma yöntemleri açısından
gençlere de yararlı olmaktadırlar.

Yaşam süresinin uzunluğu ve yaş farklarının azlığı nedeniyle birçok
anababa çocuklarıyla birlikte yaşlanmaktadır. Emekli olan ve kendi
çocuklarını evlendiren çocuklar şimdi de anababalarına bakmak
durumundadırlar. Bu durumda Brody “orta kuÅŸak sıkışması”ndan söz etmektedir.
Yetişkinler hem çocuklarının hem de anababalarının istemlerini
yerine getirmekte güçlük çekmektedirler. Çocukların boşalttığı
yuva yaşlanan anababa ve akrabalar tarafından doldurulmaktadır. Yaşlıların
ölümü de birçok insanın yuvanın boşalmasını yeniden yaşamasına
neden olmaktadır. Kadınların dışarda çalışması da yaşlı anababaya
bakmayı sorun haline getirmektedir (özellikle bu bakımın kadının
işi olduğunu düşünen çevrelerde). Geleneksel olarak yaşlıların bakımını
orta yaşlılar üstlendiğinden, bunların gitgide daha fazla dışarda
çalışmalarıyla sorun daha da zorlaşmaktadır.

20’inci yüzyılda geliÅŸmiÅŸ ülkelerde yaÅŸam düzenlemeleri çarpıcı
biçimde deÄŸiÅŸime uÄŸramıştır. Amerika BirleÅŸik Devletleri’nde 1900
yıllarında 65 yaşındaki nüfusun % 60’ı çocuklarının yanında barınırken,
bu oran 1980’lerde % 15’e inmiÅŸtir. Bu deÄŸiÅŸimler özellikle yüzyılın
ikinci yarısında hızlanmıştır. Yaşlı insanlar bağımsızlıklarını korumak
istemektedirler. Yetişkin çocuklarıyla yaşayanlar kendilerine
bakamayacak kadar hasta ya da yoksul olanlardır. Genel kanının aksine,
geçmiÅŸte geniÅŸ ailede yaÅŸamanın da % 10’dan fazla olmadığı ortaya
çıkmıştır (en azından yaşamın kısa sürmesi nedeniyle). Çocuklarından
ayrı yaşayan yaşlıların kendilerini mutlaka ihmal edilmiş hissetmedikleri
de saptanmaktadır; üstelik çocuklarıyla yaşayanlardan
daha fazla mutlu oldukları da söylenebilir.

Yalnız yaşama eğilimine karşın yaşlıların çoğu ilişki kurabilecekleri
akrabalarına yakın yaşamayı yeğlemektedir. Çocuklarla ilişki işçi
sınıfında orta sınıftan daha sık, diğer akrabalarla ilişki orta sınıfta işçi
sınıfından daha sık görülmektedir. İlişkilerde cinsiyet de önemli bir
etken: Kadınlar kızlarıyla ilişkilerini erkeklerden daha çok sürdürüyorlar,
anne akrabaları baba akrabalarından daha yakın sayılıyor. Erkekler
anababalarına ekonomik, kızlar ise toplumsal ve duygusal destek
sağlıyorlar. Cinsiyete bağlı özellikler çalışan sınıfta orta sınıfa
oranla daha belirgindir. Hiç evlenmemişlerin akraba ilişkileri daha
zayıf; ayrılmışlar kendi ailelerinden daha fazla yardım görüyorlar; yeniden
evlenme akrabalıkları geniÅŸletiyor… AraÅŸtırmalar, nesnel akraba
ilişkilerinin çok anlamlı olmadığını, ilişkinin öznel olmasının istendiğini,
duygusal olarak güvenebilecekleri bir dosta sahip olan yaşlıların
sağlıklarının ve yaşam doyumlarının daha üst düzeyde olduğunu
göstermektedir.

Çocuklar, diğer destekleme görevleri yanında, torunlarla büyük
anababalar arasında köprü olma görevini de yerine getirmektedirler.
Hill ve arkadaÅŸları orta kuÅŸağı “kuÅŸaklararası bağın köprüsü” olarak
nitelemektedir. Son araştırmalara göre dört büyük anababadan üçü torunlarını
ayda en az iki kez görmektedir. Robertson, Neugarten’in
daha önce sözü edilen sınıflamasından farklı bir büyükanababa tipolojisi
geliştirmiştir. Robertson, özellikle büyükanababa rolünün toplumsal
ve kültürel boyutlarını birbirinden ayırarak dört büyükanababa tipi
saptamaktadır: 1) “Paylaşılmış” büyükannenin büyükannelik rolü konusunda
yüksek kişisel ve toplumsal beklentileri vardır. Torunlarıyla
çok ilgilidir, onlar için en iyi olanı yapmaya çalışır. 2) “Uzak” büyükanne
tipi karşı uçta yer alır, büyükannelik konusunda düşük kişisel ve
toplumsal beklentileri vardır. Bu iki tip arasında, büyükanababalığın
normatif ve moral yünlerini vurgulayan “simgesel” büyük anababa ile,
bu rolün kiÅŸisel yönünü vurgulayan “bireyselleÅŸmiÅŸ” büyük anababa
yer alır. Robertson deneklerinin üçte birinin büyükanababalığı anababalığın
yeğlediklerini bulmuştur. Kahana ve Kahana ise, çocukların
büyüdükçe kendilerine aşırı düşkün büyük anababaları daha az yeğlediklerini
saptamıştır. Torunların büyükanababalarını nasıl algıladıkları
konusunu Robertson da incelemiş, 18-26 yaşlarındaki işçi sınıfı
deneklerinin büyük anababalar için olumlu görüşler belirttiklerini, her
üç kişiden ikisinin gerektiğinde büyük-anababaya bakma sorumluluğuna
inandığını görmüştür (Aizenberg ve Treas, 1985).

%d blogcu bunu beÄŸendi: