hd porno porno hd porno porno

YAŞLILIK PSİKOLOJİSİ-1

2.860 okundu

YETİŞKİNLİKTE İLERİ YILLAR

İ. YAŞLILIK

Yaşlı kişiler kimlerdir? Gelişmiş ülkelerde genellikle 65 yaş ileri
yetişkinliğin başlama yaşı olarak kabul edilir. Ancak, orta yıllarla ileri
yıllar arasında sınır olarak bu yaşın seçilmesinde bir kesinlik yoktur.
YaÅŸlılığın 65 yaÅŸ ve sonrasıyla tanımlanması Bismarck’tan kaynaklanmış
ve diğer ülkelerde de kullanılagelmiştir. Bu tanımlamada, bireyin
işten emekliye ayrılması ve bazı toplumsal ve sağlıksal hizmetlerden
yararlanmaya başlaması temel alınmaktadır. Bununla birlikte,
65 yaş bireyin diğer işlevlerini belirlemede yeterli değildir. Sözgelimi,
bir bireyin 65 yaşında olduğunu söylemek, onun genel sağlığı, fiziksel
ya da psikolojik dayanıklılığı, zihinsel yetenekleri, yaratıcılığı konusunda
bize hiç bir bilgi vermez. Gerçekte yaşlı kişiler biyolojik ve
davranışsal işlevler bakımından gençlerden ve orta yaşlı yetişkinlerden
daha fazla değişiklik gösterir. Örneğin, 35 yaşındaki birinin neler
yapabileceği konusunda oldukça doğru kestirimlerde bulunabiliriz,
oysa 65 yaşındaki biri için kestirimlerimizin doğruluğu önemli ölçüde
azalacaktır.

Günümüzde yetişkinliğin diğer dönemlerinde olduğu gibi yaşlılık
dönemine de ilgi gittikçe artmaktadır. Gerontoloji yaşlılığın bütün
yönlerini inceleyen bilim dalıdır; 1960’lara kadar akademik bir disiplin
olarak var olmakla birlikte asıl günümüzde hızla gelişen bir alandır
ve psikoloji, biyoloji, sosyoloji ve kent planlamasıyla yakından
ilişkilidir. Geriyatri ise yaşlıların sağlık sorunlarını açıklamaya ve
tedavi etmeye yönelik etkinlikleri içerir.

:::::::::::::::::

1. Yaşlılığa Genel Bakış

Yaşlılık konusuna bilimsel açıdan yaklaşırken yapılacak ilk iş
birtakım söylencelerle gerçekleri birbirinden ayırt etmek olmalıdır.
Bunlardan birkaçı aşağıda incelenmektedir.

Söylence: Yaşlıların çoğu hastanelerde, bakımevlerinde, yaşlılar
yurdunda ya da diğer kurumlarda yaşamaktadır. Gerçek: 65-74 yaş
grubundaki 1000 kiÅŸiden sadece 12’si ÅŸifa yurtlarında yaÅŸamaktadır.

Söylence: Yaşlıların çoğu çeşitli hastalıklar nedeniyle yetersizdir
ve zamanının çoğunu yatakta geçirir. Gerçek: Evde yaşayan yaşlıların
sadece % 8’i yataÄŸa baÄŸlıdır, % 5’i ciddi biçimde yetersizdir ve % 11-16’sı
hareket bakımından sınırlıdır.

Söylence: Yaşlıların çoğunun sağlığı kötüdür ve kolayca bulaşıcı
hastalığa yakalanır. Gerçek: Akut hastalıklar yaşlılar arasında nüfusun
diğer kesimlerindekinden daha azdır. Kronik hastalıklar ise yaş ilerledikçe
düzenli olarak artmaktadır. Kronik sağlık sorunlarının bu artışına
karşın, yaşlı kişilerin çoğu kendilerini günlük etkinliklerini yürütemeyecek
durumda görmemektedir.

Söylence: İnsanların yaşamları ve ilgileri ileri yaşlarda köklü biçimde
değişir. Gerçek: Yaşlı kişilerin boş zaman ilgilerinin üniversite
öğrencilerininkiyle aynı olduğu görülmektedir.

Amerika BirleÅŸik Devletleri’nde yaÅŸlı kiÅŸilerin oranı gittikçe artmaktadır.
1860 yılında 37 kişiden sadece biri 65 ya da daha ileri yaştaydı.
1960’da bu oran yaklaşık altıda bir olmuÅŸtur. Bu deÄŸiÅŸimin nedenleri
olarak şunlar sayılmaktadır: Toplumun ve yöneticilerin yaşlılıkla
ve özellikle yaşlıların sağlık ve gelir sorunlarıyla daha fazla ilgilenmesi,
yaşlıların çeşitli kaynaklardan (toplumsal güvenlik, refah,
tıbbi hizmetler, dinlenme merkezleri, vb.) yararlanma isteminin artması,
yaşlı kişilerin siyasal bir güç ve toplumsal hareket olarak ortaya
çıkması.

Yaşam beklentisi (life expectancy) kavramı, bir bireyin doğumundan
itibaren ne kadar yaşayacağına ilişkin beklentiyi dile getirmektedir.
Bu beklenti gelişmiş ülkelerde uzundur, yani bu ülkelerde
insanlar ortalama olarak diğer ülkelerdekinden daha fazla yaşamaktadırlar;
dolayısıyla, yine bu ülkelerde 65 yaş ve daha üstündeki insanların
oranı diğer ülkelerdekinden daha fazladır. Örneğin, 65 ve üstündekilerin
oranı Kenya’da % 3.6, Meksikada 3.7, Arjantin’de 7.5 iken,
Hollanda’da 10.3, Macaristan’da 11.4, Danimarkada 12.1, İngiltere’de
13.1, Fransada 13.4, İsveç’te 13.7’dir (Demographic Yearbook, 1975,
BirleÅŸmiÅŸ Milletler).

Çeşitli ülkelerdeki yaşam beklentilerinin cinsiyete göre dağılımı
Tablo 19’da, yaÅŸlıların genel nüfus içindeki oranı Tablo 20’de
gösterilmiştir.

Amerika BirleÅŸik Devletleri’nde yaÅŸam beklentileri erkekler için
67, kadınlar için 75’tir (1975 verileri). Erkek ve kadınların yaÅŸam
beklentileri arasındaki fark 1920’den beri artmaktadır. 65 ve daha yaÅŸlı
her 100 kadına karşılık 69 erkek vardır. Doğumda her 100 kadına karşılık
105 erkek vardır, erkek ölüm oranı sürekli artmakta, 19 yaşından
itibaren kadınların sayısı erkekleri geçmektedir. Genellikle erkeklerin
daha az yaşaması daha ağır çalışmasına bağlanmaktadır, ama yeni
doğmuş ve bebek oğlanlar kızlardan daha ağır çalışıyor değillerdir.
Asıl neden belki kadınların daha kararlı bir organizmaya sahip olmasıdır.
Ayrıca çevresel etkenlerin de payı vardır (erkeklerin daha fazla sigara
içmesi gibi).

Amerika BirleÅŸik Devletleri’nde 22 milyon kiÅŸi 65 yaşında ya da
üstündedir. Bu grubun yaklaşık yarısı 73 yaşın üstünde, bir milyon
kişi de 85 yaşında ya da üstündedir. Bütün bu toplamlar bu yüzyıl
boyunca artış göstermiştir. 1900 yılında yaşam beklentisi sadece 47
yıl idi ve nüfusun sadece % 4’ü 65 yaşını aşıyordu. 1977 verilerine göre
yaşam beklentisi yaklaşık 72.5 yıla ulaşmıştır. Bu gelişme temelde
çocuk ölümlerinin azalmasına ve halk sağlığı önlemlerinin yaygınlaşmasına
baÄŸlanmaktadır. AÅŸağıdaki tablo ABD’de 100 kadına karşılık
erkek sayısının yaşlara göre dağılımım göstermektedir (Tablo 21).

Kadınların erkeklerden daha uzun yaşaması kuşkusuz yaşlı yetişkinlerin
evlilik statüsünü de etkilemektedir. Yaşlı kadınların çoğu duldur,
öte yandan çoğu yaşlı erkekler de evlidir, çünkü yaşlı bir erkeğin
evlenmesi yaşlı bir kadının evlenmesinden çok daha kolaydır.

Tablo 19

Dünyada Doğumdan İtibaren Yaşam Beklentileri

Ülke – Erkek – Kadın

İsveç – 72,1 – 77,5

Norveç – 71,3 – 77,6

Japonya – 71,2 – 76,3

Hollanda – 71,2 – 77,2

Danimarka – 70,8 – 76,3

İsviçre – 70,3 – 76,2

Kanada – 69,3 – 76,4

İtalya – 69,0 – 74,9

DoÄŸu Almanya – 68,9 – 74,2

İngiltere – 68,9 – 75,1

Fransa – 68,6 – 76,4

Belçika – 67,8 – 74,2

Batı Almanya – 67,6 – 74,1

Avusturya – 67,6 – 74,2

Yunanistan – 67,5 – 70,7

İskoçya – 67,2 – 73,6

Polonya – 66,8 – 73,8

SSCB – 64,0 – 74,0

Meksika – 62,8 – 66,6

Çin – 59,9 – 63,3

Brezilya – 57,6 – 61,1

İran – 50,7 – 51,3

Kenya – 46,9 – 51,2

Hindistan – 41,9 – 40,6

Kaynak: BirleÅŸmiÅŸ Milletler, 1977.

Tablo 20

Dünya Nüfusunda Yaşlıların Oranı

Tablo 21

ABD’de Kadın ve Erkek Sayısının YaÅŸlara Göre Dağılımı

YaÅŸlar – 100 kadına göre erkek sayısı

15’in altı – 104.1

15-24 – 102,2

25-44 – 97,3

45-54 – 93,6

55-64 – 89,6

65-74 – 76,8

75-85 – 61,5

85 ve üstü – 48,5

Kaynak: Birleşik Devletler Nüfus Bürosu, Current Population Reports,
1976.

:::::::::::::::::

2. Yaşlılık Kuramları

Tıbbın bütün alanlarında yüzyılımızda ortaya çıkan ilerlemelere
karşın maksimum insan ömrünün daha fazla artmadığı bilinmektedir.
Genel olarak insanın yaşam uzunluğu organizmanın yaşına bağlı etkenlerle
belirlenmektedir. Ancak, bu ilişkinin doğası yani biyolojik
yaşlanmanın nedenleri henüz açıklanabilmiş değildir. Aşağıda, biyolojik
yaşlanma konusundaki çeşitli görüşler aktarılmaktadır.

Biyologlar tarafından belirlenen çok çeşitli yaşlanma türleri vardır.
Bakteriler yeterli gıda ve fiziksel ortam buldukları sürece yaşayabilirler.
Ağaçlar köklerindeki suyu yukarıya çekemez ve güneş ışığını
kullanamaz duruma gelinceye kadar yaÅŸarlar. VahÅŸi hayvanlar
genellikle yaşlanmadan çetin doğa koşulları altında ölürler. Çeşitli
memeliler de üreme işlevlerini bitirdikten sonra yaşamdan çekilirler.
Filler üretkenliklerini yitirdikten sonra yavrularını yetiştirmek için
yaşayabilen nadir memelilerdendir. İnsan ırkı da üreme yeteneğini yitirdikten
sonra yaşamayı sürdürür. (Bir kadın menopozdan sonra 20
yıl, son çocuğunun doğumundan sonra 35-40 yıl yaşayabilir.)

Gerontoloji, yaşlanmanın, ırkların var olmasına ilişkin evrimsel
bir süreç sonucu mu, yıpranmanın birikmiş etkisi sonucu mu, yoksa
doğal fizyolojik değişim süreci sonucu mu ortaya çıktığını saptayamamıştır.
Yaşlanma genel olarak organizmanın çevreye uyumunda gitgide
artan bir yetersizlikle ortaya çıkar.

Belirli ırkların yaşam uzunluklarında kalıtsal özelliklerin rol oynadığı
açıktır. Türlerin yaşam süresi, genetik ve kalıtsal özelliklerinin
yüzyıllar boyunca evrimiyle ortaya çıkmıştır. Ancak üretimden sonra
yaşamanın ne tür bir evrimsel katkısı olduğu tartışmalıdır. Weisman,
insanın üretkenlikten sonra yaşamasının insan türünün yaşam değerini
“toplumsal” olarak arttırdığını ileri sürmüştür. Åžu halde yaÅŸlanma süreci
çocukların yaşamını iyileştirmek için ortaya çıkmış olabilir. Çünkü
yaşlılar birtakım güçlükleri aşmayı bilirler, örneğin kıtlık yıllarında
yiyecek ve suyun nerede bulunduğunu anımsayabilirler. Öte yandan,
yaşlılığın evrim sonucu olmadığını, genetik programın sona ermesinden
kaynaklandığını ileri sürenler de vardır. İnsanın düşünme yeteneği
onun daha uzun yaşamasını sağlamış olabilir, yaşlanma bir bakıma
“programın tükenmesi” anlamına gelebilir. Böylece insanın ileri yaÅŸları,
bir görev için uzaya gönderilen roketin görevini bitirdikten sonra
yörüngede kalmayı sürdürmesine benzetilebilir. Bir başka evrimsel
yaşlanma modeline göre, insanın yaşlanması, daha önce birincil önem
taşıyan uyum özelliklerinin ileri yıllarda olumsuz özelliklere dönüşmesidir.
Örneğin, insanın sinir sistemi hücrelerinin yenilenmemesi,
bellek ve öğrenme yeteneklerini arttırması açısından türün sürmesi
için çok uygundur, ama yaşamın sonsuza dek işlemesini de engeller.
Böylece insanın uzun yaşamasının ve sonuç olarak yaşlanmasının, türünün
varoluşu için gerekli olduğundan mı ortaya çıktığı (doğrudan
evrimin sonucu olarak), yoksa evrimleşmiş bir tür olarak çevresiyle
başaçıkmada ve yaşamını uzatmadaki başarısına mı bağlı olduğu (gelişmiş
zihin yapılarının sonucu olarak) henüz belli değildir.

Kalıtsal özellikler özel çevre koşullarında en üst düzeyde
gerçekleşebilecek gizilgüçlerdir. Kaza, hastalık, açlık gibi olaylar insanın
genetik özelliği ne olursa olsun yaşamına son verebilir. Jones, kır
yaşamı ve evlilik gibi etkenlerin yaşamı 5 yıl uzatığını, şişmanlığın
ise 4-15 yıl kısalttığını belirtmektedir. Ayrıca, çocukluk yıllarının ve
bulaşıcı hastalıkların denetime alınması ortalama yaşam süresini 15
yıl uzatmıştır. Dış etkenler arasında radyasyon da yaşlılığın olası nedeni
olarak ilgi çekmiştir. Hemen herkes günde bir miktar kozmik
radyasyona maruz kalmaktadır. Yüksek miktarda radyasyon hücre çekirdeğini
tahrip ettiği gibi, daha alt düzeylerdeki radyasyonun da yaşam
süresini kısalttığı belirlenmiştir. Radyasyon ile yaşam süresinin
azalması arasındaki ilişki birçok araştırmada ortaya konmuştur. Radyasyona
maruz kalanlar daha fazla kromozom yitimine uğramaktadırlar,
böylece yaşlanmanın hızlanması söz konusu olmaktadır. Ancak,
hücrenin kendi kendini onarması gerçeği bu ilişkinin kesinliğini
azaltmaktadır.

Hem kalıtsal, hemde dış etkenler (hastalık, radyasyon, virüs vb.)
yaÅŸam uzunluÄŸuyla ilgili bulunmakta, ancak yine de bu etkenler yaÅŸlanma
olgusunu açıklayamamaktadır. Böylece fizyolojik yaşlanma kuramlarına
gerek duyulmaktadır. Yaşlanmanın biyolojik sürecini açıklayan
pek çok kuram vardır, fakat hiçbiri tümüyle kabul edilmiş
değildir. Bu yaşlanma kuramları birincil yaşlanma süreçlerini tanımlayan
kuramlardır. Birincil yaşlanma, bir türün bütün üyelerinde ortaya
çıkan aşamalı, kaçınılmaz, yaşa bağlı değişimleri içerir. Kuşkusuz
bu tür yaşlanma tamamen normaldir. Birincil yaşlanmanın nedenleri
konusunda çeşitli kuramlar vardır; bunlardan ilk üçü genetik denetimle
ilgilidir.

a) Genetik programlama. Bu kurama göre düzenleyici genler
gelişim sırasında harekete geçerler ve dururlar. Orta yaşlara yaklaşırken
ya gençlik genleri durur ya da yaşlanma genleri harekete geçer.
Şu halde bedenin bozulması ve ölümü genlerin önceden programlanmış
olmasıyla düzenlenmektedir; başka bir deyişle, genler elden
çıkarılabilecek bedenler üretmektedirler.

b) Zaman ayarlama. Bu kurama göre yaşlanma çeşitli organların
derece derece bozulması olarak görülebilir. Hipotalamusun içindeki
biyolojik saat pitüiter bezine gönderdiği sinyalleri azaltmaya
başladığında bedenin hormon dengesi bozulmakta ve yaşlanma başlamaktadır.

c) Bağışıklık mekanizması. Bu kurama göre yaşlanma bağışıklık
sisteminin olanaklarının azalmasıyla başlar. Yaşlanmayla birlikte
bedenin doğal savunmaları normal hücrelere yönelmektedir; yani
bağışıklık sistemi artık yabancı maddeleri ve anormal hücreleri tanımakta
güçlük çekerek bedene saldırmaya başlamaktadır.

Diğer yaşlanma kuramları ise insan bedeninde, özellikle hücrelerde
biriken yıkımla ilgilidir; burada temel görüş biyolojik sistemin
aşınmasıdır.

d) DNA’nın onarımı. Bu kuram bedenin DNA’yı onarma yeteneÄŸinin,
metabolizma sırasında ya da kirlenme ve radyasyonla temas
sonucunda ortaya çıkan yıkımla başedemediğini varsaymaktadır. Böylece
yaÅŸlanma DNA’nın biriktirdiÄŸi yıkımların depolanması olarak ortaya
çıkıyor demektir.

e) Kopye yanlışlarının birikmesi. Bu kuram biyolojik yıkımın
hücredeki protein sentezi sırasında yapılan yanlışların sonucu olduğunu
varsaymaktadır. Genetik mesajın tekrar tekrar kopyelenmesi sırasında
yanlışlar yıkıma yol açacak oranlarda birikmekte ve sonuçta
hücreler normal olarak işleyememektedir.

f) Metabolik artıklar. Organizmalar yaşlanırlar, çünkü hücreleri
metabolizmanın artık ürünleriyle yavaş yavaş zehirlenir ya da
işlevleri bozulur. Metabolizma sırasında değişimler beden hücrelerindeki
protein moleküllerinin doğasını sürekli olarak değiştirirler. Kalıcı
bağlar oluşturan moleküller gitgide katılaşırlar, dolayısıyla uygun
işlev yapamaz olurlar ve onarılamazlar (Hoffman ve ark., 1994).

Perlmutter ve Hall’a (1992) göre, yaÅŸlanma sürecini incelerken
birincil, ikincil ve üçüncül yaşlanma arasında ayırım yapmak önemlidir.
Birincil yaşlanma, yukarıda da belirtildiği gibi, herkeste ortaya
çıkan, evrensel, kaçınılmaz yaşlanmadır ve genetik programın sonucu
olabilir. Birincil yaÅŸlanma (ya da “normal yaÅŸlanma”), izleri yıllarca
ortaya çıkmasa bile yaşamda erkenden başlar. Bazı belirtileri görünürdedir
(saçların ağarması, hareketlerin yavaşlaması, görmenin zayıflaması
gibi); görünür olmayan belirtiler bedenin uyum sağlama yeteneğini
azaltan özelliklerdir (ısıya tepkinin değişmesi gibi). Hücre
içinde DNA’nın onarım yetisi derece derece azalır. YaÅŸlanma bedenin
bütün düzeylerinde (yani hücreden organa, organdan sisteme) sürer.
Bütün beden sistemleri yaşlanır, ama bütün organlar ya da sistemler
aynı oranda yaşlanmaz. İkincil yaşlanma insanların çoğunda ortaya
çıkar, ama evrensel ya da kaçınılmaz değildir. Bu tür yaşlanma, hastalığı,
kullanımı bırakmayı ya da kötü kullanımı içeren yaşamboyu bir
sürecin sonucudur. İkincil yaşlanmaya bağlı değişimler yaşla ilişkili
olduğu için çoğu zaman birincil yaşlanmayla karıştırılırlar. Söz gelimi,
ciltteki buruşukluklar geçmişte birincil yaşlanmanın belirtisi sayılırken,
günümüzde (güneş ışınlarından gelen radyasyonun birikmesi
ile) ikincil yaşlanmanın sonucu olarak değerlendirilmektedir. Birçok
hastalık yaşlanmanın sonucu değildir; normal yaşlanma bile hastalığa
yol açmadığı halde yaşlanan bedenin azalan direnci yaşlıları hastalığa
daha yatkın yapmaktadır. Hastalık yaşla gitgide daha bağlantılı hale
geldiği için genellikle yaşla ilişkili sayılan değişimlere katkıda
bulunmaktadır. Kullanımı bırakma da bütün beden sistemlerinde ikincil
yaşlanmaya neden olabilir. Örneğin, egzersiz yokluğu kaslarda zayıflamaya
(atrofi) ve mafsallarda sertleşmeye yol açabilir. Birçok yaşlı
insan sırf artık yeteneği olmadığına ya da kendisine iyi gelmeyeceğine
inandığı için egzersizi bırakmaktadır. Gerçekte ise bedenlerini
kullanmadıkları için ikincil yaşlanmanın etkilerini çabuklaştırmaktadırlar.
İkincil yaşlanmanın bir başka nedeni olan kötü kullanımın en açık
örnekleri sigara, alkol, aşırı şişmanlık ve kötü beslenmedir. Kötü kullanımın
bu derece açık olmayan biçimleri de vardır. Örneğin, belirli
bir derece işitme yitimi birincil yaşlanmayla birlikte görülür; ama
çalışırken ya da müzik dinlerkenki yüksek sesler de işitmeyi sınırlayabilir.
Birincil yaşlanmanın etkileri konusunda bugünkü koşullarda
hiçbir şey yapılamamaktadır; ama ikincil yaşlanmanın etkileri
geciktirilebilir, yavaşlatılabilir, hatta durdurulabilir. Üçüncül yaşlanma
yaşamın sonunu haber veren hızlı, sonul bozulmadır. Sağlıkta, toplumsal
yaşamda, bilişsel işleyişte yaygın değişimlerle kendini belli eder; bu
deÄŸiÅŸimler normal yaÅŸlanmadaki deÄŸiÅŸimlerden hem nicelik hem nitelik
açısından farklıdır. Yaşamın büyük bölümü artık uykuda geçmektedir,
ölümün gelmesi yakındır (Perlmutter ve Hall, 1992).

Timiras yaÅŸlanmayı, “kaza, hastalık ve diÄŸer çevresel baskıların
kaçınılmaz bir biçimde artmasına neden olan fizyolojik yeterlilik azalması”
olarak tanımlamaktadır. Zamanın geçmesi ile ölme olasılığı da
böylece artmakta (Gompertz’in 1825’de ortaya koyduÄŸu matematiksel
olasılık eğrisi) ve bireyin doğal nedenlerle ölmesi önemli yaşamsal
süreçlerin gerilediğini ve sonucun ölüm olduğunu ortaya koymaktadır.

Henüz yaşlanmanın belirli bir nedene bağlı olarak açıklanması
olanaklı görünmemektedir. Birden fazla gizil neden bir arada yaşlanmaya
neden oluyor ya da sadece fizyolojik noksanların birikmesi
yaşlanmayı yaratıyor olabilir. Dolayısıyla, teknoloji yaşlanmanın nedenini
bulamadan yaşam süresini uzatacağa benzemektedir.

Aşınma kuramı sağduyuya en yakın kuram gibi görünmektedir.
Buna göre, organizma tıpkı makinada olduğu gibi eskimektedir. Ancak,
yaşam süresini yalnız çok çalışmanın ya da stresin kısalttığına
iliÅŸkin kesin bulgular yoktur. Organların zamanla aşınması “organ
nakli”ni ortaya çıkarmıştır, ama eskiyen organları yenileyerek yaÅŸam
süresini uzatmak olanaklı değildir, çünkü karmaşık homeostatik mekanizmanın
gerilemesini ve hücre yaşlanmasını önlemek olanaksız görünmektedir.

Bedende yaÅŸamsal fizyolojik dengeyi saÄŸlayan homeostatik mekanizmalar
yaşlanmada da rol oynamaktadır. Bu görüşe göre yaşlanma,
homeostatik kusurların artışı sonucu ortaya çıkmaktadır. Dinlenme
durumunda mekanizmaların kendilerini düzenlemelerinde yaşlılarla
gençler arasında fark yoktur; ama, stres sonrasında normal dengeye
dönmenin yaşlı deneklerde daha yavaş olduğu ortaya konmuştur. Böbreklerin
dengeyi yeniden bulması, beden ısısının normale dönmesi,
kandaki şeker oranının dengelenmesi yaşlılarda daha zor olmaktadır.
Yaşlı organizmanın kendi kendisini düzenleyen geribildirimi (feedback)
azalmakta, gerekli dengeyi koruyamayınca da organizma ölmektedir.
Homeostatik mekanizmada gençlerin kolayca dayanabildiği
baskılar yaşlıların yaşamını tehdit edebilmektedir. Bu baskılar fiziksel
olabildiği gibi, fiziksel ve toplumsal çevrede değişimler biçiminde de
olabilir. Yaşlılıkta ortaya çıkan duygusal baskılar da yaşlıyı tehdit
edebilir.

Strese fizyolojik tepkinin azalan yeterliliği kuramı en geniş yaşlanma
kuramıdır, çünkü yaşlanmanın fizyolojik, toplumsal ve psikolojik
yönlerini bir arada açıklayabilmektedir. Yaşlanmayı metabolik
artıkların birikmesiyle açıklayan kuram ise, bu artıkların yaşlılık nedeni
olmaktan çok belirtisi olduğu biçiminde eleştirilmektedir. Ancak,
biriken artık maddelerin yaşla ortaya çıkan değişimlerde önemli bir
rol oynadığı da açıktır. Öz-bağışıklık kuramı, damar hastalıkları, yüksek
tansiyon, şeker hastalığı, romatizma, kanser gibi sorunları açıklamada
yararlı olmaktadır. Hücresel yaşlanma kuramı ise bedendeki
hücre oluşumundan çok tükenmesine dayandığı için yanılmaktadır.
Bazı hücrelerin çok ender olarak yenilendiği ya da hiç yenilenmediği
doğrudur, ama hücrelerin büyük bir bölümü üremeyi sürdürür ve kuramsal
olarak sonsuza dek yaşar. Ancak bu üreme yaşla kusurlu olabilmekte
ya da mutasyona uğrayabilmektedir. Hayflick ise, hücrelerin
sonsuz üreme gizilgüçlerinin aslında yaşlanma mekanizması olabileceğini
ileri sürmektedir; hücreler çoğaldıkça bozulma olasılıkları da
artmaktadır. Bu kuramların hepsi insanın doğal bir yaşam uzunluğuna
sahip olduğu sayıltısına dayanmaktadır. Araştırmacılar insan ömrünün
en fazla 110 yıl dolaylarında olduğunu kestirmektedirler. Kuşkusuz
yaşlanma derecesinde bireysel farklılıklar vardır, ama yaşlanmanın tipik
değişimleri herkeste ortaya çıkar. Bu değişimler bir sonraki bölümde
incelenmektedir.

%d blogcu bunu beÄŸendi: