hd porno porno hd porno porno

Category: Genel Eğitim Öğretim

BAŞARISIZLIK NEDENLERİ ANKETİ

 

UYGULANIŞ AMACI: Öğrencilerin okul başarısızlığına neden olan durumlarını belirlemek, çözüm yollarını ortaya çıkarmaktır.

UYGULANIŞI: Programa göre sınıf rehber öğretmenleri anketleri öğrencilere dağıtır. Öğrencilerden başarısızlıklarına neden olabilecek nedenleri işaretlemeleri istenir.

DEÄžERLENDİRME: Uygulamalar öğrencilerden toplanır. DeÄŸerlendirme formatına sınıf listesine göre çetelenir. Her öğrencinin iÅŸaretlemiÅŸ olduÄŸu soru maddeleri için öğrencinin adı – soyadı karşısına gelen soru maddelerinin karşısına gelen boÅŸlukları ( x ) iÅŸareti ile iÅŸaretlenir. Aynı öğrencinin iÅŸaretlediÄŸi soru maddelerinin toplamı yine adı – soyadının karşısına gelen TOPLAM sütununa yazılır. Bütün öğrenciler için aynı iÅŸlem yapıldıktan sonra, her soru maddesinin toplamı çizelgenin altındaki TOPLAM bölümüne yazılır. Böylece sınıf genelinde hangi soruların daha önemli olduÄŸu bulunmuÅŸ olur.

Alt toplam sınıf mevcudunun yarısı ve üzerinde olursa o soru üzerinde sınıfa açıklayıcı bilgiler verilir. Başarısız öğrenciler için de işaretlemiş oldukları başarısızlık nedenleri doğrultusunda ve verimli çalışma yolları konusunda rehberlik yapılır. Öğrencilerin başarısız oldukları dersler için dersler özgü çalışma yöntemleri anlatılır.

 
BAŞARISIZLIK NEDENLERİ ANKETİ

Öğrencinin

Adı,Soyadı :

Sınıf,No : Tarih:…./…../……….

Sevgili öğrenciler;

Bu anket derslerinizdeki başarısızlık nedenlerini öğrenmek için hazırlanmıştır. Niçin çalışamıyor? Neden başarılı olamıyorsunuz? Bu ve benzeri soruların nedenlerinden bazıları aşağıda sıralanmıştır. Önemli bulduklarınızı ( X ) işaretiyle belirtiniz. Sizce başka nedenler varsa belirtiniz.

Ankete verdiğiniz cevaplar gizli tutulacaktır. Bu nedenle içtenlikle cevaplamaktan çekinmeyiniz.

A – BaÅŸarısız olduÄŸunuz veya çalıştığınız halde baÅŸaramadığınız derslerin adlarını yazınız.

a)…………………………………………….. e)……………………………………………

b)…………………………………………….. f )……………………………………………

c)…………………………………………….. g)……………………………………………

d)…………………………………………….. h)……………………………………………

B – Sizce baÅŸarılı olamayışınızın nedenleri aÅŸağıdakilerden hangileridir?

1. (….) Ailemden ayrı oluÅŸum yüzünden.

2. (….) Ailemdeki huzursuzluk yüzünden.

3. (….) Ailemdeki hastalık yüzünden.

4. (….) KardeÅŸlerim yüzünden.

5. (….) Ailemin sürekli ders çalış demesinden bıktığımdan.

6. (….) SaÄŸlık durumumuz bozuk olduÄŸundan.

7. (….) Kimseye açamadığım sorunlarım yüzünden.

8. (….) İyi ders çalışma yöntemlerini bilmediÄŸimden.

9. (….) Bazı derslere karşı yeteneÄŸim olmadığından.

10. (….) Çalışmalarımın taktir edilmeyiÅŸinden.

11. (….) BaÅŸaramayacağım derslere çalışmak istemeyiÅŸimden.

12. (….) Sınıfımızın çok kalabalık oluÅŸundan.

13. (….) Dikkatsiz olduÄŸumdan.

14. (….) Eve sürekli misafir gelmesinden.

15. (….) Sınavlarda çok heyecanlı olduÄŸumdan.

16. (….) Evimizin okula uzak olmasından.

17. (….) Çalıştığım halde yapamadığımdan.

18. (….) Uzun süre sınıfımızın öğretmensiz kalmasından.

19. (….) Öğretmenlerimin dersleri monoton bir ÅŸekilde anlatmasından.

20. (….) Aynı gün ikiden fazla sınavın yapıldığından.

21. (….) Ders programında zor derslerin üst üste geldiÄŸinden.

22. (….) Bilgilerimin yetersiz olduÄŸundan.

23. (….) Bu okulu sevmediÄŸimden.

24. (….) Sınavlarda zor soru sorulduÄŸundan.

25. (….) Ders dışı konularla ilgilendiÄŸimden.

26. (….) Bana ait çalışma odamın olmayışından.

27. (….) Yeterince beslenemediÄŸimden.

28. (….) Anlayamadığım konularda öğretmenime soru sormaktan çekindiÄŸimden

Bunların dışında başka nedenler varsa lütfen onları da yazınız.

GELİŞİM PSİKOLOJİSİ-1

GELİŞİM PSİKOLOJİSİ

Psikoloji, genellikle, insan davranışının ve zihin süreçlerinin bilimi olarak tanımlanır. Bu geniÅŸ alanın incelenmesi birtakım alt dalların ortaya çıkmasını gerektirmiÅŸtir. İşte geliÅŸim psikolojisi de bu temel uzmanlık alanlarından biridir. Ayrıca, geliÅŸim psikolojisinin de hem temel  araÅŸtırma, hem de uygulama dalları vardır. A. T. Jersild’e (1979) göre, geliÅŸim psikolojisi alanındaki çalışmalar baÅŸlıca iki bölümde toplanabilir. Birincisi, insan geliÅŸiminin çeÅŸitli yönlerini ele alan ve betimleyen araÅŸtırmalardır. İkincisi, geliÅŸime iliÅŸkin temel kavramları, ilkeleri, kuramları ortaya koyan incelemelerdir. GeliÅŸim alanındaki en yararlı çalışmalar, kuÅŸkusuz, olgu ile kuramı birleÅŸtiren, böylece insan bilimlerine katkısı olan çalışmalardır. Bu açıdan, insan geliÅŸimine iliÅŸkin çalışmalar biyoloji, sosyoloji, antropoloji, tarih gibi diÄŸer bilim dallarını da ilgilendiren çok disiplinli ve disiplinlerarası bir alana yayılmaktadır. Bu nedenle günümüzde geliÅŸim psikolojisi çok yönlü bir araÅŸtırma ve inceleme alanı olmak durumundadır.

:::::::::::::::::

1. Gelişim Psikolojisinin Tanımı

İlke olarak, geçmişi bilmek şimdiyi anlamamıza, şimdiyi anlamak da geleceği kestirmemize yardımcı olur. Bu genel ilke embriyoloji, jeoloji, coğrafya, tarih, gelişim psikolojisi gibi bütün gelişim bilimlerinde geçerlidir. Kuşkusuz, değişimin konusu ve zaman evreleri bütün bu bilimlerde aynı değildir; fakat hepsinde ortak olan nokta, birşeylerin zaman düzeni içinde geliştiği ve bu sistemli değişimin
nedenlerinin bulunabileceği inancıdır. Gelişim psikolojisinde zaman periyodu insan ömrünü içerir ve değişen şey bireydir. Şu halde, gelişim psikolojisinin konusu bireyin fiziksel ve ruhsal yapısının ve davranışının değişimidir.

Gelişim Psikolojisi, bireylerin yaşam boyunca geçirdiği değişimlerin betimlenmesi ve açıklanmasıyla ve aynı zamanda bireyler arasındaki
değişim benzerlik ve farklılıklarıyla uğraşır. Gelişim psikologları gelişimi betimlemek isterler, dolayısıyla gelişim normlarıyla ilgilenirler.
Fakat aynı zamanda gelişim süreçlerini açıklamak da isterler; yani gelişimin neden belirli bir yolda ilerlediğini ve gelişim yolunda bireylerin neden birbirinden farklılaştığını bulmaya çalışırlar.
Modern geliÅŸim psikolojisi oldukça yeni bir bilim dalıdır. En azından 1960’lara kadar bebek, çocuk ve ergen konusundaki psikolojik araÅŸtırmalar “çocuk psikolojisi” adıyla biliniyordu. Bugünkü psikolojik
gelişim anlayışı -bazı büyük kuramcılara karşın- şimdiki biçimiyle son on yıllara kadar ortaya çıkmış değildi. Bütünleşmiş bir gelişim anlayışının daha önce ortaya çıkmayışının nedenlerinden biri,
alanın 1950’lere kadar deÄŸiÅŸimleri açıklamaktan çok betimlemeye yönelmiÅŸ olmasıdır. İlk geliÅŸim psikologları çocuÄŸu doÄŸum öncesinde, ilk haftalar ya da aylarda, ilk çocukluk, orta çocukluk dönemlerinde -olduÄŸunca eksiksiz biçimde-  betimlemekle yetiniyorlardı. Ancak betimsel bilgi araÅŸtırmacılar için giderek çekici olmaktan çıkmaya baÅŸladı. ÖrneÄŸin Amerika BirleÅŸik Devletleri’nde 1938’de çocuk geliÅŸimi  konusunda yaklaşık beÅŸyüz yayın çıktığı halde, 1949’da bu sayı yarısına inmiÅŸti. Daha sonra, 1950’lerin baÅŸlarında geliÅŸim psikolojisi yeniden canlandı. Bu geliÅŸmeye katkısı olan pek çok etken arasında en önemlisi, geliÅŸim psikologlarının yeni bir yaklaşım kabul etmeleriydi; artık ilgilerini geliÅŸimin temelini oluÅŸturan süreçlere yöneltmeye
başlıyorlardı (Liebert ve Wicks-Nelson, 1981).

Yaşamboyu gelişim psikolojisi (life-span developmental psychology) gelişimi incelemede yeni bir yönelimdir ve iki temel sayıtlıya dayanır. Birincisine göre, gelişim döllenme ile başlayan ve ölüm ile sona eren yaşamboyu bir süreçtir. Bu bakış açısı, bebeklik, çocukluk, ergenlik gibi bedensel büyümeye bağlı yaş dönemlerini kendi araştırma
alanları sayan gelişim psikologlarının görüşlerinden ayrılmaktadır. İkinci sayıltıya göre, gelişim büyümenin sonlanması ya da olgunlaşma ile sona ermez. Tam tersine, yaşamboyu gelişim psikologları
yetiÅŸkinlik ve yaÅŸlılık yıllarıyla büyük ölçüde ilgilenirler. YaÅŸamboyu geliÅŸime duyulan ilgi 1970’lerde baÅŸlamış ve 1980’lerde artarak sürmüştür. YaÅŸamboyu geliÅŸim yaklaşımının ele aldığı temel konular “geliÅŸim sırasında ortaya çıkan deÄŸiÅŸimlerin doÄŸası” ve “bu deÄŸiÅŸimleri hangi etkenlerin belirlediÄŸi” sorunlarıdır (Honzik, 1984).
Paul B. Baltes’e (1987) göre de, yaÅŸamboyu geliÅŸim psikolojisi, yaÅŸam akışı boyunca davranışta ortaya çıkan sabitliÄŸin ve deÄŸiÅŸimin araÅŸtırılmasını içerir. Bu psikolojinin amacı, yaÅŸamboyu geliÅŸimin genel ilkeleri, geliÅŸimde bireylerarası farklılıklar ve benzerlikler hakkında, aynı zamanda geliÅŸimde bireysel esnekliÄŸin ya da deÄŸiÅŸebilirliÄŸin derecesi
ve koşulları hakkında bilgi elde etmektir.

Perlmutter ve Hall (1992), gelişime ve yaşlanmaya ilişkin sayıltıların, araştırmacıların sorduğu soruları, bulguları yorumlama biçimlerini ve ileri yaşlardaki yaşamın doğasına ilişkin sonuçlarını etkilediğini
belirtmektedir. Otuz yıl önce yaşlılığın doğasına ilişkin soruları yanıtlamak çok kolaydı; çünkü herkes gelişimi gençlikle özdeş tutuyordu, yetişkinlerin gelişmediği varsayılıyordu. Oysa araştırmalar olgunlaşmadan sonraki bütün değişimlerin bozulma ya da düşüş içermediğini göstermektedir. Örneğin, zekanın bazı yönlerinde ilerlemeler yaşamın ikinci yarısında da sürmektedir. Araştırmacılar farklı sistemlerin farklı oranlarda yaşlandığını ve gelişimin yönünün değişebileceğini de buldular. Yaşlanma, hangi işlevin incelendiğine bağlı olarak kararlılık, artma ya da azalma içerebilir. Örneğin, zekanın bir yönünde ilerleme gösteren bir yetişkin bir başka yönünde gerileme gösterebilir. İşte bu tür bulgular araştırmıacıları sayıltılarını yeniden gözden  geçirmeye zorlamıştır. Gelişimi döllenmeden olgunlaşmaya kadar izleyen ve fetus, bebek, çocuk ve ergenle sınırlı tutan eski tanım işe yaramaz
olmuştur. Böylece, yaşamboyu gelişim yaklaşımında gelişim, döllenmeden ölüme kadar bedende ya da davranışta ortaya çıkan yaşa bağlı değişimler olarak tanımlanmaktadır (Perlmutter ve Hall, 1992).

:::::::::::::::::

2. Gelişimle İlgili Temel Sorunlar

Gelişim psikologlarının sık sık tartıştıkları birtakım önemli sorunlar vardır. Bunlardan birincisi, gelişimi sağlayan etkenlerin kaynağı sorunudur. Bu sorun kalıtım-çevre, doğa-kazanım ya da başka adlarla
yapılan tartışmalarda ortaya konmaktadır. Bugün artık “hangisi?” ve “ne kadar?” sorularının sorunu çözmedeki yararsızlığı anlaşılmıştır. Bunların yerine, davranışta biyolojik ve toplumsal etkilerin “nasıl?”
birleştiği sorusu sorulmaktadır.

Gelişim psikologları kendi alanlarında veri toplamak için üç dizi ilkeye dayanırlar: 1) Fiziksel büyüme ilkeleri, 2) Olgunlaşma ilkeleri, 3) Öğrenme ilkeleri. Fiziksel büyüme ilkeleri fiziksel yapı ve organlardaki
deÄŸiÅŸimleri dikkate alır. “OlgunlaÅŸma” terimi –geliÅŸimcilerin kullandığı biçimiyle- reflekslerin, içgüdülerin ve diÄŸer öğrenilmemiÅŸ davranışların geliÅŸimiyle ilgidir. Fiziksel büyüme ve olgunlaÅŸma biyolojiktir. “Öğrenme” ilkeleri ise, geniÅŸ anlamda, sadece geleneksel koÅŸullanmayla deÄŸil, aynı zamanda okuldaki öğrenimle ve diÄŸer çevre
etkileriyle birlikte tanımlanır. Öğrenme ve kalıtımın geliÅŸime katkıları konusunda bugün kabul edilen görüş, geliÅŸimin ortaya çıkmasında iki etkenin birleÅŸtiÄŸini kabul eden “etkileÅŸimci” görüştür. Her ikisi de zorunludur, hiçbiri tek başına yeterli deÄŸildir. Kalıtım gizil sınırları saptar, çevre de bu sınırlara ne kadar yaklaşılacağını belirler.

Gelişim üzerindeki biyolojik etkiler iki çeşittir. Birincisi, bir türün bütün üyelerince paylaşılan türe özgü etkilerdir (bebeğin beslenme ve bakım için
başkalarına gereksinme duyması gibi). İkincisi, her kişiye özgü olan genetik özelliklerdir (bireyler arasındaki farklılıklar gibi). İşte, gelişim psikologları doğanın insanlar arasındaki benzerliklerin ve farklılıkların oluşumuna nasıl katkıda bulunduğunu araştırmaktadırlar. Öte yandan, gelişim üzerindeki çevresel etkiler de iki çeşittir. Birincisi fiziksel çevredir (doğum öncesi dönemde ana rahmi,
kent ya da kır gibi). İkincisi toplumsal çevredir (diÄŸer insanlar, toplumsal kurumlar gibi). Bazı çevresel belirleyiciler bizi baÅŸkalarından farklı kılan etkenlerdir (özel bir okulda okumak, trafik kazasına uÄŸramak, iÅŸini yitirmek, piyangoda kazanmak gibi). BaÅŸka bazı çevresel belirleyiciler de bizi baÅŸkalarına benzer kılan etkenlerdir (içinde doÄŸduÄŸumuz kültür ya da tarihsel zaman gibi). Önemli tarihsel olaylar geliÅŸim üzerinde derin etkilerde bulunur, ama bu etkinin niteliÄŸi kiÅŸinin o zamanki yaşına baÄŸlıdır. Bu konu geliÅŸimle ilgili temel kavramlar bölümünde “bölük” kavramı çerçevesinde yeniden ele alınacaktır.

İkinci sorun, davranış değişikliğinin sürekliliği ya da süreksizliği sorunudur. Gelişim derece derece ve düzgün bir biçimde mi ilerler, yoksa kendine özgü nitelikler gösteren birtakım evrelerden mi geçer?
Evre kuramcıları evrensel biyolojik temelli etkenlerin gelişimde egemen bir rol oynadığını savunurlar; psikolojik süreçlerde hep aynı yapısal
deeişimlerin ortaya çıktığını ve davranış  değişimlerine göreli bir süreksizlik verdiğini ileri sürerler. Buna karşılık, sürekliliği savunan
kuramcılar toplumsal ve yaşantısal etkenlerin gelişimdeki değişmelerin temelini oluşturduğunu savunurlar; öğrenme, dereceli bir süreçtir. Ancak bu görüş ayrılığına karşın, bütün kuramcılar gelişimde hem süreklilik hem de süreksizlik olduğu konusunda birleşmektedirler. Özellikle kişilik psikolojisi alanında varılan sonuç, kişiliğin karmaşık ve çok yönlü bir yapısı olduğu, bazı ögelerinin süreklilik bazılarının da süreksizlik gösterdiği biçimindedir. Genellikle en büyük sabitlik çeşitli
zihinsel ve bilişsel boyutlarda (ZB, bilişsel üslup, benlik kavramı gibi) ve en düşük değişmezlik kişilerarası davranış ve tutumlarda ortaya çıkmaktadır.

Gelişim psikolojisinde temel tartışmalardan biri de bunalım (crisis) kavramı çevresinde toplanır. Diyalektik bakış açısından psikolojinin görevi, değişen dünyada değişen bireyi anlamaya çalışmaktır. İnsan yaşamı karşıtlıklar ve çatışmalarla belirlenir. Her değişim karşıtlar arasındaki sürekli bir çatışmanın ürünüdür. Gelişim, varolan karşıtlıkların çözümü ve sonunda yeni karşıtlıkların ortaya çıkışı ile ilerler. Bireyin yaşamındaki karşıt güçler arasındaki çarpışmanın sonucu bir uzlaşma
deÄŸil, tümüyle yeni bir üründür. Riegel’e (1975) göre, insan geliÅŸimi en azından dört boyutta eÅŸzamanlı bir harekettir: 1) İçsel- biyolojik, 2) Bireysel-psikolojik, 3) Kültürel-sosyolojik, 4) Dışsal-
fiziksel. Gelişim, bu boyutların dengesi bozulduğu zaman ortaya çıkar. Çeşitli boyutlardaki değişimler her zaman eşzamanlı olmadığı için, aralarında çatışma gelişir ve bir bunalıma yol açar. Bunalım,
bireylerin davranışlarını yeni koşullara ayarlamalarını gerektiren son derece zorlayıcı bir durumdur. Ancak diyalektik psikoloji açısından
bunalımların mutlaka olumsuz olaylar olması gerekmez. Bu psikoloji, Piaget’in biliÅŸsel geliÅŸim konusundaki görüşlerinin yeterli olmadığını
ileri sürer. Piaget geliÅŸimin dengenin oluÅŸtuÄŸu anda ortaya çıktığını vurgulamaktadır. Oysa Riegel’e göre geliÅŸimsel ilerlemenin temeli karşıt koÅŸullardır ve geliÅŸim süreci hiçbir zaman sona ermez. Piaget
gelişimi denge ve uyumun periyodik düzeylere ulaşması olarak gördüğü halde, Riegel bu gelişim düzeyinin ancak kısa süreli olduğunu kabul
eder. Riegel’e göre Erikson, bunalımların içsel-biyolojik ve kültürel-sosyolojik güçlerle birlikte belirlenmesini vurgulayan ilk modern yazarlardan biridir, ancak Erikson da organizmanın neden evreden evreye geçerek geliÅŸtiÄŸini açıklamakta yeterince baÅŸarılı olamamıştır.

Riegel bunalım kavramına farklı bir açıklama getirmektedir:

“Bunalım (crisis) kavramı çeliÅŸik biçimde denge (equilibrium), kararlılık (stability), uygunluk (consonance) ve denge (balance) kavramlarıyla baÄŸlantılıdır. Denge (equilibrium) kavramı arzu edilir bir amaç olarak davranış ve toplum
bilimcilerin düşüncesine tam anlamıyla girmiştir ve bunalımı olumsuz yönde tanımlar. Böylece, bunalım kavramı, ancak uzun vadeli bir durum olarak ya da bir sakinlik durumunun kesilmesi eylemi olarak gördüğümüz zaman dengesizlik (disequilibrium) anlamını kazanır. Fakat, karşıt durumlar ya da olaylar birbirine sıkıca bağımlı olduğuna göre,
denge kavramı dengesizlik kavramı olmadan ve kararlılık kavramı bunalım kavramı olmadan anlaşılamaz. Bizim araştırmamız gereken nokta, bu koşulların her birini tek başlarına kavramak değil, birbiri içine girişlerini kavramaktadır. Kararlılık ve bunalımı olumlu ve olumsuz değil, birbirine
karşılıklı bağımlı olarak görmemiz, yalnızca diyalektik baÄŸlantılarında geliÅŸimi olanaklı kılan çeliÅŸik koÅŸulları düşünmemiz gerekmektedir” (K. F. Riegel, 1975). GeliÅŸim psikolojisinin bir baÅŸka temel sorunu, davranış’ın mı yoksa zihinsel süreçlerin mi vurgulanacağıdır. Katı davranışçı yaklaşım doÄŸrudan gözlemlenemeyeceÄŸi gerekçesiyle zihinsel süreçleri araÅŸtırmak istemez; buna karşılık, çaÄŸdaÅŸ psikologlar nesnel yöntemler kullanarak
zihin süreçlerini de araÅŸtırma alanına katmışlardır. İç zihinsel süreçlerin psikolojik geliÅŸimdeki yeri ve rolü artık kabul edilmekte ve araÅŸtırılmaktadır. Aynı baÄŸlamda bir baÅŸka sorun da, “normatif” geliÅŸimin mi yoksa idiyografik geliÅŸimin mi vurgulanacağı konusudur. Kimi psikologlar bütün çocuklarda varolan ortak yönler anlamına gelen normatif (normative) geliÅŸimle ilgilenirler; kimi psikologlar
da çocuklar arasındaki bireysel farklılıkları anlamayı amaçlayan idiyografik (idiographic) geliÅŸimi vurgularlar. Normatif araÅŸtırmalar genellikle geliÅŸimin biyolojik temellerine dayanırlar. Gesell ve bir ölçüde de Piaget gibi kuramcılar geliÅŸimi, içsel biyolojik süreçlerin yönlendirdiÄŸi, çevresel etkenlerden pek etkilenmeyen, önceden  kestirilebilir bir olgu olarak görürler. Bu bakış açısı “ortalama” çocuk üzerinde
yoÄŸunlaÅŸmakta ve “normal” geliÅŸimin aÅŸama aÅŸama nasıl ilerlediÄŸini belirleme amacını gütmektedir. İdiyografik araÅŸtırmalar ise çocuÄŸu birey olarak almakta ve onu diÄŸerlerinden farklılaÅŸtıran etkenleri
incelemektedir. Vasta ve arkadaşlarına (1992) göre, dil gelişimi konusundaki çağdaş araştırmalar bu iki yaklaşımı sergileyen örneklerdir. Kimi kuramcılar dil yeteneğinin bütün çocuklarda benzer biçimde ortaya çıktığını, çünkü büyük ölçüde beyindeki mekanizmalar tarafından denetlendiğini kabul etmektedirler. Dolayısıyla bu araştırmalar
belirli bir dildeki çocukların ortak dil gelişimi örüntülerini, aynı zamanda binlerce dil için evrensel olan özellikleri araştırmaktadırlar. Buna karşılık başka kuramcılar da konuşma gelişimindeki bireysel
farklılıklarla ve dilin kazanılmasındaki çevresel etkilerle, yani dilin farklı çocuklarda farklı gelişmesine yol açan nedenlerle ilgilenmektedirler.

:::::::::::::::::

3. Gelişimle İlgili Temel Kavramlar

Yaş (age) kavramı, gelişim psikolojisini psikolojinin diğer alanlarından ayıran temel kavramdır. Yaş zaman ile eşanlamlı bir kavramdır ve kendi başına hiçbir şeyin nedeni değildir. Yaş kavramının
yarattığı karışıklıklar nedeniyle kimi geliÅŸim psikologları evre (stage) kavramını kullanmayı yeÄŸlerler. Bir bağımsız deÄŸiÅŸken olarak “evre”,
“yaÅŸ”tan daha kullanışlıdır. Günümüzde evre kavramı geliÅŸim psikologlarınca iki anlamda kullanılmaktadır. “Güçlü” anlamda evre kavramı
süreksizliği dile getirir. Örneğin, çocuğun hareket gelişimi emekleme, ayağa kalkma, yürüme, koşma biçimindedir. Bu evrelerden her biri diğerinden niteliksel olarak farklıdır. Bu anlamda evreler her zaman belirli bir zaman aralığında ortaya çıkmak durumundadırlar; gelişen birey bir evreyi  atlayamaz, evreleri bir başka zaman aralığında
yaÅŸayamaz. Evre kavramının bu güçlü anlamı Piaget’in biliÅŸsel geliÅŸim kuramında ve Kohlberg’in ahlak geliÅŸimi kuramında ortaya çıkar.

Evre kavramının “zayıf” anlamı da vardır ve yaÅŸ, çevre, ilgiler, etkinlikler konusunda bilgi verir. Bütün bu kullanımlarda kavram anlam
deÄŸiÅŸikliÄŸi olmadan geçer. ÖrneÄŸin çocuÄŸun “diÅŸ çıkarma evresinde”,
“ilkokul evresinde”, “anal evrede” olduÄŸu söylenebilir. Freud’un
psikoseksüel geliÅŸim kuramında ve Erikson’un psikososyal geliÅŸim kuramında
bu anlamdaki evre kavramı kullanılır (Ph. G. Zimbardo, 1979).

Kullanımdaki bu farklılığa karşın, evre kuramlarının tümü evrelerin
temel özellikleri üzerinde birleşirler. Kuramsal olarak evrelerin şu
özellikleri taşıdığı kabul edilmektedir: 1) Evreler genel sorunları
betimlerler. Bir evre o evreye özgü genel özellikleri ve sorunları vurgular.
2) Evreler davranıştaki nitelik farklılıklarını dile getirirler. Bir evredeki
davranışın kendine özgü nitelikleri vardır. 3) Evreler değişmez
bir ardışıklık gösterirler. Bir evre diğerini değişmez bir sıra içinde izler.
4) Evreler bütün kültürler için evrenseldir. Kültürler arasındaki
farklılıklara karşın, bütün kültürler aynı yaşam sorunlarıyla başa çıkmaya
çalıştıkları için gelişim evreleri bütün kültürlerde aynıdır (W.C. Crain,
1986).

İlerde de görüleceği gibi, gelişim kuramlarının çoğu evre kuramlarıdır.
Ancak evre kuramlarının hepsi evre kavramının gerektirdiği
özelliklere sahip deÄŸildir. John Flavell’e (1985) göre, tam bir evre
kuramındaki her gelişim evresi şu ögeleri taşır: Yapılar (yeteneklerin,
becerilerin ya da güdülerin tutarlı bir örüntüsü); niteliksel değişimler
(önceki evreyle karşılaştırıldığında yetenekler, beceriler ya da güdüler
arasında açık bir farklılık); ani oluş (evrenin tipik yeteneklerinde,
becerilerinde, güdülerinde eşzamanlı bir değişim); birliktelik (bütün
değişimlerin aşağı yukarı aynı hızla gelişmesi). Çok az evre kuramı
bütün bu ölçütlere tam olarak uyabilmektedir. Örneğin, bir evrenin nerede
bittiği, diğerinin nerede başladığı konusunda çok az görüş birliği
vardır. Bu tür sorunlar nedeniyle günümüzde evre kavramı daha az
sınırlayıcı bir biçimde kullanılmaktadır. Özel bir alandaki bellibaşlı
yaşam evrelerinin betimlenmesinde hala evre kavramı yeğ tutulmaktadır.

Evre kuramıyla yakından ilişkili kavramlardan biri de kritik dönemler
(critical periods) kavramıdır. Kritik dönemler, yaşam süresinde,
sürekli ve geri dönülmez sonuçları olabilen elverişli ve elverişsiz
durumlarla ilgili zamanlardır. Kimi geliÅŸimciler “duyarlı dönem” (sensitive
period) terimini kritik dönem terimine yeğ tutarlar. Duyarlı dönem
kavramı, kritik dönem kavramına göre, zaman boyutunda daha
fazla esneklik ve geri dönüşlülük içerir. Kritik ya da duyarlı dönem
anlayışı özellikle ünlü etolog Konrad Lorenz’in çalışmalarından sonra
yaygınlık kazanmıştır. Bu anlayış psikanalitik açıklamalarda da önemli
bir yer tutar. “Çocukluk nevrozu olmadan yetiÅŸkinlik nevrozu olmaz”
formülü bu anlayışın anlatımıdır. Bununla birlikte, kimi gelişimciler
yaşamın ilk yıllarının bu denli önemli sayılışını reddederler.

Evre kavramının sağladığı kuramsal kolaylıklar açık olmakla birlikte,
yaş kavramından vazgeçilemeyeceği de ortadadır. Şu halde, yaşın
gelişimsel anlamını incelemekten kaçınılamaz.

Yaş sadece biyolojik, kronolojik bir kavram değildir, aynı zamanda
psikolojik, toplumsal bir gerçekliktir. Bireyin kendini kaç yaşında
“hissettiÄŸi”ne iliÅŸkin yaÅŸantı herkesçe bilinir. Bir insan 16’sında kendini
yetişkin gibi hisseder, öyle davranır ve çevresi de onu öyle algılar;
bir diÄŸeri ise 30’unda hala yüksek öğrenimini sürdürmektedir ve öğrenimini
bitirmeden kendini tam bir yetişkin gibi hissetmeyebilir. Özellikle
yetişkinlik psikolojisinde yaşlanma sürecinin incelenmesi, farklı
yaş bölüklerindeki insanların farklılıklarının incelenmesi önem taşır.
Ayrıca, bireyin yaşam döngüsü belirli bir tarih içine yerleştiğinden,
bireysel zaman ile tarihsel zaman arasındaki etkileşim de önemlidir.
Çünkü bireyin örneÄŸin 20 yaşını 1995’te ya da 1935’te yaÅŸaması farklı
anlamlar taşır. Öte yandan, gelişim araştırması açısından da, farklı insanlar
arasındaki yaş farklılıkları (bireyin ve ana babasının) ile, bireyin
kendisinin yaş farklılığı (şimdiki hali ve 30 yıl sonrası) farklı etkenlerin
dikkate alınmasını gerektirir. Her birey aşağı yukarı aynı zamanda
doğmuş insanlar grubu demek olan bölük (cohort) içinde yer
alır. Amerika BirleÅŸik Devletleri’nde 1930’lardaki büyük ekonomik
bunalımın gençler üzerindeki etkisinin olumlu ya da olumsuz olması
gencin ait olduğu bölüğe bağlıdır. Bu etkinin o tarihlerde ergenlik çağında
olan çocuklar üzerinde olumlu, okul öncesi çağda olanlar üzerinde
ise olumsuz olduÄŸu belirtilmektedir.

Yaş, basitçe bakıldığında, bireyin doğumundan itibaren dünyanın
güneş çevresindeki dönüşlerinin sayısıdır sadece. Ancak, yaşla gelen
değişimler, farklı yaşlardaki insanlar arasındaki farklılıklar, yaşlanma
süreci vb. önemli konulardır. Yaşa ilişkin bu değişimlerin çoğu
-özellikle yetişkinler için- bireyin içinde yaşadığı toplum tarafından
belirlenir. Ancak, hangi toplum içinde olursa olsun biyolojik değişimler
de önemlidir.

Yaşın önemini kavramak için aşağıdaki tabloya bakabiliriz:

Tablo 1: İnsan Yaşam Çizgisi

0- Gebelik, doÄŸum

6- Okula baÅŸlama

12- Erinlik

18-30 Oy verme, iÅŸe baÅŸlama, evlenme, anababa olma

30-48 Anababa ölümü, menopoz, çocukların evden ayrılması,
büyük anababa olma

48-65 Emeklilik, eş ölümü, büyük-büyük anababa olma

65 ve üzeri- Ölüm

(Önemli olayların yaşları ortalama olarak verilmiştir, bu yaşlar önemli
bireysel ve cinsel farklılıklar gösterir).

Kaynak: D.C. Kimmel, Adulthood and Aging, 1974.

Her bireyin döllenmeyle başlayıp ölümle sonuçlanan böyle bir
yaşam çizgisi (life line) vardır. Bu yaşam çizgisi insanın yaşam döngüsünün
(life cycle) şematik bir tasarımıdır ve insan yaşammın tüm
süresinin (life span) ilerleyen ve sırasal yönlerini vurgular. Bu çizgide
belirli yaşlar, yaşa bağlı özel değişimler için işaretlenmiştir. Biyolojik
büyümenin rolü, gebelikten doğuma, doğumdan erinliğe, erinlikten
orta yaşa vb. ilerledikçe önemini yitirmektedir. Şu halde biyolojik
değişkenlerin dışında hangi etkenlerin yaşam çizgisindeki olayların önemini
belirlediği sorulabilir. Örneğin, 6 yaş, çocuğun okula girişini ve
uzun bir resmi eğitimden geçişini göstcrdiği için anlamlıdır. 12 yaş,
erinliğin başlangıcını, çocukluğun sona erişini ve gençlik kültürüne
katılmayı gösterdiği için önemlidir. 18 yaş, birçok toplumda oy kullanma,
sürücü belgesi alma, üniversiteye girme, evden ayrılma, işe
girme, evlenme gibi önemli toplumsal ve hukuksal anlamlar taşır ve
yetişkinlikten pay almayı simgeler. 30 yaş -özellikle kitle iletişim
araçlarınca- orta yaşın ve artık inişe geçişin başlangıcı olarak görülür;
oysa dönüm noktası olarak ağırlıklı sonuçları olmayan bir yaştır, gene
de yetişkinliğin birtakım hareketli olayları bu yaş dolaylarında yaşanır.
Yetişkinler diğer yaş dönemlerinden niteliksel olarak farklı bir orta
yaş kavramına sahiptirler. Ergenlikten sonraki on yıllarda yaşa bağlı
değişimlerin az olmasına karşın, orta yaşlılıkta menopoz ve emeklilik
gibi iki olay yaşa bağlı olarak gerçekleşmektedir. İleri yaşlarda eşin ya
da arkadaşların ölümü, bireyin kendi ölümünden önce geçtiği dönüm
noktalarıdır. Araştırmalar ölümün de önemli bir gelişim olayı olduğunu
ortaya koymaktadır. Ölüme yakınlık yaşlılıkta kronolojik yaştan
çok daha önemli bir zaman ölçütü olmaktadır. Ölüm kaçınılmazlık kazandıkça,
psikolojik değişimlere yol açmaktadır.

Bireyin yaşam döngüsü boyunca gelişimi yaşa bağlı değişimin
kaynaklarından sadece biridir. YaÅŸam çizgisi ile çakışan “tarihsel zaman”
da bireyin yaşam döngüsü içinde ilerlemesini etkileyen yaşa
bağlı bir diğer boyuttur.

Söz gelimi, yirmi yıl önce üniversite öğrencisi olan bir gencin
ana babası büyük olasılıkla Birinci Dünya Savaşı sonlarında ve büyük
ekonomik bunalımın ilk yıllarında doğmuştur. O insanlar uluslararası
dayanışmayı öğrenmişler, ama ekonomik güvenliklerinin ve maddi
varlıklarının kendi denetimleri dışında birden bire yok olabileceğini
de görmüşlerdir. Ekonomik bunalım yıllarında okula giden o insanlar
ilk toplumsal deneyimlerini, ilerdeki tutum ve deÄŸerlerini etkileyen
maddi sıkıntılar içinde yaÅŸamışlardır. Belki İkinci Dünya Savaşı’nı
yaÅŸamışlar, hatta içinde bizzat yer almışlardır. 1940’larda doÄŸanlar ise
yalnız ekonomik büyümeyi ve orta sınıfın gelişmesini değil, aynı zamanda
hiç eksilmeyen nükleer savaş tehdidini de yaşamışlardır. Son
zamanlarda çevre kirlenmesi ve nüfus patlaması gibi diğer yok olma
tehditlerini de yaşamaya başlamışlardır. Bugünün dünyası, yalnız teknolojik
gelişmeyi değil, dünyanın küçülmesini ve uzaya gidilmesini
de yaşamaktadır. Bilgisayarlarla yaşama zorunluluğunun getirdiği sorunları
da eklemek gerek!

Bu tür tarihsel-kültürel olayların bireylerin tutum, değer ve dünya
görüşlerini büyük ölçüde etkilediği bilinmektedir. Bu gelişmeler insanları
farklı yaşlarda farklı biçimlerde etkiler. Ancak tarihsel olayların
kuşaklar üzerindeki etkisi yaşa bağlı olmanın yanında toplumsal
kesimlere de baÄŸlıdır. ÖrneÄŸin A.B.D’de 1950’lerde uzay programlarının
önem kazanması o yıllarda meslek seçiminin eşiğinde bulunan
gençleri daha fazla etkilemiş, çoğunu fen ve mühendislik dallarına yöneltmiş,
sonuçta bu alanda işgücü fazlası oluşmasına yol açmıştır.

Bireysel yaşam döngüsü ile tarihsel zaman çizgisi etkileşiminin
ilginç bir örneÄŸi de “kuÅŸaklararası çatışma” olgusudur. Bu çatışmanın
gençlerle anababalarının kuşağı arasındaki değer, tutum ve yaşam biçimi
farklılığından oluştuğu kabul edilirse, iki farklı yorum getirilebilir:
Gelişimsel ve tarihsel. Gelişimsel olarak kuşaklar arasındaki bu
farklılık gençlerin ve anababalarının yaşam döngüsündeki farklı evrelerden
kaynaklanmaktadır. Erikson’a göre genç insan “Ben kimim?
Toplumla nasıl bir iliÅŸki kurabilirim?” gibi kimlik sorunlarıyla uÄŸraşırken,
kendi değer ve tutumlarını oluşturabilmek için toplumun değerlerini
irdelediği ve anababa değerlerini kısmen reddettiği bir evreden
geçer. Anababalar ise, dünyada sürekliliklerini sağlayan işaretler
bırakabilme isteğiyle, ekonomik ve duygusal bir kararlılık sağlayarak,
toplumun değerlerini aktarmaya çabaladıkları bir gelişim evresindedirler.
İki ayrı evredeki insanların çatışması bir tür insanlık durumudur
ve bu nedenle insanlık tarihi kadar eskidir.

Kuşaklar arasındaki bu çatışma kuşaklar boyunca ortaya çıkan
toplumsal değişimin mekanizması da olabilir. Özellikle, yaşlıların gelişen
daha karmaşık ve yeni toplumsal yapıya gençleri hazırlayamadıkları
hızlı toplumsal değişim dönemlerinde bu böyledir. Toplumsal
gelişimin hızı arttıkça birbirini izleyen kuşaklar arasındaki yeniden
uyum sağlama süreci de o ölçüde önem kazanmaktadır. Günümüzde
gençlik döneminin uzaması gençlere, kişisel özgürlük, ekonomik güvenlik,
entelektüel araştırma açılarından, toplumu ve toplumsal değerleri
sorgulamaya zaman ve olanak sağlamaktadır. Yine bu dönemin
uzaması gençlerin kendi aralarında bir çevre yaratıp yaşlı kuşakla
daha az ilişki kurmalarına olanak vermektedir. Böylece gençler arasında
paylaşılan tutum ve değerler artmakta, geleneksel kuşaklararası
etkileÅŸimin yerine yaşıtlararası etkileÅŸim geçmektedir. “Gençlik kültürü”
olgusu da buradan doğmaktadır.

Gençlik dönemiyle çakışan bu tarihsel etkenler -çocuklukla yetişkinlik
arasındaki sürenin uzaması, anababaların gençliğine oranla
daha maddi varlık içinde yaşayan gençlik, genç nüfusun savaş sonrasında
artması- kuşaklar çatışmasını derinleştiren nedenler olmuştur.
Şu halde, gelişim olgusunu, gelişim döneminin çakıştığı tarihsel dönemi
dikkate almadan tam olarak anlayamayız. Ama aynı zamanda,
kuşaklar çatışmasını tam olarak anlayabilmek için gelişimsel (yaş) etkenleri
tarihsel etkenlerden ayırabilmemiz gerekmektedir. Margaret
Mead, kuşaklar çatışması konusunda gelişimsel etkenlerin yerine tarihsel
değişimlere ağırlık verdiği bir açıklama getirmiştir. Mead, savaş
sonrası insanların içinde yaşadıkları dönemin olumsuz niteliklerini
özellikle vurgulamaktadır. Mead’a göre, “kültürel süreksizlik” yaÅŸam
döngüsünde ilerledikçe, 1980’lerde 41 yaşındakiler 55 ve daha yukarı
yaşta olanları anlayamaz hale geleceklerdir ve bu böyle sürüp gidecektir.
Sadece tarihsel etkenlere dayanarak kurulduğu için abartılan bu
sav, kuşak çatışmasının gençlerle yaşlılar arasında sonsuza dek var
olacağı doğrultusundaki gelişimsel savla çelişmektedir.

Kuşaklar çatışmasına ilişkin bu örnek, yaş farklılıklarının anlaşılmasının
ve yorumlanmasının çok zor olabileceği gerçeğini ortaya
koymaktadır. Bu nedenle, yaş farklılıkları üzerindeki araştırmaların,
gelişimsel (yaş) ve tarihsel (zaman) etkenlerin etkileşimini dikkate alması
gerekmektedir. Gelişimsel sav ile kültürel süreksizlik savı arasındaki
çelişki ancak amprik araştırmalarla giderilebilecektir. İdeal bir
araştırma yöntembilimi, insanları bu kuşaklar farkının her iki tarafında
da belirli bir süre izleyebilmelidir (D. C. Kimmel, 1974).

GELİŞİM PSİKOLOJİSİ-2

4. Gelişim Psikolojisinde Yöntemler

Gelişim psikolojisi, doğumdan ölüme uzanan yaşam süresinde fiziksel,
zihinsel, duygusal ve toplumsal işlevlerde ortaya çıkan bütün
değişimleri araştırır. Gelişim araştırmalarında çeşitli araştırma
stratejilerinden, yaklaşımlarından, desenlerinden ya da yöntemlerinden söz
edilebilir ve bunlar çeşitli biçimlerde sınıflanabilir.

Aşağıda, herhangi bir sınıflama yapmadan, gelişim psikolojisinde
sıklıkla kullanılan bazı yöntemler açıklanmaktadır.

Deneysel yönteın (experimental method), deneysel varsayımları
neden-sonuç ilişkisinin belirlenmiş olduğu kontrollü bir durum içinde
sınamaktan ibarettir. İlişkisel yöntem (correlational method), iki ya da
daha fazla etken arasındaki ilişkiyi saptamakla uğraşır. Bu yaklaşımda
hiçbir şey araştırmacı tarafından değiştirilmez, durum olduğu gibi ölçülür,
denekler aynı koşullar altında gözlemlenir, değişkenler arasındaki
iliÅŸki genellikle “korelasyon katsayısı” ile bulunur. Örnek olay
yöntemi (case study method), tek bir deneğin ayrıntılı biçimde incelenmesi
yöntemidir. “Klinik örnek olay incelemesi” bu yöntemin daha
derinliÄŸine bir yoludur. “Tek denekli deneysel araÅŸtırma”, deneysel
yöntem ile örnek olay yönteminin tek bir bireyin incelenmesinde birleşmesidir.
Bu üç yöntemden herbirinin güçlü ve zayıf yanları vardır;
ancak bilim adamlarının yeğledikleri yöntem deneysel yöntemdir,
çünkü araştırmacıya neden-sonuç ilişkilerini arayabileceği kontrollü
bir durum sağlar. Bu kontrollerin olmadığı ilişkisel araştırma ise sadece
değişkenler arasındaki ilişkiyi ortaya çıkarabilir, ama neden-sonuç
bağlantısını veremez. Gene de ilişkisel yöntem, üzerinde oynanamayan
koşullarn araştırılmasında ve doğal çevredeki özelliklerin
ölçülmesinde çok önemlidir. Hem deneysel hem de ilişkisel yöntemler,
bulguların daha geniş evrene genellenebileceği temsil edici örneklemler
kullanırlar. Oysa örnek olay yöntemi bir tek denekle ilgili olduğu
için genelleştirme yapamaz; koşullar diğer yöntemlere uygun olmadığı
zaman örnek olay yöntemi kullanılabilir. Bununla birlikte, Piaget
ve Freud’un kullandığı biçimiyle örnek olay yöntemi önemli kuramlara
yol açmıştır (R.M. Liebert ve R.W.-Nelson, 1981).

Kullanılan yönteme bakılmaksızın pek çok gelişim araştırması
kesitsel, boylamsal ya da sırasal bir desen örgütleyebilir. Kesitsel desen
(cross-seetional design), farklı yaş gruplarını seçer ve karşılaştırır.
Bu yaklaşımda genellikle her denek için bir tek gözlem vardır. Gelişim
değişiklikleri farklı yaşlardan deneklerin incelenmesiyle belirlenir.
Bu yöntemin en büyük avantajı aynı yaştakilere bir seferde test
verilebilmesidir; en büyük sorunu da, grupların sadece yaşa göre değil,
doğum yılına göre de farklılaşabilmesi gerçeğini dikkate almamasıdır.
Doğum yılı farklılıkları toplumsal koşullara, eğitim uygulamalarına,
siyasal atmosfere ve başarıyı etkileyen diğer değişkenlere
ilişkin farklılıklarla bağıntılı olabilir. Farklı zamanlarda doğan bireyler
farklı doğum bölüklerine (birth cohorts) mensupturlar. Kesitsel yöntemin
sorunu, yaş ile doğum bölüğünü birbirine karıştırmasıdır; yaş
grupları burada farklı doğum bölüklerinden seçilmektedirler.

Boylamsal desen (longitudinal design), aynı doğum bölüğünden
olan bireylerin tekrar tekrar test edilmesi yaklaşımıdır. Boylamsal
araştırmada aynı denekler değişik yaşlarda birkaç kez gözlemlenir, zaman
içindeki davranış değişikliği ya da kararlılığı kaydedilir. Bu tür
araştırmanın avantajı yaş değişikliklerinin doğum bölüğü farklılıklarıyla
karıştırılmamasıdır; sadece bir bölükten olanlar tümüyle test edilirler.
Gene de, en önemli sorun, eğer ele alınan dönem çok genişse,
araştırmanın olanaksız ölçüde çok zaman gerektirmesidir. Bir başka
sorun, eğer bölük farklılıkları varsa bunların ortaya çıkarılamamasıdır.
Çünkü sadece bir bölük test edilmektedir, sonuçların genellenebilirliği
kuşkuludur. Örneğin, ciddi bir ekonomik çöküntü döneminde büyümüş
olan bir bölük sadece bu zamana özgü belirli tutumları yansıtabilir;
daha önceki ya da sonraki bölükler için tipik olanı vermez.

Sırasal desen (sequential design), pek çok farklı doğum bölüklerinin
tekrar tekrar test edilmesi yaklaşımıdır. Böylece sırasal araştırmalar
kesitsel yöntemin temel sorununu (yaşın bölükle karıştırılması
sorununu), her yaş düzeyinde birden fazla bölüğü ele alarak çözerler;
boylamsal yöntemin genelleştirme sorununu da aynı yoldan çözerler
(Ph-G. Zimbardo, 1979).

Boylamsal ve kesitsel yöntemler insan gelişimi konusunda gözlem
yapma ve veri toplamanın temel yollarıdır. Araştırmacı, verileri
iliÅŸkisel (correlational) ya da etkensel (factorial) tekniklerle elden
geçirerek, niceliksel olarak değerlendirilmiş değişkenler arasında varolan
anlamlı ilişkileri keşfedebilir.

Aşağıdaki tabloda (Tablo 2) boylamsal ve kesitsel yöntemlerin
karşılaştırmalı nitelikleri özetlenmektedir.

Tablo 2

Boylamsal ve Kesitsel Yöntemlerin Karşılaştırılması

BOYLAMSAL YÖNTEM

OLUMLU

İlk çocukluk ile yetişkin davranışları
arasındaki sürekliliği belirler.

Eşdeğer olmayan örneklemle ilgili sorunları önler.

Büyüme artışlarını ve örüntülerini betimler.

Diğer araştırmalardan daha kesin
biçimde neden-sonuç ilişkisini belirtebilir.

OLUMSUZ

Zaman ve para açısından pahalıdır.

Araştırma fonları tükenirse önceki
zaman ve para harcamalarını tehlikeye sokar.

Harcamalarla ilgili periyodik yeni
düzenlemeler gerektirir.

Örneklem denek kaybı nedeniyle
giderek yanlı hale gelir.

Araştırmacıların yeniden test vermek
için aynı denekleri sürekli olarak
yeniden bir araya getirmeleri gerekir.

Test dönemleri arasında deneklerin
çevreleri kontrol edilemez.

Araştırmacıları vaktinden önce bir
araştırma desenine ve kurama bağlı kılar.

KESİTSEL YÖNTEM

OLUMLU

Fazla zaman kaybından korur.

Boylamsal araştırmaya göre daha
az paraya çıkar.

Araştırma görevlileri arasında sürekli
ya da uzun vadeli iliÅŸkiyi gerektirmez.

Deneklerin yeniden test vermek
için istenen yaşa gelmelerine kadar
verilerin uzun süre “dondurulması” gerekmez.

OLUMSUZ

Örneklem gruplarında yer alan değişimin
yönünü göstermez.

Aynı kronolojik yaşta ama farklı
olgunlaşma yaşında olan çocukları
bir araya yığar. Böyle bir ortalama
alma yolu erinlikteki büyüme atılımıyla
ilgili deÄŸiÅŸimleri gizleyebilir.

İncelenen grupların karşılaştırılabilirliği
her zaman belirsizdir.

Gelişimin sürekliliğini tek bir bireyle
ortaya çıktığı haliyle ihmal eder.

Kaynak: James W. Vander Zanden, Human Development, 1981.

Tablo 3

Gelişim Araştırmaları Desenleri ve Yöntemleri

Tip: Kesitsel desen

Yöntem: Birçok bölüğü bir seferde gözlemleme

Bulgular: Davranışta yaş farklılıkları

Avantaj: Çabuk ve ucuzdur

Dezavantaj: Farklılıklar gelişimsel değişimlerden çok,
bölük değişimlerini yansıtabilir.

Tip: Boylamsal desen

Yöntem: Bir bölüğü birçok seferde gözlemleme

Bulgular: Davranışta zaman içindeki değişimler

Avantaj: Gelişimsel eğilimleri gösterir. Bireylerdeki
değişimleri gösterir.

Dezavantaj: Farklılıklar toplumdaki değişimleri yansıtabilir.
Araştırmalar uzun süreli ve pahalıdır. Yinelenen uygulamanın
etkisi ve denek kaybı örneklemi bozabilir.

Tip: Sırasal desen

Yöntem: Birçok bölüğü birçok seferde gözlemleme

Bulgular: Davranışta yaşa bağlı değişimler

Avantaj: Yaşın, bölüğün ve toplum değişimlerinin
etkilerini ortaya çıkarır

Dezavantaj: Araştırmalar uzun süreli ve pahalıdır

Kaynak: Hoffman ve ark., 1994

Sözü edilmesi gereken son bir araştırma yöntemi daha var. Araştırmacılar,
bütün toplumlara, bazı türden toplumlara ve sadece özel bir
topluma ilişkin kuramlar oluşturmak isterler. İşte, kültürlerarası
yöntem (cross-cultural method) bu yaklaşımın aracıdır. Bu yaklaşımda,
araştırma birimini bireylerden çok kültürler oluşturur. Genellikle, benzer
bir kültür alanına giren komşu toplumlardan küçük örneklemler
alarak çalışılır. Çocuk yetiştirme geleneklerine, erinlik törenlerine ya
da anababa olma özelliklerine ilişkin araştırmalar bu türdendir. Kuşkusuz
bu yöntemin de diğerleri gibi bazı sınırlılıkları vardır. Gene de
bu yöntem, bulgularını tüm insanlığa genelleyemeyeceği konusunda
diğer araştırmacıları uyarması bakımından özellikle yararlıdır.
YaÅŸam döngüsüne iliÅŸkin yukardaki açıklamalarda “yaÅŸ” bir deÄŸiÅŸim
endeksi olarak ele alınmıştı. Bir araştırma değişkeni olarak yaşın
ortaya koyduğu yöntembilimsel sorunlar ise burada ele alınacaktır.

Yaş kendi başına açıklayıcı bir değişken değildir. Bu nedenle yaş
değişimleri ve yaş farklılıkları denildiğinde bu bulguların yaşla gelen
değişimleri gösterdiği, ama olası nedenlerini vermediği bilinmelidir.
Örneğin 20 ve 40 yaşlarındaki insanlar arasında tutum ve değerler açısından
ölçülebilen farklar vardır, ancak bu farkların nedenleri belirgin
değildir. Yaş endeksini aşarak yaşa bağlı değişimleri safdışı etmeye
çalışan araştırma örnekleri vardır.

Kesitsel araştırmalar yaşın bir zaman noktasındaki kesitine dayanırlar;
farklı yaşlardaki bir örneklem üzerinde çalışılır, bu yolla bulunan
farklılıklara “yaÅŸ farklılıkları” denir. YaÅŸ endeksini araÅŸtıran
ikinci yaklaşım boylamsal araştırmadır; bu yaklaşımda bir denek grubu
birkaç yıl boyunca periyodik olarak incelenir, bulunan farklılıklar
“yaÅŸ deÄŸiÅŸimleri” olarak adlandırılır. Bu yaklaşım, bireysel farklılıkların
incelenmesinde ve farklı bireylerin yaşla birlikte nasıl değiştiklerini
belirlemede yararlıdır. Ancak boylamsal araştırmaların yetişkin
gelişiminde kullanılmasını sınırlayan üç temel güçlük vardır. Birincisi,
bu araştırmaların, çok zaman alması ve çok pahalı olmasıdır, geçen
zaman içinde denekleri yeniden bulmak da zor olabilir, buna araştırmacının
ömrü yetmeyebilir. Yine de boylamsal araştırmalar kesitsel
araştırmalardan çoğu zaman daha üstündürler; çünkü bireysel farklılıkları
yansıtırlar ve yaşa bağlı diğer açıklayıcı değişkenleri (tıbbi
özgeçmiş, geçmişteki yaşantılar, aile geçmişi vb.) ortaya çıkarabilirler,
bunlar da incelenen özel yaş değişimlerinin nedenlerini belirlemede
yararlı olabilir. İkinci güçlük araştırmacının yaptığı ölçmelerin
belirli bir yaşta (çocuklukta ya da ergenlikte) uygun olduğu halde,
daha sonraki bir yaşta (yetişkinlik yada ihtiyarlık) uygun olmamasıdır,
çünkü bireyin yaşamındaki önemli olaylar birey yaşam çizgisinde ilerledikçe
değişiklik gösterebilir. Üstelik, bilim ilerledikçe de araştırılan
değişkeni ortaya çıkarmak için yeni teknikler bulunabilir ve bunlar
eskilerini geçersiz kılabilir. Üçüncü güçlük, uzun zaman aldığı için
deneklerin ölmesi ya da örneklemden çıkmasıdır. Bu güçlüklerin bir çözümü
“sırasal yaklaşım” olabilir, bu yaklaşımda bir denek grubu geliÅŸimsel
dönüm noktalarının (evlenme, anababa olma, menopoza girme,
emekliye ayrılma…) yer aldığı bir zaman döneminde incelenmektedir.
Bu yolla, araştırmacıyı ve denekleri uzun süreli bir araştırmaya
bağlamadan, boylamsal değişimi ve bireysel farklılıkları saptamak
mümkün olabilmektedir.

Yetişkinlik ve yaşlılığa ilişkin verilerin çoğu kesitsel araştırmalara
dayandığı için, bu yaklaşımın içerdiği güçlükleri de incelemek
gerekmektedir. Kesitsel bir araştırmanın kültürel ve tarihsel değişimleri
yaÅŸ deÄŸiÅŸiminden ayıramadığı kolayca görülebilir; “yaÅŸ” ile “doÄŸum yılı”
birbirine karışmıştır, birinin sonuçları diğerinden ayırt edilemez,
bu nedenle yaş farklılıkları gerçekte yaşa bağlı güncel etkenlerden
çok, bireyin doÄŸum yılıyla iliÅŸkili olabilir. “DoÄŸum yılı”na baÄŸlı
etkilere “bölük etkileri” (cohort effects) adı verilmektedir (bir “bölük”
aşağı yukarı aynı zamanda doğmuş bireylerin oluşturduğu bir gruptur).

Boylamsal araştırmalar ise, doğum yılını sabit tutarak, kültürel-
tarihsel değişimlerin yaş değişimiyle karışmasını engellemek isterler.
Ancak bu araÅŸtırmalar da “yaÅŸ” deÄŸiÅŸkeni ile “ölçüm yılı” deÄŸiÅŸkenini
birbirine karıştırırlar. Örneğin, 1960-1980 yılları arasında sigara içmedeki
ani düşüş yaşla birlikte azalan ciğer kapasitesi ile çakışabilir.

Genellikle boylamsal yaklaşımın kesitsel yaklaşıma yeğlendiği
söylenebilir. Çünkü ölçüm yıllarına bağlı değişimlerin etkisi doğum
yılına bağlı olanlara göre daha kolaylıkla denetlenebilir. Doğum yılına
bağlı olarak ortaya çıkan çarpıcı tarihsel-kültürel etkenleri tam olarak
kestirmek ve ölçümlerdeki etkisini saptamak çok daha zordur (D.C.
Kimmel, 1974).

Araştırma türlerini ve yöntemlerini bir arada incelemekte yarar
var (bk. Tablo 3). Daha önce de belirtildiği gibi, kesitsel desen, iki ya
da daha fazla yaş grubunun aynı anda araştırılması ve sonuçların
karşılaştırılmasıdır. Bu karşılaştırma aynı yaşam dönemindeki farklı
bölükler (6 yaşındakiler ile 10 yaşındakiler) arasında ya da farklı
yaşam dönemlerindeki bölükler (18 yaşındakiler ile 60 yaşındakiler)
arasında olabilir. Kesitsel desenin sorunu, yaşla birlikte ortaya çıkan
farklılıkların gelişimsel değişim mi, yoksa farklı bölüğün üyesi olmanın
mı sonucu olduğunu belirleyememesidir. Söz gelimi, yetişkinlerde
ZB puanlarını ele alan kesitsel bir araştırma zekada 40
yaşlarında başlayan düşüşün olduğunu düşünmemize yol açabilir.
Oysa 1990 yılında 80 yaşında incelenen kiÅŸiler 1910’da doÄŸmuÅŸlardı,
20 yaşında incelenenler ise 1970’de. Bölükler arasındaki bu zaman
içinde toplumsal ve kültürel çevreler pek çok bakımdan değişmiştir,
dolayısıyla bu değişimler zihinsel becerilerin gelişimini ve korunmasını
etkilemiş olabilir. Bu bölük etkisi (cohort effect) sorunu ilgili
bölümlerde yeniden ele alınacaktır.

Boylamsal desen’de aynı bölükten olan insanlar haftalar, aylar,
hatta yıllar boyunca izlenirler. Aynı insanlar kendi kendileriyle
örneğin 8 yaşında ve 20 yaşında karşılaştırılırlar. Bu durumda bireydeki
değişimler açığa çıkar; bölük farklılıkları da araştırmanın sonuçlarını
etkilemez. Ancak bu araştırma türünün de kendine özgü sorunları
vardır. Boylamsal araştırmalar gelişimi toplumun havasıyla karıştırabilirler.
Söz gelimi, boylamsal bir araştırmada deneklerin uyuşturucu
ve alkol kullanımına, 1990’da incelendiklerinde yirmi yıl önce
incelendiklerinden daha az yöneldikleri bulunabilir. Bu değişimin
yaşlanmanın mı yoksa toplumun yirmi yıl içinde uyuşturucuyu normal
görmekten tehlikeli bulmaya doğru değişmesinin mi sonucu olduğu
belirsizdir. Tarihsel değişimin davranışı etkilediği bilinmektedir.

Yukarıda açıklandığı gibi, araştırmacılar bu iki araştırma türünün
sorunlarından kurtulabilmek için ikisini birleştiren üçüncü bir tür
önermiÅŸlerdir: Sırasal desen. Warner Schaie’nin ZB puanlarının yaÅŸla
birlikte köklü bir biçimde azalmadığını gösteren araştırması sırasal desenin
en tanınmış örneklerinden biridir. Bu araştırmada önce iki ya da
daha fazla bölüğe kesitsel bir araştırmada test verilmiştir; yıllar sonra
aynı bölüklere boylamsal veri elde etmek üzere yeniden test verilmiştir;
aynı anda, yeni bir kesitsel araştırma ilk bölüklerden alınan
yeni gruplar ve yeni bir bölükten alınan bir grup üzerinde önceki
araştırmayı yinelemiştir (Hoffman ve ark., 1994).

YETİŞKİNLİK PSİKOLOJİSİ-1

YETİŞKİNLİK PSİKOLOJİSİ

Bilimsel yayınlarda “yetiÅŸkinlik” terimi genellikle “bebeklik”,
“çocukluk”, “ergenlik” terimleri kadar açık ve somut deÄŸildir. ÖrneÄŸin
Freud, yetişkin yaşamı daha önce oluşmuş kişilik yapısının yüzeyinde
sadece bir dalgalanma olarak görür. Piaget ergenlikten sonra önemli
bilişsel değişimlerin oluşmadığını varsayar; Kohlberg ahlak gelişiminin
erken yetişkinlik yıllarında tamamlandığını kabul eder.

Bilim dünyası, Erikson, Bühler, Jung gibi psikologları izleyerek,
yetişkinliğin tek başına duran, ergenlikle yaşlılık arasında ayrımlaşmamış
bir biçimde yer alan bir evre olmadığını kabul etmeye başlamıştır.
YetiÅŸkinliÄŸin bir “varlık durumu” olduÄŸu anlayışı, yerini yetiÅŸkinliÄŸin
bir “oluÅŸum süreci” olduÄŸu görüşüne bırakmaktadır.

:::::::::::::::::

1. Yetişkinliğin Tanımlanması

Yetişkin (adult) sözcüğü Latince büyümek (adolescere) fiilinin
geçmiÅŸ zaman ortacından türemiÅŸtir, dolayısıyla “yetiÅŸkin” bir kiÅŸi
“büyümüş” bir kiÅŸi sayılır. Buradaki tanım sorunu, yetiÅŸkinin sadece
fiziksel özellikler bakımından değil, psikolojik özellikler bakımından
da dikkate alınması gereğinden doğmaktadır. Yetişkin kişinin fiziksel
ve psikolojik bakımdan olgunlaşmış olduğu varsayılır. Oysa fiziksel
olgunlaşmayı ölçmek güçtür, psikolojik olgunlaşmayı tanımlamak bile
güçtür, çünkü birtakım psikolojik süreçler yaşlılık yıllarına dek gelişmeyi
sürdürmektedir. Fiziksel ve psikolojik olgunlaşmayı ölçme güçlüğü
nedeniyle birçok gelişimci sorunu atlamış ve sadece yaş düzeyine
dayalı bir tanımı benimsemiştir. Oysa yaş ve yaş sınırları konusunda
da bir anlaşmanın olduğu söylenemez.

Birçok toplumda yetişkinliğin başlangıcı, öğrenim yaşamını bitirmiş,
tam-zamanlı bir işe girmiş ve evlenmiş olmakla tanımlanmaktadır.
Bununla birlikte, bir yetişkin olmak toplumun farklı kesimleri için
çok farklı bir konudur. Üstelik yetişkinliğin kendisi de toplumdaki
farklı yaş grupları için farklı anlamlara gelir. Yetişkinlik bir tek değil
birçok yaşantı içerdiği için herkesin yetişkinlik anlayışı önemli ölçüde
farklılaşır. Halkın yetişkinlik konusundaki duyguları, tutumları ve
inançları toplum içinde yetişkin olan bireylerin oranından da etkilenir.
Günümüzde gençliğe yönelik vurgulamanın çeşitli koşullar düzeldikçe
gelecekte yetişkinliğe yöneleceği beklenebilir.

Öte yandan, yetişkinliğin yaşlılıkla, biyolojik ve toplumsal değişimle
bir tutulması da ortak bir yönelimdir. “Biyolojik yaÅŸlanma”, insan
organizmasının yapı ve işleyişinin zaman içindeki değişimlerine
dayanır. “Toplumsal yaÅŸlanma” ise, bir bireyin zaman içinde rolleri
üstlenmesindeki ve terketmesindeki değişimlere dayanır. Bir birey,
doğumdan ölüme, hem toplum tarafından düzenlenmiş evrelerden,
hem de biyolojik evrelerden geçer. Dolayısıyla, bireyin yaşam döngüsü
geçiş noktalarıyla işaretlenmiştir. Toplumun gözünde yaş, yaşam
süresindeki belirli noktalarla bağlantılı bir davranış beklentileri dizisidir.
Toplum, değişik yaşlarda olunacak ve yapılacak uygun şeyleri tanımlar,
buna “yaÅŸ normları” adı verilir. ÖrneÄŸin bir erkek ya da kadın
için “en uygun” evlenme, okulu bitirme, çocuk sahibi olma, emekliye
ayrılma yaşını toplum belirler. Bireyler kişisel isteklerini (kendi
içselleşmiş yaş normlarını) toplumun yaş normlarına uydurmaya yönelirler.

YaÅŸ normları bir role iliÅŸkin “resmi” kurallarla düzenlendikleri
zaman çok açıktırlar. Örneğin, seçimlerde oy verme yaşı, emekliye
ayrılma yaşı böyledir. Yaş normları değişik yaşlara uygun roller konusundaki
beklentiler açısından ise “gayriresmi” olurlar; kiÅŸilerin bazı etkinlikler
için “çok genç”, “çok yaÅŸlı”, “tam yaşında” olduÄŸunu söylemek g
gibi. “Yaşına göre davran!” uyarısı yaÅŸam beklentilerinin çoÄŸunu etkiler.

:::::::::::::::::

2. YetiÅŸkinliÄŸin Evreleri

Evre kuramcıları çocuk gelişimi gibi yetişkin gelişiminin de birbirini
izleyen evrelerden oluÅŸtuÄŸunu kabul ederler. 1970’lerde Daniel
J. Levinson ve Yale araştırmacıları yetişkinlikteki gelişim evrelerini
saptamaya çalıştılar ve erkek yetişkinin gelişiminde altı evre saptadılar.
Levinson ve arkadaşları yetişkinliğin tcmel görevinin yaşamboyu
süren bir yapı yaratmak olduğunu kabul ederler. Bir erkek, yeni
bir yapı yaratarak ya da eskisini yeniden değerlendirerek yaşamını dönem
dönem yeniden kurmalıdır. Levinson’un, Erikson’un psikososyal
kuramına dayanan gelişim kuramında yerleşik evreler ile geçiş evreleri
birbirini düzenli bir sıra içinde izler. Yerleşik evrelerde insanlar
amaçlarını az çok sakin bir biçimde izlerler; geçiş evrelerinde ise insanın
yaşam yapısında büyük değişimler olur.

İlerde açıklanacağı gibi, Levinson’un evre kuramında temel kavram
yaşam yapısı kavramıdır. Yaşam yapısı, bireyin topluma girme
yolları (roller, üyelikler, ilgiler, yaşam üslubu, amaçlar), aynı zamanda
bireyin yaşadığı kişisel anlamlar, düşlemler, değerler olarak tanımlanır.
Bu kuram ilk ve orta yetişkinlikte ortaya çıkan çeşitli evreleri ve
geçişleri saptamaktadır. Betimlenen yaşam akışı, huzurlu ya da kargaşalı
olabilen geçişlerle kesintiye uğrayan görece kararlı dönemlerden
oluÅŸmaktadır. GeçiÅŸ’ler bir insanın yaÅŸamını yeniden deÄŸerlendirmesine
ve varolan ya da yeni bir yaşam yapısına yeniden bağlanmasına
ilişkin bir bunalımı içerir. Yeni bir yaşam yapısı seçilirse meslekte,
yaÅŸam üslubunda, evlilikte dramatik deÄŸiÅŸimler olabilir. Levinson’un
erkek yetişkinin gelişimi dönemleri tablosu aşağıda yer almaktadır
(Tablo 7).

Levinson’un erkek yetiÅŸkinin geliÅŸim dönemlerine iliÅŸkin açıklamaları
şöyledir:

a. Aileden ayrılma. Onlu yılların sonu ve yirmilerin başlarında
başlayan bu dönem, aile odaklı ergen yaşamı ile yetişkin dünyasına
girme arasındaki geçiş dönemidir. Genç erkek askerlik ya da üniversite
gibi bir geçiş kurumu seçebilir ya da evde kalmayı sürdürerek
çalışmaya koyulabilir. Bu dönem sırasında ailede kalmak ile dışarıya
gitmek arasında hemen hemen eşit bir denge vardır. Ailenin sınırını
tam olarak aşmak temel bir gelişim görevidir. Çünkü bu değişiklik
yeni roller edinmeyi, yaşam düzenlemeleri yapmayı, daha özerk ve sorumlu
olmayı gerektirir. Bu dönem aşağı yukarı üç-beş yıl sürer.

Tablo 7

Yetişkinin Gelişim Dönemleri

Dönemler – YaÅŸlar

Aileden ayrılma; aileden bağımsız olma çabası – 16-18’den 20-24’e

Yetişkin dünyasına katılma; yeni bir ev, yetişkin
rollerinin keşfi ve üstlenilmesi, ilk yaşam yapısının
biçimlendirilmesi – 20’lerin baÅŸlarından 28’e

Otuz yaş geçişi; yaşam yapısının yeniden
deÄŸerlendirilmesi – 28’den 30’a

Durulma; kararlı bir yuva kurma, başına buyruk
olma – 30’ların baÅŸlarından 38’e

Orta yaş geçişi; yaşam yapısının yeniden
deÄŸerlendirilmesi – 38’den 40’ların baÅŸlarına

Orta yetiÅŸkinliÄŸin kararlılık kazanması – 40’lann ortaları

Kaynak: Levinson ve ark., 1974. Aktaran Liebert ve
Wicks-Nelson, 1981

b. Yetişkin dünyasına katılma. Bu dönem erkeğin yaşamında
ailesinin odak noktası olmaktan çıkmasıyla başlar. Yetişkin arkadaşlar,
cinsel ilişkiler ve çalışma yaşamıyla erkek kendini bir yetişkin olarak
tanımlamaya başlar. Bu yeni tanım ona, onu geniş topluma götürecek
geçici yaşam yapısını biçimlendirme olanağını verir. Bu dönem
sırasında erkek, yetişkin rollerini, sorumluluklarını keşfeder ve üstlenir.
Bir iÅŸ kurabilir, bir meslek geliÅŸtirebilir, sonra onu terkedebilir;
otuz yaş dolaylarında, yaşamına daha fazla düzen ve kararlılık getirmesi
konusunda baskılar artıncaya dek, bunalımını artıran bir başıboşluğa
kapılabilir.

c. Durulma. Bu dönem genellikle otuzlu yılların başlarında
başlar. Erkek, toplum içindeki yerini almış, bir yuva kurmuş, uzun
süreli planlar yapmış ve bunların peşine düşmüş, geleceğine ilişkin bir
görüş, bir düş geliştirmiştir. Sonraki yıllarda yaşam çizgisinde temel
değişiklik, düş kırıklığına uğrama, aldanma ya da ilk düşe yeterince
ulaşamama ile ortaya çıkar.

d. Başına buyruk olma. Bu dönem otuzlu yılların ortasıyla
sonları arasında ortaya çıkar, erken yetişkinliğinin en yüksek noktasını
ve geleceğin başlangıcını temsil eder. Bu dönemde erkek, ne elde etmiş
olursa olsun yeterince bağımsız olmadığını düşünür. Üstündekilerin
otoritesinden kurtulmak ister, genellikle üstlerinin kendisini çok
fazla kontrol ettiklerini ve ona çok az serbestlik tanıdıklarını düşünür.
Kendi kararlarını verebileceği ve işi gerçekten yürütebileceği zamanı
sabırsızlıkla bekler. Eğer birlikte çalıştığı daha deneyimli bir arkadaşı
ya da patronu varsa, bu dönemde onlardan uzaklaşır. Bu dönemde erkekler
toplum tarafından, en çok değer verdikleri rolleri içinde tanınmak
isterler. Önemli bir ilerleme, terfi ya da bir başka yolla tanınmak
isterler.

e. Orta yaş geçişi. Bu dönem, daha kararlı iki dönem arasına
gelişimsel bir geçiş dönemi, dönüm noktası, sınırdır. Bu dönem
çoğunlukla erkek kırklarındayken ortaya çıkar ve erkek başarılı da başarısız
da olsa gerçekleşir. Bir erkek son derece başarılı olabilir, yine
de bir boşluk ve acı bir tat duyar. Eğer başarısızsa bir türlü köşeyi
dönememenin acısını yaÅŸar. Genel olarak, “ÅŸimdi elimde ne var?” sorusu
ile “gerçekten istediÄŸim ne?” sorusu arasındaki farklılık erkekte bir
ruh arayışı ara dönemi yaratır.

f. Yeniden kararlılık kazanma. Kırk beş yaş dolaylarında orta
yetişkinlik yaşamına temel oluşturacak yeni bir yaşam yapısı biçimlenmeye
başlar ve üç-dört yıl sürer. Bu, son gelişim dönemi değildir,
ancak Yale araştırmacılarının incelediği son dönemdir. Bu dönem, yeniden
meydan okunan, yeni bunalımların yaşandığı, benliğe yönelik
tehdidin oluştuğu bir dönemdir. Freud, Jung, Goya, Gandhi gibi erkekler
derin bir orta yaş bunalımı yaşamışlar ve bundan müthiş yaratıcı
kazançlar elde etmişlerdir. Dylan Thomas, F. Scott Fitzgerald,
Sinclair Lewis gibi erkekler ise bu bunalımla başa çıkamamışlar ve
bundan zarar görmüşlerdir (Vander Zanden, 1981).

Yetişkin gelişimi konusunun gitgide daha fazla ilgi çekmesine
karşın, yetişkin kadının gelişim evrelerinin henüz pek araştırılmamış
olduÄŸu söylenebilir. Levinson’un erkek yetiÅŸkinin geliÅŸiminde saptadığı
evrelerin kadın yetişkine uygulanamayacağı da açıktır. Kadına
yüklenen geleneksel rollerin günümüzde hızla değişmesi ve yerini daha
çağdaş rollere ve anlayışlara bırakmasıyla, kadının yetişkinlik deneyiminin
artık erkeğinkinden çok farklı olacağı, dolayısıyla farklı bir
evreler kuramını gerektireceği söylenebilir.

Nitekim, araştırmalar kadınların da benzer evrelerden, ama birtakım
önemli farklılıklarla geçtiklerini göstermektedir. Örneğin, kadınlar
otuzlu yaÅŸlarında “durulma” yerine yaÅŸam yapılarına yeni baÄŸlanımlar
getirmeyi denemektedirler.

Öte yandan, yetişkin gelişiminde evre yaklaşımının yetişkin yaşamını
aşırı ölçüde basitleştirdİği ileri sürülmektedir. Bernice L. Neugarten
bu sava üç kanıt getirmektedir. Birincisi, yaşam olayları zaman
dizisinin gitgide daha az düzenli olması ve genel çizgilerin daha akıcı
bir yaşam döngüsüne yönelmesidir. İkincisi, her yaştan yetişkinlerin
bildirdiği psikolojik temaların, tek bir sabit düzen içinde tipik bir biçimde
gelişmeyen ve durmadan yeni biçimlerde ortaya çıkan temalar
olmasıdır. Üçüncüsü, yaşam süresi boyunca pek çok içsel değişimin
evreye benzemeyen biçimde yavaş yavaş ortaya çıkmasıdır.

Lawrence Kohlberg, doğru bir evre kuramının şu dört niteliği taşıdığını
savunmaktadır: 1) Bir evre kuramı gelişimin belirli noktalarında
yer alan yapılarda niteliksel farklılıklar içerir. 2) Bu farklı yapılar
bireysel gelişimde değişmez bir sıra, düzen ya da ardarda geliş
gösterir; kültürel etkenler gelişimi hızlandırabilir, yavaşlatabilir ya da
durdurabilir, ama sırasını değiştiremez. 3) Farklı bir yapıyı oluşturan
değişik ögeler bütünleşmiş bir yanıtlar demeti olarak ortaya çıkarlar.
4) Evreler hiyerarşik bir bütünleşme gösterirler; daha yüksek evreler
daha aşağı evrelerdeki yapıların yerini alır ya da onlarla bütünleşirler.

Neugarten doğru bir evre kuramının bu niteliklerinin genellikle
yetişkinliğe uygulanamayacağını ileri sürmektedir. Çünkü niteliksel
değişimleri farketmek çoğu zaman güçtür; katı bir biçimde belirlenmiş
biyolojik bir zaman düzeni yoktur; önemli yaşam olayları çocukluktakinden
daha değişken bir düzen içinde ortaya çıkar.

Levinson da, bir evre kuramının yetişkinlerin bir dizi evre içinde
değişmez adımlarla ilerledikleri anlamına gelmediğini kabul etmektedir.
Bir insanın yaşamındaki değişimin derecesi ve hızı kişilikten ve
çevresel etkenlerden etkilenir. Levinson, insanların farklılığı nedeniyle
yetişkinlikteki gelişimin düzenden yoksun olduğunu ileri sürenlere
de katılmamakta, görevinin insanların yaşamının zaman içindeki açılımının
temel ilkelerini bulmak olduğunu savunmaktadır (Vander Zanden, 1981).

GELİŞİM PSİKOLOJİSİ-3 (Kuramlar)

GeliÅŸim Psikolojisi,
Gelişimin Temel İlkeleri ,
PIAGET’in Bilişsel Gelişim Kuramı İle İlgili Temel Kavramlar,
PİAGET Bilişsel Gelişim Dönemler,
HEİNZ Werner Kuramı ,
JEROME BRUNER Kuramı,
Dil GeliÅŸimi ,
KiÅŸilik GeliÅŸimi ,
Savunma Mekanizmaları ,
Erik Erikson’un Psikososyal Gelişim Dönemleri ,
Rogres ve Benlik Kuramı,
Maslow ve Kendini Gerçekleştirme Teorisi,
Ahlak GeliÅŸimi,
Zihinsel GeliÅŸim
Burdan bilgisayarınıza indirebilirsiniz.>>>>>>>>>>>>>gelişim kuramları

 

Gelişim Kuramları

Gelişimin araştırılmasında kuramların rolünün ne olduğu konusunda
çeşitli yanıtlar vardır. Kuramlar, her şeyden önce olguların
düzenlenmesi ve yoğunlaştırılması için temel sağlayan betimleyici-
açıklayıcı bir rol oynarlar. Kuramlar ayrıca gelecek olayları kestirme
olanağını da saÄŸlarlar. Ancak bir kuramın “sınanabilir” ve dolayısıyla
“reddedilebilir” ya da “yanlışlanabilir” olması da gerekir.

Bir psikoloji kuramının diğer psikoloji kuramlarıyla ve disiplinleriyle
bütünleşmesi de önemli bir noktadır. Dolayısıyla, kapsamlı
bir gelişim kuramının oluşturulmasmda aşağıdaki ilkelerin önemi
vurgulanmaktadır:

– “Genel bir psikolojik geliÅŸim kuramı, baÅŸlangıçta içinde diÄŸer
kuramsal ve amprik yönelimlerin bütünleşebileceği halen varolan bir
kurama dayanır”. ÖrneÄŸin bir geliÅŸim kuramı, felsefe, sosyal psikoloji,
matematik, uygulamalı psikiyatri, psikopatoloji, psikoterapi, eğitim
gibi birçok bilgi alanıyla ilişkilendirilebilir.

– “Bir psikolojik geliÅŸim kuramı, insan geliÅŸiminin bir alanını
odak noktası olarak kabul edip içindeki ve çevresindeki diğer gelişim
alanlarıyla bütünleÅŸerek güvenilir biçimde ortaya çıkabilir”. ÖrneÄŸin
Piaget’in kuramı biliÅŸsel bir kuramdır, psikolojinin diÄŸer alanlarından
(gelişim psikolojisi, öğrenme psikolojisi, sosyal psikoloji) bilişsel alana
doğru bir yönelme vardır.

– “Bir psikolojik geliÅŸim kuramı geniÅŸ sayıdaki disiplinlerden
süzülerek ortaya çıkar”. Disiplinlerarası bir yaklaşım, genel bir psikoloji
kuramı için gerekli daha derin araştıımalara olanak verir. Değişik
disiplinler de aynı alan üzerine eğilebilirler, disiplinlerin bir araya
gelmesi kuramların birbiri içinde erimesini sağlar, sonuçta kesitsel ve
birçok alanı kapsayan ve derinliğe ulaşmayı sağlayan teknikler elde
edilebilir.

– “Bir psikolojik geliÅŸim kuramı, bireyin öznel olarak yaÅŸadığı
tüm psikolojik çevreyi içine alır”. Böylece bir geliÅŸim kuramı düşünce,
duygu, benlik, ahlak, yaratıcılık, toplumsallaşma gibi gelişim alanlarını,
bireyin okul, toplum, kültür gibi ortamlardaki durumunu inceleyebilir.

– “Bir psikolojik geliÅŸim kuramı, bir insanın tüm psikolojisi ile
ilgili olan mevcut kavramların hepsiyle ilgilenir.” ÖrneÄŸin bir kuram,
doğa-kazanım gibi tartışma konularıyla, kritik dönemler, çocuk yetiştirme
teknikleri, anksiyetenin geliÅŸimsel iÅŸlevi gibi sorunlarla ilgilenir.

– “Bir psikolojik geliÅŸim kuramı, sentez ve bütünleÅŸtirme özelliÄŸinin
yanısıra, bazı uzlaÅŸmaz öğeleri reddetmek zorunda kalabilir”.
ÖrneÄŸin, davranışçılığın Piaget’in kuramıyla ters düştüğü açıktır. Ancak,
değişik bir yaklaşımla öyle bir reddetme yolu izlemeyebilir ve
davranışçı yaklaşımlar safdışı edilmeyebilir.

– “Bir psikoloji kuramı belirli uygulamalar için özel baÄŸlantı
süreçleri geliÅŸtirebilir”. ÖrneÄŸin, bir geliÅŸim kuramının eÄŸitim programları
geliştirmede önemli katkıları olabilir.

– “Bir psikoloji kuramı bir geliÅŸim evreleri taslağı içerebilir”.
Evrelerin varlıkları ve özellikleri tartışma konusu olmakla birlikte
betimleyici ve açıklayıcı rolleri kabul edilmektedir.

– “Bir psikoloji kuramı bütün kültür ve alt kültürlerle iliÅŸkilidir.”

– “Bir psikolojik geliÅŸim kuramı toplumsal normdan ayrılan bireyin
geliÅŸimine de yer vermelidir”. Amaç, daha kapsamlı bir insan
geliÅŸimi için birçok kaynak ve içgörüden ürün alabilmektir. Karl Popper’in
dediği gibi, kuramlar dünyayı bilimsel olarak avlayabilmek için
ağ olarak kullanılırlar, bütün çaba ağı daha ince örebilmek olmalıdır
(S. ve C. Modgil, 1980).

Modern gelişim araştırmalarının çoğu kuramların yol göstericiliğinde
yapılmış ve yapılmaktadır. Özellikle dört büyük psikoloji
kuramı bütün araştırmaları etkilemektedir.

Gelişim psikolojisine yön veren temel kuramlardan biri olgunlaşma
kuramı (maturational theory)’dir. Bu kuramın dayandığı temel
düşünce, çocukta zaman içinde görülen değişimlerin çoğunun bedendeki
özel ve önceden belirlenmiş bir şema ya da plana göre ortaya
çıktığıdır. Bu görüşe göre olgunlaşma bu planın doğal açılımının ortaya
çıkmasıdır. Bütün gelişimlerin doğal süreçlerin ve biyolojik planların
açılımıyla kendi kendine düzenlendiğini savunan bu görüş Arnold
Gessell tarafından geliştirilmiştir. Gessell, öncelikle çocukların
fiziksel ve devinimsel gelişimini incelemiş ve -çok az bir muhalefete
karşı- pek çok kabul görmüştür. Buna karşılık, kişilik ve zihin gelişimine
ilişkin olgunlaşmacı görüş şiddetle eleştirilmektedir.

Sigmund Freud’un geliÅŸtirdiÄŸi psikanalitik kuram (psychoanalytic
theory), insanın psikolojik bakımdan evrensel ilkelere uygun olarak
geliÅŸtiÄŸini kabul eder. Ancak Freud bir bireysel kiÅŸiliÄŸin iÅŸlevsel
yönlerinin toplumsal bir baÄŸlam içinde biçimlendiÄŸine de inanır. Freud’un
gelişimciIere en önemli katkısı, tüm yaşam boyunca sürecek örüntülerin
oluşmasında erken yaşam deneyimlerinin önemini vurgulamasıdır.

Toplumsal öğrenme kuramı (social learning theory) geleneksel
davranışçılığı aşarak, kişisel ve çevresel etkenlerin hepsinin birbiri
içine girmiş belirleyiciler olarak etkide bulunduğunu savunur. Davranışın
çevreden etkilendiği doğrudur, fakat çevre de kısmen bizim tarafımızdan
yaratılır. Bu yaklaşım son derece etkili olmuştur, çünkü
toplumsal gelişim süreçlerinin etkisiyle doğrudan ilişkilidir.

Psikolojik gelişimi kavramanın bir başka yolu da düşünme ve
bilme süreçlerinin gelişimini araştırmaktır. Bilişsel gelişim kuramı
(cognitive-developmental theory)’nın en önemli adı Jean Piaget’tir.
Piaget’in çalışmaları toplumsal ve ahlaksal geliÅŸimin de biliÅŸsel
temelleriyle anlaşılabileceğini göstermiştir. Bilişsel gelişim kuramı,
temeldeki yapı ile yaşantı arasındaki dinamik etkileşimi vurgular; bilişsel
yeteneklerin gelişimine ve zihnin simgesel tasarımları anlama ve kullanma
becerisine önem verir.

Gelişim, ilerleyici (progressive), sırasal (sequential) ve kuşaklar
boyunca aynı örüntüyü izleyen bir oluşumdur; aynı zamanda döngüsel
(circular)dir, çünkü her kuşak olgunlaştıkça gelecek kuşağı büyütür.
Yaşam döngüsünün doğası konusunda yazarlar, filozoflar, toplumbilimciler
çeşitli görüşler ortaya atmışlardır. Yaşam döngüsünün ilerleyen
ve sırasal değişimleri konusunda, bu değişimlerin neden bir sıra
ile meydana geldiği, ne kadarının biyolojik ne kadarının toplumsal ya
da psikolojik etkenlerle belirlendiği, bu değişimlerin bütün kültürlerde
ve bütün bireylerde aynen ortaya çıkıp çıkmadığı… sorunlarını açıklayan
tek bir kuram henüz ortaya atılabilmiş değildir.

Bununla birlikte, özellikle evrelere dayalı gelişim kuramlarının
tüm yaşam döngüsünü kapsayacak biçimde kuruldukları söylenebilir.
Sigmund Freud, Erik Erikson ve Jean Piaget insan geliÅŸimini evrelere
ayırarak inceleyen en önemli evre kuramcılarıdır. Daha önce belirtildiği
gibi, evre kuramcıları gelişimi, görece sırasal, ani ve sabit bir değişimler
dizisi olarak görürler. Evre kavramı, insan gelişimi çizgisinin
aşamalı düzeylere bölündüğü görüşüne dayanır. Freud, her insanın
oral, anal, fallik, lalent ve genital olmak üzere bir dizi psikoseksüel
evreden geçerek geliştiğini, ancak bu gelişmede özellikle yaşamın ilk
yıllarının önemli olduğunu kabul eder. Her evre, bireyin bir sonraki

Tablo 4

Yaşam Süresinde Gelişim Evreleri

EVRE: DOĞUM ÖNCESİ EVRE

Yaş dönemi: Gebelikten doğuma

Temel özellikler: fiziksel gelişim

BiliÅŸsel evre PİAGET: –

Ruhsal-cinsel evre FREUD: –

Ruhsal-toplumsal evre ERİKSON: –

Ahlak evresi KOHLBERG: –

EVRE: BEBEKLİK

YaÅŸ dönemi: DoÄŸumdan yaklaşık 18’inci aya

Temel özellikler: Gelişmiş hareket; basit dil;
toplumsal baÄŸlanma

Bilişsel evre PİAGET: Duyusal devinimsel

Ruhsal-cinsel evre FREUD: Oral; anal

Ruhsal-toplumsal evre ERİKSON: Güven/Güvensizlik

Ahlak evresi KOHLBERG: Ahlak-öncesi (Evre 0)

EVRE: ERKEN ÇOCUKLUK

YaÅŸ dönemi: Yaklaşık 18’inci aydan yaklaşık 6’ıncı yıla

Temel özellikler: İyi gelişmiş dil; cinsel tip;
grup oyunu; okula hazırlığın bitişi

Bilişsel evre PİAGET: İşlem-öncesi

Ruhsal-cinsel evre FREUD: Fallik; Oedipal

Ruhsal-toplumsal evre ERİKSON: Özerklik/Kuşku;
Girişim/Suçluluk

Ahlak evresi KOHLBERG: İtaat ve ceza (Evre 1);
Karşılıklılık (Evre 2)

{loadposition header}

EVRE: GEÇ ÇOCUKLUK

YaÅŸ dönemi: Yaklaşık 6’ıncı yıldan yaklaşık 13’üncü yıla

Temel Özellikler: Birçok bilişsel süreç yetişkin
düzeyinde (işlem hızı hariç); oyun grubu

Bilişsel evre PİAGET: Somut işlem

Ruhsal-cinsel evre FREUD: Örtülü dönem

Ruhsal-toplumsal evre ERİKSON: Çalışkanlık/Aşağılık duygusu

Ahlak evresi KOHLBERG: İyi çocuk (Evre 3)

EVRE: ERGENLİK

YaÅŸ dönemi: Yaklaşık 13’üncü yıldan yaklaşık 20’inci yıla

Temel özellikler: Erinlikle başlar, olgunlukla biter;
yüksek bilişsel düzeylere ulaşma; anababadan bağımsızlık;
cinsel ilişki evreye geçmeden önce çözmek zorunda olduğu
bir çatışma içerir.

Bilişsel evre PİAGET: Soyut işlem

Ruhsal-cinsel evre FREUD: Genital evre

Ruhsal-toplumsal evre ERİKSON: Kimlik/Rol karışıklığı

Ahlak evresi KOHLBERG: Yasa ve düzen (Evre 4)

EVRE: GENÇ YETİŞKİNLİK

YaÅŸ dönemi: Yaklaşık 20’inci yıldan yaklaşık 45’inci yıla

Temel özellikler: Meslek ve aile gelişimi

BiliÅŸsel evre PİAGET: –

Ruhsal-cinsel evre FREUD: –

Ruhsal-toplumsal evre ERİKSON: Yakınlık/Yalıtılmışlık

Ahlak evresi KOHLBERG: Toplumsal anlaÅŸma (Evre 5)

EVRE: ORTA YAÅž

YaÅŸ dönemi: Yaklaşık 45’inci yıldan yaklaşık 65’inci yıla

Temel özellikler: Meslekte en yüksek düzey; kendini
deÄŸerlendirme; “boÅŸ yuva” bunalımı; emeklilik

BiliÅŸsel evre PİAGET: –

Ruhsal-cinsel evre FREUD: –

Ruhsal-Toplumsal evre ERİKSON: Üretkenlik/Kendine dönüklük

Ahlak evresi KOHLBERG: İlkeli evre (Evre 6 ve 7,
ikiside ender)

EVRE: İLERİ YAŞ

YaÅŸ dönemi: Yaklaşık 65’inci yıldan ölüme

Temel Özellikler: Aileden, başarılardan tad alma;
bağımlılık; dulluk; kötü sağlık

BiliÅŸsel evre PİAGET: –

Ruhsal-cinsel evre FREUD: –

Ruhsal-toplumsal evre ERİKSON: Bütünlük/Umutsuzluk

Ahlak evresi KOHLBERG: –

EVRE: ÖLÜM

YaÅŸ dönemi: –

Temel özellikler: Özel anlamda bir “evre”

BiliÅŸsel evre PİAGET: –

Ruhsal-cinsel evre FREUD: –

Ruhsal-toplumsal evre ERİKSON: –

Ahlak evresi KOHLBERG: –

Kaynak: Ph. G. Zimbardo, Psychology and Life, 1979.

Psikanalitik geleneğe bağlı bir kuramcı olan Erikson sekiz psikososyal
evre ayırt eder; birey bunların her birinde başarıyla çözmek zorunda olduğu
temel bir çatışma yaÅŸar. Erikson’un kuramı, kiÅŸinin yaÅŸam süresi
(life span) boyunca yer alan sürekli bir kişilik gelişimi sürecinden söz
ederek Freud’un kuramını aÅŸar. Piaget, büyümekte olan çocuÄŸun içinde
yaşadığı dünyaya nasıl uyum sağladığı sorununu temel olarak alır ve
dört biliÅŸsel geliÅŸim evresi saptar. Kohlberg, Piaget’i izleyerek, ahlak
alanında altı evreli bir gelişim kuramı oluşturmuştur.

Tablo 4’te, yaÅŸam süresinde ortaya çıkan geliÅŸim evreleri belli
başlı kuramlar açısından, bu evrelerin yaklaşık yaşları ve temel olayları
belirtilerek gösterilmektedir; Tablo 5 kuramları karşılaştırmaktadır.

Tablo 5

Gelişim Kuramları

BİYOLOJİK KURAMLAR:

Gelişimin Doğası: Doğa

Rehber Süreç: Olgunlaşma

Birey: Etkin

Gelişimin Biçimi: Evre

Odak: Yapıda ve davranışta gözlenebilir değişimler

PSİKODİNAMİK KURAMLAR:

Gelişimin Doğası: Doğa ve kazanım

Rehber Süreç: Olgunlaşma

Birey: Etkin

Gelişimin Biçimi: Evre

Odak: Kişilik yapısında içsel değişimler

KOÅžULLANMA KURAMLARI:

Gelişimin Doğası: Kazanım

Rehber Süreç: Öğrenme

Birey: Edilgin

Gelişimin Biçimi: Sürekli

Odak: Davranışta gözlenebilir değişimler

BİLİŞSEL TOPLUMSAL ÖĞRENME KURAMLARI:

Gelişimin Doğası: Kazanım

Rehber Süreç: Öğrenme

Birey: Ilımlı etkin

Gelişimin Biçimi: Sürekli

Odak: Davranışta gözlenebilir değişimler

BİLİŞSEL GELİŞİM KURAMLARI:

Gelişimin Doğası: Doğa ve kazanım

Rehber Süreç: Olgunlaşma

Birey: Etkin

Gelişimin Biçimi: Evre

Odak: Zihinsey yapıda içsel değişimler

BİLGİ-İŞLEM KURAMLARI:

Gelişimin Doğası: Kazanım

Rehber Süreç: Öğrenme

Birey: Etkin

Gelişimin Biçimi: Sürekli

Odak: Davranışta gözlenebilir değişimler

KÜLTÜREL-BAĞLAMSAL KURAMLAR:

Gelişimin Doğası: Doğa ve kazanım

Rehber Süreç: Olgunlaşma ve öğrenme

Birey: EtkileÅŸimci

Gelişimin Biçimi: Sarmal

Odak: birey ile toplum arasındaki ilişki

Kaynak: Hoffman ve ark., 1994{loadposition header}

GeliÅŸim alanında “olgunlaÅŸma kuramı” (A. Gesell) ve “etolojik
kuram” (K. Lorenz ve N. Tinbergen) genellikle biyolojik kuramlar
olarak adlandırılır. Freud’un “psikoseksüel kuramı” ve Erikson’un
“psikososyal kuramı” psikodinamik kuramlar çerçevesinde yer alır.
BiliÅŸsel kuramlar grubunda Piaget’in “biliÅŸsel geliÅŸim kuramı”, Kohlberg’in
“ahlak geliÅŸimi kuramı” ayrıca “toplumsal biliÅŸ kuramları”,
“bilgi-iÅŸlem kuramları” bulunur. Öğrenme kuramları içinde “koÅŸullanma
kuramları” (Pavlov, Watson, Skinner) geleneksel kuramlardır,
bunları “toplumsal öğrenme kuramları” (Dollard, Miller) izler; bu
grupta en yeni akım “biliÅŸsel toplumsal öğrenme kuramı” (Bandura)
olarak ortaya çıkar. Gelişim alanında son olarak kültürel-bağlamsal
kuramlar’ı buluyoruz; Vygotsky’nin “toplumsal-tarihsel kuramı” ve
Bronfenbrenner’in “ekolojik kuramı” bu grupta yer almaktadır (bk.
Tablo 5). Bütün bu kuramlar insan gelişiminin düzenli olduğu, dolayısıyla
davranışın önceden kestirilebileceği sayıltısına dayanırlar.
Bir ayrıksılık dışında bütün kuramlar bireyi etkin bir varlık olarak
görürler. Bir kuramın insanın doğasını, gelişimin özünü nasıl gördüğü
sorusu kuramların değerlendirilmesinde en önemli noktadır (bu temel
görüşler aşağıda kuramlar karşılaştırılırken açıklanmaktadır).

Kuramların Karşılaştırılması

Önceki sayfalarda kısaca özetlediğimiz gelişim kuramlarını burada
daha ayrıntılı biçimde ele alacak ve aralarındaki ilişkileri de
araştıracağız. Böylece, gelişimin duygusal, bilişsel, toplumsal boyutları
arasındaki ihmal edilemez bağları da görmüş olacağız. Bu arada kuramlara
yöneltilen temel eleştiriler de ortaya konmuş olacaktır. Ancak
bu ayrıntılara girmeden önce kuramların gerisinde yer alan dünya görüşlerini
incelemekte yarar görüyoruz. Perlmutter ve Hall’ın (1992)
belirttiği gibi, gelişimciler, gelişme süreçlerini açıklamaya yönelik
kuramlarını kurarken insanın doğasına ve davranış süreçlerine ilişkin
değişik modellere dayanırlar. Her model farklı bir dünya görüşünü
temel alır ve gelişimi temsil edecek farklı bir analoji kullanır. Böylece,
gelişimciler tarafından temel alınan dünya görüşü onların gelişimin
değişik yönlerini tanımlama, araştırma ve yorumlama yollarını etkiler.
Perlmutter ve Hall bellibaşlı üç model olduğunu söylemektedir:
Mekanistik, organizmik, diyalektik (başka yazarların başka sınıflamalar
yaptığı gözden kaçırılmamalı). Onlara göre bu modellerin hiçbiri
ne doğru ne de yanlıştır; ama herbiri gelişimi anlamada rehber olarak
kullanılabilir (bk. Tablo 6. Okuyucunun Tablo 5 ile Tablo 6’yı birlikte
incelemesi yararlı olacaktır).

Tablo 6

Gelişime İlişkin Dünya Görüşleri

BENZETME:

Mekanistik: Makina

Organizmik: Organizma

Diyalektik: Orkestra müziği

BİREY:

Mekanistik: Genel olarak edilgin

Organizmik: Etkin

Diyalektik: EtkileÅŸimsel

ODAK:

Mekanistik: Davranışta gözlenebilir değişimler

Organizmik: Yapıda içsel değişimler

Diyalektik: Birey ile toplum arasında ilişki

DEĞİŞİM TÜRÜ:

Mekanistik: Niceliksel

Organizmik: Niteliksel

Diyalektik: Niceliksel ve niteliksel

Kaynak: Perlmutter ve Hall, 1992.

Mekanistik modeller makina benzetmesini kullanır ve gelişimin
de makinanın işleyişini yöneten yasalar gibi düzenli yasalara bağlı
olduğunu kabul eder. Gelişimi dış güçler etkiler; davranış geçmişteki
deneyimlerle ve şimdiki durumlarla biçimlenir. İnsanların duyguları,
düşünceleri ve eylemleri değişir, ama yapıları değişmez (otuz yaşındaki
biriyle yedi yaşındakinin bilişsel yapıları farklı değildir). Bu modelde
davranış uyarılmanın sonucudur, dolayısıyla insanların eylemleri
çevreye tepkiler doğrultusunda açıklanır. Öğrenme kuramcıları davranışı
açıklarken ve bazı biliş kuramcıları zihnin işleyişini açıklarken
bu modeli kullanırlar. Bu yaklaşımda insan edilgin bir varlıktır (ancak,
bu modelden kaynaklanan “toplumsal biliÅŸ kuramı”nda birey
akılcı bağlamda etkin sayılmaktadır). Organizmik modeller insanı etkin
ve değişen organizmalar olarak görürler. İnsanlar çevreyle etkileştikleri
için köklü bir biçimde değişirler. Düşüncedeki gelişme deneyimin
basit bir sonucu değildir, yapıdaki biyolojik temelli özel bir
değişimi yansıtır (otuz yaşındaki birinin bilişsel süreçleri yedi yaşındaki
birininkinden niteliksel olarak farklıdır). Organizmik yaklaşım
gelişimin hedefiyle ve davranışın örgütlenme biçimiyle ilgilenir; davranışın
dışsal nedenini değil, bireyin içindeki değişim kurallarını tanıma
ve tüm sistemi betimleme amacını güder. Bu yaklaşımda birey etkindir,
etkinliğinin kaynağı da kendisidir. Diyalektik yaklaşım insanın
sürekli değişen bir çevreyle etkileşim içinde olduğunu kabul eder.
Gelişim, aralarında hiçbir zaman yetkin bir uyum bulunmayan biyolojik,
fiziksel, psikolojik ve toplumsal boyutlara sahiptir. Diyalektik
yaklaşım birey ile toplum arasındaki ilişkiye odaklanır; bireyin gelişimi
büyük ölçüde tarihsel andaki olaylardan etkilenir (bu nedenle, yüzyılımızda
doğmuş birinin gelişimi geçen yüzyılda doğmuş birininkinden
farklı olacaktır). Diyalektik yaklaşımın mekanistik ve organizmik
yaklaşımların kavramlarını bütünleştirebileceğini ileri süren gelişimciler
vardır (Perlmutter ve Hall, 1992).

Şimdi, daha önce sözünü ettiğimiz gelişim kuramlarını birbiriyle
karşılaştırarak inceleyebiliriz.

Olgunlaşma kuramı insanoğlunun sırasal bir büyüme (sequential
growth) gösterdiği ilkesini embriyoloji çalışmalarından almıştır. Embriyonun
epigenetik olarak bazı evrelerden geçerek büyüdüğü ve bu sıranın
her zaman sabit olduğu bu çalışmalarda ortaya konmuştur. İşte
bu embriyolojik modeli çocuk gelişimine uygulayan kişi Arnold Gesell
(1880-1961) olmuÅŸtur. Gesell’e göre, olgunlaÅŸma mekanizması
doğumdan önce olduğu gibi sonra da gelişimi yönlendirmeyi sürdürür.
Gelişim hızları açısından çocuklar arasında farklılık olmakla birlikte
hepsi aynı sırayı izler. Çocuklar, sinir sistemleri yeterli derecede
olgunlaştığında, oturur, yürür ve konuşurlar. Bu gelişmede öğrenmenin
çok az katkısı vardır. Ancak Gesell normal gelişim için belirli çevresel
koşulların da gerekli olduğunu kabul eder. Olgunlaşma süreci herhangi
bir biçimde zarar gördüğünde normal gelişim de engellenecektir.
Örneğin embriyo oksijen yokluğuna uğrarsa organların gelişiminde
ciddi sorunlar görülür. Doğum sonrası gelişimde de çevrenin belirli
koşulları taşıması gerekmektedir. Örneğin, çevrelerinde yeterli derecede
uyaran olmayan, yeterli bakım görmeyen kurum çocukları iyi gelişemezler.
Gesell en önemli çalışmalarını devinim gelişimi alanında
yapmış, ancak olgunlaşma mekanizmasının bütün gelişimi belirlediğini
kabul etmiÅŸtir. Gesell’e göre çocuk yetiÅŸtirmek de olgunlaÅŸma
ilkesinin tanınmasıyla başlamalıdır. İnsanoğlu dünyaya biyolojik evrimin
ürünü olan bir programla gelir; anababa belirli kurallara zorlamadan,
çocuğu kendisinden alacağı doğal ipuçlarına göre eğitmeyi bilmelidir.

Gesell’i eleÅŸtiren kuramcılara göre, çocuÄŸun geliÅŸiminde dış çevre
iç plandan daha etkilidir. Gesell ayrıca, gelişimdeki yaş normlarını
çok kesin biçimde verdiği, olabilecek değişiklikleri dikkate almadığı
için de eleÅŸtirilmektedir. Buna karşılık Gesell’in, özellikle bebeÄŸin
devinim gelişimine ilişkin normları hala çok değerlidir; çocuğun kendini
ayarlaması, anababanın da buna duyarlı olması ilkesi de geçerliğini
korumaktadır.

Psikanalizin gelişim psikolojisine belli başlı katkısı evre kavramıdır.
Freud (1856-1939) insan gelişiminin çeşitli evrelerini tutarlı bir
sistem halinde betimleyen ilk bilim adamıdır. Son olarak psikanaliz,
insanın eylemlerinin ve düşüncelerinin ilk bakışta görüldüğünden daha
karmaşık olduğunu öğretmiştir bize.

Psikanaliz kuramı gelişim alanını etkilemiş olmakla birlikte, çağdaş
gelişimciler genellikle birçok psikanalitik görüşü yetersiz ya da
yanlış bulmaktadırlar. Örneğin, ilk üç psikoseksüel evrenin yetişkinlikteki
kişilik gelişimini belirlediği görüşü normal çocukların araştırılmasında
pek az destek bulmuştur. Ayrıca, yetişkinlikteki kişilik özelliklerinin
ve davranışların çoğunun sosyo-kültürel çevreden ve gündelik
yaşamdan etkilendiği konusunda görüş birliği vardır. Psikanalizin
tarihsel önemi bütün bu tartışmaları başlatan ilk kuram olmasıdır.

Toplumsal öğrenme kuramının en önemli adı olan Bandura insan
yaÅŸamında “gözlem yoluyla öğrenme”nin önemini savunur. Gözlemsel
öğrenme dört süreç içinde gelişir: Dikkat etme, akılda tutma, davranışı
tekrarlama, pekiştirme ve güdüleme. Aslında bu dört süreç birbirinden
ayrı deÄŸildir, birlikte iÅŸler. Bandura bu dört sürece dayanan “model
alarak öğrenme” olgusunu, daha geniÅŸ bir çerçeve içinde asıl
“toplumsallaÅŸma” süreci açısından deÄŸerlendirir. ToplumsallaÅŸma süreci
içinde bir toplumun üyelerine toplumsal kabul gören davranışlar, cinsiyet
rolleri öğretilir. Kişi toplumsallaştıkça dış ödül ve ceza sistemlerine
bağımlı kalmadan kendi iç denetim örüntülerini geliştirir. Kişi kendini
değerlendirme standartlarını oluştururken gözlemlediği modellerin
standartlarını örnek alır. Toplumsal öğrenme kuramcıları paylaşma,
yardımlaşma, işbirliği gibi olumlu toplumsal davranışların da bu modellerden
etkilendiğini kabul ederler. Sonuç olarak bu yaklaşımda,
model davranışlar aracılığıyla insana her tür davranışın öğretilebileceği
ilkesi benimsenmektedir.

Toplumsal öğrenme kuramcısı Banduranın görüşleri ile bilişsel
geliÅŸim kuramcısı Piaget’in görüşleri arasında birleÅŸen ve ayrılan noktalar
vardır. Her iki kuramcı da çocuğu öğrenme süreci içinde oldukça
etkin ve bilişsel bir varlık olarak kabul eder. Ancak Bandura dış çevrenin
etkilerini savunurken, Piaget iç güçlerin önemini vurgular. Piaget’e
göre gelişim, dışardan öğretilenden bağımsız olarak, çocuğun içsel
ilgi ve merakı sonucu kendi kendine ilerleyen bir süreçtir. Bu süreç
bazı içsel değişikliklerle evrelerin ortaya çıkmasını sağlar. Daha çok
çevreci olan Bandura ise Piaget’in görüşlerini iki açıdan eleÅŸtirir. Bandura
ya göre çocuklar çevreye içsel bir merak duydukları için değil,
pekiştiricilerle özendirildikleri için öğrenir, daha sonra bu dış
deÄŸerlendirmeleri içselleÅŸtirirler. Yine Bandura’ya göre çocukların ne
öğrendiklerini evreler değil izlenen modeller belirler; hatta toplumsal
öğrenme yöntemleriyle Piaget’in evrelerini deÄŸiÅŸtirmek bile olanaklıdır.

Bilişsel gelişimciler dış çevrenin çocuk üzerindeki etkisinin önemini
kabul etmekle birlikte çocuktan kaynaklanan gelişime de yer vermek
istemektedirler. Dolayısıyla geliÅŸimciler, Bandura’nın kendiliÄŸinden
öğrenme olgusunu ihmal edişini eleştirmektedirler. Gelişimcilere
göre Bandura çok fazla çevrecidir ve bu tutum dikkatimizin çocuktan
uzaklaşmasına yol açmaktadır (W. Crain, 1980).

Piaget’e göre zeka geliÅŸimi “sürekli ve ilerleyici bir dengelenme
sürecidir” ve “geliÅŸimin evreleri ya da düzeyleri birbirini izleyen
dengelenme basamaklarından oluÅŸur.” GeliÅŸim sırasında birbiri ardına ortaya
çıkan farklı bütünsel yapılar doğuştan değildir, derece derece kurulurlar,
bir oluÅŸumun sonucudurlar. Zeka esas olarak etkin bir doÄŸaya
sahiptir. Ruhsal yaşamın hareket noktası bilinç değil, etkinliktir ve
ruhsal geliÅŸim eylemin derece derece zihinselleÅŸmesinden ibarettir.
Piaget’e göre, “eylem düşünceden önce gelir.” Eylem iÅŸlemde içselleÅŸir.
Pratik zeka kavramsal zeka haline gelir.

Bilişsel gelişim kuramının belirlediği evreler ile psikanalizin
belirlediği evreler arasında karşılaştırma yapmak yararlı olacaktır. Piaget
(1896-1980) daha başlangıçtan itibaren ve araştırmaları boyunca kendi
bulgularını psikanalizin bulgularıyla karşılaştırmaya çalışmıştır. Sonunda
Piaget, 1933’deki psikanaliz kongresinde kendi zeka psikolojisi
ile psikanaliz arasındaki ilişkiyi ortaya koymuştur. Piaget, duygusal
gelişimle bilişsel gelişim arasında koşutluk olduğuna, ikisinin de evre
sistemi aracılığıyla belirlenebileceğine inanmaktadır. Piaget zihinsel
ve duygusal evreleri sistemleştirmekte ve her zihinsel evreye karşılık
olan duygusal görünümleri belirtmektedir. Piaget’e göre iki alan arasındaki
koşutluk açık ve kesindir: Duygusal alan, yapısı zihinsel olan
davranışın enerji kaynağını oluÅŸturur. Bu düzenleme Piaget’in evre sistemini
genelleştirmekte ve evre anlayışı kişiliğinin evreleri anlayışı
haline gelmektedir.

Piaget’e göre Freud’un temel keÅŸiflerinden biri, çocuÄŸun duygusal
alanın iyi belirlenmiş evrelerinden geçerek gelişmesi, evreler arasında
yetkin bir sürekliliÄŸin olması olgusudur. Piaget’in Freud’a yönelttiÄŸi
temel eleştiri ise, keşfettiği duygusal olguları yorumlamasının yetersiz
kalması yönündedir. Piaget’e göre bu yetersizliÄŸin nedeni Freud’un hala
geleneksel çağrışımcı psikoloji çerçevesinde düşünmesidir. Piaget
Freud’un keÅŸfettiÄŸi temel duygusal olguların kendi evre anlayışıyla ve
sistemiyle kolayca bütünleştirilebileceği inancındadır.

Piaget’e göre, geliÅŸimde biliÅŸsel ögeler ile duygusal ögeler birbirinden
ayırt edilemez. Duygusal alan, zekanın yapılarının değil işleyişinin
tabi olduğu bir enerji kaynağı rolünü oynar. Gerçekte enerjisiz
bir yapı ve yapısız bir enerji olamayacağı için, her yeni yapıya bir
enerji düzenleme biçimi, her duygusal davranış düzeyine de belirli bir
biliÅŸsel yapı tipi denk düşmelidir. Bu açıdan bakıldığında, Piaget’in
sistemindeki farklı evreler onlara denk düşen duygusal görünümlerle
tamamlanabilir. Piaget’e göre gerçeklikte duygusal ve biliÅŸsel davranıştan
ayrı ayrı söz etmek olanaksızdır; her davranış “aynı zamanda
hem o, hem öbürü”dür. Bunu kavramak için yapının ve enerjinin dilini
öğrenmek gerekir. Piaget’in yaklaşımında duygusal geliÅŸim zihinsel
gelişime bağlıdır. Fakat zeka ile duygu arasında bir doğa farkı vardır:
“Davranışın enerjisi duygusal alanı ortaya çıkarır; davranışın yapıları
ise biliÅŸsel iÅŸlevleri ortaya çıkarır.” Duygusal alan zekanın iÅŸleyiÅŸine
müdahale eder, ama yapılar yaratamaz. Piaget’e göre, “Duygusal iÅŸlev,
ona araçlarını sağlayan ve onun hedeflerini aydınlatan zeka olmadan
hiçbir ÅŸey deÄŸildir.”

Bilişsel gelişim ile toplumsal gelişim arasında da ilişki kurulabilir;
bu iliÅŸkiyi belirten en genel kavram “toplumsal biliÅŸ” (social cognition)
kavramıdır. Toplumsal bilişin gelişimi, insani, toplumsal dünyaya
iliÅŸkin biliÅŸlerin geliÅŸimidir. Bu geliÅŸim, ben’in ben-olmayan’dan,
kiÅŸinin kiÅŸi-olmayan’dan ve bir kiÅŸinin baÅŸka bir kiÅŸiden gitgide ayrılması,
farklılaşması süreci olarak tanımlanabilir.

Piaget’e göre çocuÄŸu çevre ile iliÅŸkiye sokan etkinlik özümleme
ve uyma süreçlerini içerir, zeka da bu özne-nesne ilişkisiyle tanımlanır.
Özne ile nesne arasındaki ilk ilişki ikili olmayan (adüalistik) bir
farklılaşmamışlık ilişkisidir; bu ilişkide ben ile ben-olmayan arasında
hiçbir ayırım yoktur. Sonra iki yönlü bir hareketle, yani deneyimin
değerlendirilmesini sağlayan dışsallaştırma hareketiyle ve zihinsel işleyişin
bilincini kazandıran içselleştirme hareketiyle, kendi özerklikleri
ve etkileşimleri içinde öznenin kurulması ve dünyanın kurulması gerçekleşir.
Piaget’e göre, “zeka ne benin bilinciyle baÅŸlar, ne de nesnelerin
bilinciyle; zeka bunların etkileşiminin bilinciyle başlar ve bu etkileşimin
iki kutbunun aynı anda birbirine yönelmesiyle, zeka kendi
kendini örgütlerken dünyayı da örgütler.” BaÅŸlangıçta her ÅŸey özne ve
onun eylemi üzerinde odaklaşmıştır; sonra derece derece merkezden
ayrılma (decentration) gerçekleşir, böylece özne diğer nesneler arasında
bir nesne olur. Piaget’e göre bu geliÅŸimi belirleyen ilke ÅŸudur:
Bütünsel bir benmerkezlilikten nesnelliğe geçiş (Tran-Thong, 1978).

Flavell’e göre, toplumsal biliÅŸ, insani nesnelerin ve onların yaptıklarının
biliÅŸi anlamına gelmektedir. Bu biliÅŸin içinde ben’e, diÄŸer insanlara,
toplumsal ilişkilere, örgütlere ve kurumlara, genel olarak insani,
toplumsal dünyamıza ilişkin algı, düşünme ve bilgi vardır. Toplumsal
biliş insanları ve insanın yaptıklarını konu edinir. Örneğin makinalar,
matematik, ahlaksal yargılar insani bilişin konuları ve ürünleridir;
ama yalnızca sonuncusu insani toplumsal bilişin konusu sayılabilir.
Toplumsal biliş kesinlikle toplumsal dünyayı ele alır, fiziksel ve
mantıksal-matematiksel olanı değil. Böylece toplumsal biliş alanındaki
özel gelişim eğilimleri şu alanlarda ortaya çıkmaktadır: Algılar,
duygular, düşünceler, niyetler, ben, kişilik, ahlak.

BilindiÄŸi gibi, Piaget’in kuramı öncelikle çocukların biliÅŸsel
gelişimiyle ve onların fiziksel dünyanın işleyişini anlayışlarıyla ilgilidir.
Kuramın temel sayıltısı, insanları ve toplumsal ilişkileri anlamada
etkili olan bilişsel etkenlerin fiziksel dünyayı anlamada rolü olan
etkenlerle aynı olduğudur. Piaget toplumsal dünyanın çocuğu fiziksel
dünyayla aynı biçimde etkilediğini kabul etmektedir. Bu temel kabulleri
nedeniyle Piaget’in modeli -toplumsal deneyimi geliÅŸimin kaynağı
olarak kabul etse bile- toplumsal alanla çok az ilgilenmektedir. Günümüzün
biliÅŸsel kuramcıları ise Piaget’in toplumsal deneyimle ilgili
görüşünü pek paylaşmamaktadırlar. Onlara göre toplumsal deneyimin
çocuk üzerindeki etkisi Piaget’in sandığından hem daha farklı, hem de
daha önemlidir. Toplumsal biliş kavramının ortaya çıkması da işte bunun
sonucu olmuÅŸtur (Vasta ve ark., 1992).

{loadposition header}

YETİŞKİNLİK PSİKOLOJİSİ-2

3. Yetişkinlik Kuramları

Bu bölümde aktarılacak kuramlar, aslında tüm yaşam döngüsünü
açıklayan ama (örneÄŸin Freud ya da Piaget’den farklı olarak) yetiÅŸkinlik
yıllarıda da önemle eğilen kuramlardır.

a. Bühler’in İnsan YaÅŸamının Akışı Kuramı.

Charlotte Bühler ve öğrencileri yaÅŸam akışını (life course) 1930’larda
Viyana da topladıkları yaşam öyküsü ve özyaşam öyküsü verilerini
kullanarak incelemişlerdir. Yaşam döngüsünde meydana çıkan
olaylar, tutumlar ve başarılardaki değişimlere dayanan evrelerin düzenli
akışını ortaya koyan bir yöntembilim geliştirmişlerdir. Aynı zamanda,
yaşamöykülerinde ortaya çıkan yaşam akışı ile biyolojik yaşam
akışı arasındaki koşutlukla da ilgilenmişlerdir. Böylece beş biyolojik
dönem saptamışlardır. 1) İlerleyici büyüme, 15 yaşına kadar; 2)
Büyümenin cinsel üretme yeteneğiyle birlikte sürmesi, 15-25 yaşlar; 3)
Büyümede kararlılık, 25-45 yaşlar; 4) Cinsel üretme yeteneğinin yitirilmesi,
45-65 yaşlar; 5) Gerileyen büyüme ve biyolojik iniş, 65 yaş ve ötesi.

Tablo 8

Bühler’in YaÅŸam Dönemleri

YaÅŸlar – Dönemler

0-15 – Evdeki çocuk, kendi belirlediÄŸi amaçlardan yoksun.

15-25 – GeniÅŸleme hazırlığı ve kendi belirlediÄŸi amaçları deneme.

25-45 – Yükselme: Amaçlannı özel ve kesin biçimde kendinin belirlemesi.

45-65 – Bu amaçlar için çabalamanın sonuçlarını kendinin deÄŸerlendirmesi.

65 ve sonrası – “Doyum ve baÅŸarısızlığın yaÅŸanması: Kalan yıllarının
süregiden uğraşlarla veya çocukluğun gereksinim giderici yönelimlerine
geri dönüşle geçirilmesi.”

Kaynak: A.J. Horner, 1968, aktaran Kimmel, 1974.

Dört yüz yaşamöyküsünün incelenmesine dayandırdıkları araştırmalarında
Bühler ve ekibi, bu beş biyolojik döneme karşılık olan
beş yaşam dönemi önermişlerdir.

Bühler’in öğrencilerinden Frenkel geliÅŸimsel ilerlemeyi aÅŸağıdaki
biçimde açıklamaktadır:

“Çocukluktan -yaÅŸamın birinci döneminden- yeni
kurtulmuş genç insan yaşamı konusunda ilk planları yapar
ve ilk kararları alır; bu, ergenlikte ya da hemen sonrasında
gerçekleşir. Hemen ardından yaşamın ikinci dönemi başlar.
Bu dönem genç insanın gerçeklikle karşılaşma -temas kurma-
isteğiyle nitelenir. İnsanlarla ve mesleklerle ilişkisi bu
amaca dönüktür. KiÅŸiliÄŸinde bir ‘geniÅŸleme’ olur. YaÅŸamının
ne getireceğini öğrenebilmek için tutumlarında gösterdiği
geçicilik de karakteristiktir. İkinci dönemin sonunda bireyler
yaşama karşı kesin bir tutum sahibi olmuşlardır. Üçüncü
dönemde canlılık hala en yüksek noktasındadır, ama artık
belirli bir yön ve özellik kazanmıştır. Bu nedenle bu dönem
çoğu zaman öznel deneyimlerin en yoğun olduğu dönem
olma özelliğini taşır. Dördüncü döneme geçiş genellikle bir
bunalımla kendini gösterir, çünkü bireyin gittikçe açılan
güçleri bu noktada duraklamaya başlamıştır, fiziksel yeteneğe
ya da biyolojik gereksinmelere bağlı birçok şeyden
vazgeçmesi gerekmiştir. Biyolojik eğrideki ve onunla bağlantılı
etkinliklerdeki düşüşe karşın, bu dönem yaşamın
üretkenliği ve yararları konusunda yükselen bir ilgi çizgisi
gösterir. Beşinci dönem en çok sözü edilen dönem olarak,
ölümün yakınlaşması, yalnızlık yakınmaları nedeniyle dinsel
sorunların ağırlık kazandığı dönemdir. Bu son dönem
genellikle geçmişe ilişkin yaşantılar ve geleceğe ilişkin düşüncelerle,
yani ölümün yaklaşmasına ve insanın geçmiş
yaÅŸamına iliÅŸkin düşüncelerle doludur.” (Frenkel, 1936)

Bühler’in görüşü, büyüme, kararlılık kazanma ve iniÅŸe geçme gibi
biyolojik süreçler ile, etkinlik ve başarılarda genişleme, yükselme
ve daralma gibi psikososyal süreçler arasındaki koşutluğu vurgular.
Çoğu zaman biyolojik eğri psikososyal eğriden daha ilerdedir; bu, zihinsel
yeteneklerine güvenen bir insanın fiziksel güçleri inişe geçmeye
başladıktan sonra bile daha yıllarca yüksek bir üretkenlik düzeyi
sürdürmesi durumunda doğrudur.

Bühler, kuramın yeniden düzenlenmesinde, bir bireyin kendi yaşamı
için amaçlar saptaması sürecini vurgulamaktadır. Böylece bu gelişim
sıralaması yaşamın farklı dönemlerinde bir bireyin amaç saptamadaki
farklı bakış açılarını da yansıtmaktadır. Örneğin, yükselme
döneminde özdoyuma ideal biçimde yol gösteren amaçlar yaşamın ilk
on yılında derece derece kurulmaktadır; bazı enerjik insanlar bu
amaçları dördüncü dönemde yeniden gözden geçirebilir ve yeni amaçlar
saptayabilirler; fakat birçok insan için yaşamın ikinci yarısında
amaçlar büyük olasılıkla durağanlık ve emeklilikle yer değiştirir.

Kuhlen bu büyüme, yükselme ve daralma kuramını biraz değiştirdi.
Kuhlen’e göre büyüme-geniÅŸleme güdüleri (baÅŸarı, güç, yaratıcılık
ve kendini gerçekleştirme) bireyin davranışına yaşamının ilk
yarısında egemendirler; bunlar, göreli olarak doyuruldukları (başarı
ya da seks gereksinmesinde olduÄŸu gibi) ve kiÅŸi yeni toplumsal konumlara
geldiği için (anne olmak ya da bir kuruluşun başkanı olmak
örneklerinde olduğu gibi) kişinin yaşamı boyunca değişebilirler. Kuhlen,
yaşın ilerlemesiyle birlikte gereksinmelerin “doÄŸrudan” doyurulmasının
yerini “dolaylı” ya da “baÅŸkalarının doyumu ile” doyurulmasının
aldığını belirtmektedir. Dolayısıyla insanın yaşam döngüsü
bir “geniÅŸleme ve daralma eÄŸrisi” olarak nitelenebilir.

Kuhlen’in açıklama modelinde, yaÅŸamın ikinci yarısında anksiyete
ve tehdit daha önemli bir güdülenme kaynağı olmaktadır. Bu, genişlemenin
sona ereceğini hissettiği ve yerine konmaz yitimlerle karşılaştığı
orta yaÅŸlarda baÅŸlayabilir. Kuhlen, ilerleyen yaÅŸla birlikte bireylerin
daha az mutlu olduğunu, kendilerini daha olumsuz gördüklerini
ve özgüvenlerini yitirdiklerini belirten pek çok araştırmadan söz
etmektedir; yaşlı insanlardaki anksiyete belirtilerinin artışı dikkati
çekmektedir. Bu veriler, erkeklerle ve aşağı sınıftan kişilerle
karşılaştırıldığında, kadınların ve yukarı sınıftan kişilerin yaşlanmaktan
daha fazla etkilendiğini göstermektedir.

Özet olarak, yetişkin gelişimine ilişkin bu görüş, yaşam döngüsünün
iki genel eğilim içinde görülebileceğini belirtmektedir: Büyüme-genişleme
ve daralma. Yaşamın ortalarında bir yerde bu iki karşıt
eğilim arasında büyük bir dönüm noktası yer alabilir. Bühler bu dönüm
noktasını, orta yılların -yaklaşık 40-45 yaşlar- yükselme dönemini
izleyen kendini değerlendirme döneminde görmektedir. Kuhlen
bu dönüm noktasının daha az belirgin olduğunu söylemektedir; bu
nokta, ilk büyüme-genişleme güdülerinin doyurulması sonucu yeni
güdülerin ortaya çıkması olabilir, fiziksel ve toplumsal yitimler sonucu
ortaya çıkabilir, belirli bir duruma “kapanmış olma” duygusundan
doğabilir, yaşamın yarısını yaşamış olmanın sonucu olabilir. Büyük
olasılıkla, bu dönüm noktası biyolojik, psikolojik ve toplumsal etkenlerin
etkileşiminden doğmaktadır. Bühler, araştırmaları sonucunda,
amaç saptamadaki -ya da güdülenmedeki- bu değişiklik kadar önemli
bir diğer konunun da, bireyin amaçları doğrultusunda doyuma ulaşıp
ulaşmadığını değerlendimmesi olduğunu belirtmektedir; bu değerlendirme,
yaşlılık uyumsuzluğunda biyolojik gerileme ve güvensizlikten
çok daha etkili (kritik) olmaktadır.

b. Jung’un YaÅŸam Evreleri Anlayışı

Bühler’in yaÅŸam döngüsüne iliÅŸkin görüşü sistemli yaÅŸamöyküsü
incelemelerine, Kuhlen’inki görgül araÅŸtırmalara dayanırken, Jung’un
yaşam evrelerine ilişkin görüşü öncelikle klinik çalışmalarına ve kendi
psikoloji kuramına dayanmaktadır. Jung yaşam evrelerini açıklamaya
“gençlik” ile baÅŸlar ve bu evreyi erinlik sonrasından orta yıllara (35-40
yaÅŸları) dek uzatır. Jung psyche’nin sorunlarına eÄŸilmiÅŸ, ancak çocukluÄŸu
bu incelemeye katmamıştır. Jung’a göre çocuk, anababasına, eÄŸitimcilere
ve doktorlara sorun olabilir, ama çocuğun kendi sorunları
yoktur; yalnızca yetiÅŸkin “kendi hakkında kuÅŸkular duyabilir”.

Gençlik dönemi, çocukluğun cinsel içgüdü ve aşağılık duygularına
ilişkin düşün terkedildiği ve genel olarak yaşam ufkunun genişlediği
dönemdir. Bundan sonraki önemli değişik 35-40 yaşları arasında
başlar. Jung bu değişimi şöyle anlatır:

“BaÅŸlangıçta bu deÄŸiÅŸim belirgin ve bilinçli deÄŸildir.
Daha çok, değişimin dolaylı belirtileri bilinçdışında meydana
gelen değişimden kaynaklanırlar. Çoğu zaman, sanki kişinin
karakterinin yavaş yavaş değişmesi gibidir. Bazen çocukluktan
beri kaybolmuş bazı özelliklerin su yüzüne çıktığı
görülür, bazen kişinin önceki eğilim ve ilgileri zayıflar
ve yerini yenilerine bırakır. Bazen de tersine -bu çok sık
olur- kişinin inanç ve ilkeleri, özellikle ahlaki olanlar güçlenir,
gittikçe sertleşir ve 50 yaş dolayında birey hoşgörüsüzlük
ve fanatiklik dönemine girer; sanki bu ilkelerin varlığı
tehdit altındadır ve onları daha bir güçle korumak gerekmektedir.”
(Jung, 1933)

Jung, nörotik hastalıkları, “gençlik evresinin psikolojisi”nin orta
yıllara taşınmak istenmesi olarak görür -tıpkı gençlikteki nörotik
rahatsızlıkların çocukluğu terk edememekten kaynaklanması gibi-.
YaÅŸlılıkta ise Jung, “psyche’de derin ve garip deÄŸiÅŸimler” görür. İnsanlarda
özellikle psyche alanı içinde karşıtlarına doğru değişme eğilimi
vardır. ÖrneÄŸin yaÅŸlı erkekler gittikçe daha “diÅŸil”, yaÅŸlı kadınlar
da gittikçe daha “eril” olmaktadırlar. Jung, “yaÅŸamın çeliÅŸkisini pekiÅŸtiren
güçlü bir içsel süreç”ten söz eder. Genel olarak Jung, “yaÅŸamın
öğleden sonrasını sabah programına göre yaÅŸayamayacağımızı”
ileri sürer, “sabah büyük olan akÅŸamüstü küçülecek ve sabah doÄŸru
olan akÅŸamüstü yalan olacaktır.”

İnsan yaşamının ileri yaşlara dek sürmesinin çocuklara bakmak
gibi bir amacı olmalıdır. Ancak bu görev de yerine getirildikten sonra
yaÅŸamın amacı ne olacaktır’? Bu amaç Batı toplumlarında sıklıkla görüldüğü
gibi gençlerle rekabete girmek midir? Jung, birçok ilkel toplumlarda
yaÅŸlı insanların bilgelik kaynağı olduklarını, “kavmin kültürel
mirasını dile getiren gizlerin ve yasaların bekçileri” olarak görev
yaptıklarını belirtir. Buna karşılık modern insan, yaşama ilişkin belirli
bir amacı ve anlayışı olmadığı için, ileriye bakacağına yaşamın ilk
yarısına takılıp kalmaktadır. Jung, pek çok insanın ileri yaşlara
doyurulmamış isteklerle ulaştığını, ancak geriye bakmalarının tehlikeli
olduğunu ve geleceğe ilişkin bir amaç edinmeleri gerekğini savunur.
Bütün büyük dinlerin ölümden sonra da bir yaşam vadetmeleri bu
yüzdendir ve insanların yaşamlarının ikinci yarısında da bir amaç
edinmelerini sağlar. Jung, ölümde bir amaç bulmanın sağlıklı olduğunu
ve bundan kaçınmanın yaşamın ikinci yarısını amaçtan yoksun
bırakarak sağlıksız kıldığını ileri sürer. Jung, yaşamın ikinci yarısında
bireyin dikkatinin kendi iç dünyasına yöneldiğini ve bu iç keşfin yaşama
bütünlük ve anlam kazandırarak ölümü kabullenmede yardımcı olduğunu savunur.

Özetle, Jung’a göre kiÅŸilik, yaÅŸam döngüsünün birinci ve ikinci
döneminde farklı yönlerde gelişir. Birinci dönemde birey dış dünyaya
doğru açılır, dış dünyayla ilişki kurma kapasitesini geliştirir, toplumsal
ödüller kazanmaya çalışır. Ayrıca, böyle davranmak kadın ve erkek
cinsel kimliğinin geliştirilmesi için de gereklidir. Bu dönemde tek
yanlılık bir bakıma gerekli, hatta zorunludur. Genç insanların iç doğalarıyla
ilgilenmelerinin bir yararı yoktur; görevleri şimdilik yalnızca
dış dünyanın istemlerini karşılamaktır.

Ruhsal yaşamda 40 yaşına doğru başlayan değişimde birey artık
hedeflerinin ve hırslarının önemini yitirdiğini hisseder, kendisini durgun,
çökkün ve eksik olarak algılar. Jung’a göre bu olgu toplumsal baÅŸarı
kazanmış insanlarda bile gözlemlenebilir, çünkü bu toplumsal
başarılar kişilikte yaşanmadan kalan özelliklerin bedeli olarak kazanılmıştır.
Ancak insan bu bunalımdan çıkış yolunu bulabilir. Bilinçdışı
kişiyi iç dünyasına dönmesi ve yaşamın anlamını araştırması için
yüreklendirir. Bu dönemde enerjimizi dış dünyayla başetme çabasından
uzaklaştırıp iç dünyamızda odaklaştırmaya başlarız. Böylece ne
zamandır gerçekleştirilmemiş gizilgüçlerimizi tanımak için bilinçdışını
dinlemeye yöneliriz.

c. Erikson: İnsanın Sekiz Çağı

Erikson’un insan geliÅŸimi kuramı da öncelikle klinik gözlemlerine
ve kuramsal psikolojisine dayanır. Yine de bu kuram bu konuda
bugüne kadar ileri sürülmüş en kapsamlı açıklamadır. Bunun nedeni,
Erikson’un tüm yaÅŸam boyunca geliÅŸimin çeÅŸitli yönleri (biliÅŸsel, duygusal,
toplumsal yönleri) arasında bağlantılar kurabilmiş ve disiplinlerarası
bir kuram geliÅŸtirebilmiÅŸ olmasıdır. Erikson’un bu baÅŸarısı
meslektaşlarının -aşağıda kendi sözleriyle aktarılan- tanıklığıyla da
vurgulanmaktadır:

“Psikososyal evreler sırası içinde içgüdüsel güçlerle
organizma tarzlarının bağlantısını açıklamaya çalıştık. Listelenen
evrelerin kesin sayısında ya da kullanılan bütün terimlerde
ısrar edemesek bile, formüle edildikleri zaman disiplinlerarası
kabul gören bazı gelişim ilkelerini vurguladık;
açıkçası, şemamızın genel kabulü için diğer bazı (daha önce
sözü edilen) disiplinlere bağlı olmak durumundayız. Psikolojik
yönde ise, gerçek dünya ile kesin ve kavramsal ilişki
kapasitesi olan ve her evrede geliÅŸen biliÅŸsel büyüme’nin
geçerli gücü vardır. Bu Hartmann’ın (1939) tanımladığı anlamda
en vazgeçilmez bir “ego aygıtı”dır. Böylece, Piaget’in
tanımladığı anlamda zekanın “duyusal-devinimsel” yönleri
ile temel güven, “sezgisel-simgesel” yönler ile oyun ve
giriÅŸim, “somut-iÅŸlemsel” baÅŸarı ile çalışkanlık duygusu ve
son olarak “soyut iÅŸlemler” ve “mantıksal evirmeler” ile
kimlik gelişimi arasındaki ilişkiyi izlemek yararlı olabilir.
Burada belirtilenleri bazı disiplinlerarası toplantılarda sabırla
dinleyen Piaget, daha sonra, kendi evreleri ile bizimkiler
arasında en azından çelişki görmediğini kabul etmiştir.
Greenspan, “Piaget’in; Erikson’un, Freud’un kuramının psikososyal
yönlere uzantısı olan kuramına oldukça sempati
duyduÄŸunu” (1979) belirtmiÅŸtir. Ve ondan ÅŸunu nakletmektedir:
“Erikson’un evrelerinin en büyük baÅŸarısı, kesinlikle,
Freud’un mekanizmalarını daha genel davranış tipleri içine
yerleştirerek önceki kazanımların sonraki düzeylerle sürekli
olarak bütünleşmesini göstermeye çalışmasıdır (Piaget,
1960)” (Erikson, 1982).

Erikson’un epigenetik kuramı da Freud’un psikanalitik kuramı
gibi çocukluk gelişimine ağırlık verir ve ilk dört evresi büyük ölçüde
Freud’un çocukluk evrelerinin geniÅŸletilmiÅŸ biçimidir. Bu nedenle aÅŸağıda
yalnızca -ergenliği de içine alan- son dört evre özetlenecektir.

– KimliÄŸe karşı rol karmaÅŸası. Erikson’un beÅŸinci evresi, erinliÄŸin
başlamasıyla birlikte, bireyin toplumsal bir gereksinme olarak
yaşamdaki rolünü tanımlaması çabasıyla başlar ve genellikle öğrenimini
bitirmesi, bir işe girmesi ve bir eş seçimiyle sonlanır. Bu evre bireyin
kimliğinin birçok yönünün çözüme bağlandığı bir evredir, ama
bu oluÅŸum tek bir etkene baÄŸlanamaz ve tek bir olay diÄŸer bir evreye
geçişin nedeni olamaz. Aslında yetişkinlik evreleri birçok bakımdan
birbirleri üzerine binişirler ya da aynı zamanda yer alırlar. Ancak,
kimlik sorunları yaşam boyunca sürseler de, en çok bu evrede ağırlık
taşırlar. Birey bu bunalımını olumlu bir biçimde çözemezse kimlik
karışıklığı içine düşecek, bunun sonucu olarak da yaşam çerçevesi
içinde oynadığı rolden hiçbir zaman emin olamayacaktır. Bu karışıklığın
çözülmesi, soyut düşünme yeteneğinin yansıtıldığı ilgi ve uğraşlarla
olabileceği gibi, duygusal bağlanımlarla da olabilir.

– Yakınlığa karşı yalıtılmışlık. Cinsel yakınlık kapasitesi ergenlikte
başlıyor olsa da, birey kimlik karışıklığı sorununu yeterince
çözmeden tam bir yakınlık ilişkisi kurmayı başaramaz. Dolayısıyla,
bireyin bir başkasının özel (tek) oluşunu ve insanlığını değerlendirerek
onunla kaynaşabilmesi için önce kendisinin tam olduğu konusunda
belirli bir görüş sahibi olması gereklidir. Daha önceki romantik
yakınlıklar genellikle bireyin kendini romantik ilişki aracılığıyla tanıma
çabalarından baÅŸka birÅŸey deÄŸildir. Erikson (1968), “cinsel yakınlık
anlatmak istediÄŸim yakınlığın sadece bir parçasıdır” demektedir;
“cinsel yakınlıklar bireyin gerçek ve karşılıklı psikososyal yakınlık
kapasitesi geliştirmesinden önce de yaşanabilir. Arkadaşlıkta olsun,
erotik karşılaşmada ya da ortak çalışmada olsun, kendi kimliğinden
emin olmayan genç, kişilerarası yakınlıktan kaçınacak ya da gerçekten
birleşemeden ve kendisinden kurtulamadan sürekli olarak yüzeysel
iliÅŸkilere girecektir.”

– ÜretkenliÄŸe karşı durgunluk. YaÅŸamın bu yedinci evresi en
uzun evre olabilir, çünkü insanın anabalalık ve iş başarıları ile
kendisinden de çok yaşayacak bir şeyler üretmesi olanağını içerir. Bu evre,
bireyin tüm üretkenliğini kapsayan ve genç yetişkinlikten yaşlılığa
dek uzayan bir evredir ve yaÅŸamda doyuma ulaÅŸma duygusunu saÄŸlamada
önemli bir yer tutar. Bu evrenin olumsuz çözümü ya da çözümsüzlüğü,
durgunluk, sıkılma, yoksullaşma duygularıyla ve bireyin fiziksel
ve psikolojik gerileyişiyle aşırı uğraşmasıyla kendini gösterir.

– BütünleÅŸmeye karşı umutsuzluk. Bu evre, gittikçe artan bir
biçimde yaşamın sınırlı olduğu ve ölüme yakınlaşıldığı duygusuyla
yaşanır. Bu oluşum çoğu zaman emekliye ayrılma ya da bir sağlık bozukluğuyla
hızlanır. Bu evrenin en önemli görevi, bireyin kendi yaşamını
ve elde ettiklerini değerlendirerek yaşamının tarih içinde anlamlı
bir serüven olduğu sonucuna ulaşmasıdır. Önceki evrelerdeki başarılar
ve elde edilenler bu bunalımın atlatılmasında önemli bir rol oynarlar.
Bu evrenin olumsuz çözümü ise umutsuzluk, çaresizlik duygularıdır.
Bu, varoluşçu anlamda tam bir anlamsızlık duygusudur, bütün yaşamının
boşa gitmiş olduğu ya da başka türlü yaşanmış olması gerektiği duygusudur.

Erikson’un kuramında son iki evre yaÅŸam döngüsünün orta ve ileri
yıllarnı içermektedir. Robert Peck, orta ve ileri yaşların önemli
dönüm noktalarını daha kesin olarak belirleyebilmek için yeni bir
düzenleme gerçekleştirmiştir.

Orta yaÅŸtaki sorunlar:

– Akla karşı fiziksel güce deÄŸer verme. Kırk yaÅŸ dolaylarında
bir dönüm noktası yer almaktadır. Fiziksel güçlerine sıkı sıkıya sarılan
ve bu güçler azaldıkça çöküntüye uğrayan bireyler ile zihinsel güçlerini
öne alarak daha başarıyla yaşlanan bireyler söz konusudur.

– İnsan iliÅŸkilerinde toplumsallaÅŸmaya karşı cinselleÅŸme.
Erkek ve kadınlar bu evrede cinselliğin gittikçe daha az yoğunluk taşıdığı
arkadaşlar olarak kendilerini yeniden düzenleyebilirlerse, kişilerarası
ilişkiler daha bir derinlik ve anlayış kazanmakta ve evliliğe yeni
bir boyut katmaktadır.

– Duygusal esnekliÄŸe karşı duygusal yoksullaÅŸma. Bu evrede
duygusal alanda bir açıklık öngörülmektedir. Bu, anababanın ölmesi,
eski dost çevresinin dağılması, çocukların evden ayrılması ile bireylerin
daha önce hiç yaşamadıkları çeşitli insan çevrelerine uzanmalarına
olanak sağlar. Yetişkinler çocuklarının aileleriyle yine duygusal bağlar
oluÅŸturabilirler.

– Zihinsel esnekliÄŸe karşı zihinsel katılık. Bu evrede bireyin
yeni deneyim ve yorumlara açık olabilmesi ya da geçmiş yaşantıların
bireyi güncel sorunlara farklı yanıtlar bulmaktan alıkoyması söz konusudur.

YETİŞKİNLİK PSİKOLOJİSİ-3

Yaşlılıktaki sorunlar:

– Ego ayrışmasına karşı iÅŸ rolünün ağırlık kazanması. Buradaki
görev değişik etkinlikler edinebilmektir. Bu etkinlikler, işin yitirilmesi
(emeklilik) ya da alışılmış rollerin yitirilmesi (çocukların evden
ayrılması) durumlarında insanı doyum duygusuna ulaştırabilirler.

– Bedenin aşılmasına karşı bedene aşırı ilgi. Hemen bütün
yaşlı insanlar hastalıktan, artan ağrılardan ve çeşitli rahatsızlıklardan
geçerler. Buna karşın bazıları insan ilişkileri ve yaratıcı etkinlikleriyle
yaşamdan tat almayı sürdürerek yaşlanan bedenlerini aşmayı başarırlar.

– Ego aÅŸkınlığına karşı egoya aşırı ilgi. Çocuklarla, kültüre
yaptıkları katkıyla ve dostluklarıyla insanlar kendi davranışlarının
önemini yaşamlarından sonraya da uzatabilirler. Ölüm kaçınılmazdır
ve bu gerçek bütün ağırlığıyla ilk kez ancak yaşlılıkta algılanabilir;
ama insan yine de ailesinin ve insan tümünün gelecek kuşaklarında,
ürettiği kendi fikirlerinde yaşamına doyurucu bir anlam katabilir.

Yetişkin gelişimi konusunda yukarıda özetlenen kuramlar, insan
yaşam döngüsünün sırasal ilerleyişini anlamada yararlı olabilecek ana
çizgileri vermektedir. Ancak bu kuramlar, yalnızca çok “genel” olmakla
kalmayıp, aynı zamanda çok “idealist”tirler. Çünkü bu kuramlar
“doyumlu bir geliÅŸim”den ve “baÅŸarılı bir yaÅŸlanma”dan söz etmekte,
ancak tarihsel, toplumsal, kültürel, ekonomik farklılıkların olası
etkilerini hesaba katmamaktadırlar. Gerçi toplumsal sınıf, etnik
özellik, erkek-kadın farklılığı gibi etkenlerin yetişkinlik gelişimindeki
etkilerini araştıran çalışmalar yapılmaktadır, ama bunların sonuçları
henüz elde değildir, dolayısıyla bu spekülatif kuramların bütün koşullarda
bütün insanları kapsadığı savından sakınmak gerekmektedir
(D.C. Kimmel, 1974). Nitekim, yetişkin gelişimini boylamsal yaklaşımla
ele alan araÅŸtırmacılar, Erikson’un çizdiÄŸi kiÅŸilik tablosunun
yalnızca bireyciliğin egemen olduğu ve bireysel rollerin toplum tarafından
sıkıca denetlenmediği kültürlerde geçerli olduğunu düşünmektedirler.
Öte yandan, gelişimin her evresinde karşılaşılan gelişim
görevleri de cinsler arasında farklılık göstermektedir (farklı toplumsallaşma
yaşantısı nedeniyle). Dolayısıyla, günümüzde artık bütün toplumlara
ve bütün insanlara aynı anda uygulanabilecek evrensel kuramlardan
söz etmeye olanak yoktur.

d. Levinson’un yaÅŸam yapısı kuramı:

Daniel J. Levinson, yetişkin gelişiminin incelenmesinin henüz
çok yeni olduÄŸunu belirtmektedir. Yaklaşık 1950’lerden beri konuyla
ilgilenilmekle birlikte, genel bir yetişkin gelişimi kuramı oluşturmakta
çok az yol alınmıştır. Bu süre içinde psikolojinin birçok alanında bir
yetişkin gelişimi yaklaşımına gereksinme duyulduğu gitgide daha fazla
farkedilmiÅŸtir. Levinson’a göre yetiÅŸkin geliÅŸimi, bir disiplin olarak
psikoloji için anlamlı bir sorundur ve psikolojiyle sosyoloji, biyoloji,
tarih gibi diğer disiplinler arasında önemli bir bağlantı halkasıdır.

İlk çalışmalarından yaklaşık on beş yıl sonra yeni bulgularını yayınlayan
Levinson’un yetiÅŸkin geliÅŸimi kuramı ÅŸu ögeleri içermektedir:
a) YetiÅŸkin geliÅŸimi alanına temel bir çerçeve saÄŸlayan “yaÅŸam
akışı” ve “yaÅŸam döngüsü” kavramları; b) KiÅŸiliÄŸin ve dış dünyanın
birçok yönünü içeren, ama bunların hiçbiriyle aynı olmayan ve kendi
farklı yolunda geliÅŸen “bireysel yaÅŸam yapısı” kavramı; c) Bireysel
yaşam yapısının ilk ve orta yetişkinlikteki gelişimini dile getiren bir
“yetiÅŸkin geliÅŸimi” anlayışı. YaÅŸam yapısı geliÅŸimi kiÅŸilik geliÅŸiminden,
toplumsal rollerden farklıdır ve onlarla karıştırılmamalıdır. Aşağıda
bu kavramlar Levinson’un kendi anlatımıyla birer birer açıklanmaktadır.

Yaşam akışı (life course). Yaşam akışı yüksek düzeyde bir soyutlama
olmayıp betimsel bir terimdir ve bir yaşamın başlangıçtan sona
gelişimi içindeki somut özelliğine dayanır. Terimin içindeki her iki
sözcüğü de dikkatle kullanmak gerekir. “Akış” sözcüğü sırayı, geçici
dalgayı, yaşamın yıllar boyunca açılımını inceleme gereksinmesini
belirtmektedir. Bir yaşamın akıcılığının incelenmesi, kararlılığı ve
değişimi, sürekliliği ve süreksizliği, düzenli ilerlemeyi ve kaotik
dalgalanmayı dikkate almayı gerektirmektedir. Yalnızca belirli bir an
üzerinde odaklanmak ya da üç dört anı birbirinden kopuk olarak incelemek
yeterli değildir. Yaşamı ilerleyişi içinde incelemek ve geçici sıralar yaşam
boyunca ayrıntısıyla izlemek gerekmektedir. “YaÅŸam” sözcüğü de
çok önemlidir. Yaşam akışı konusundaki bir araştırma yaşamın bütün
yönlerini içermelidir: İç dilekler ve fantaziler, aşk ilişkileri, aileye,
işe, diğer toplumsal sistemlere katılım, beden değişimleri, iyi ve kötü
zamanlar, yaşamda anlamı olan her şey. Yaşam akışının incelenmesinde,
önce yaşama belirli bir zamandaki bütün karmaşıklığıyla bakmak,
bütün ögelerini ve bunların bütüne etkilerini içermek zorunludur. İkinci
olarak bu bütünün zaman içindeki evrimini belirlemek gerekmektedir.
Yaşam akışının incelenmesi, insan bilimlerinin her biri, kişilik,
toplumsal rol ya da biyolojik işleyiş gibi yaşamın bir yönünü ele aldığı,
diğerlerini ihmal ettiği için güç olmaktadır. Her disiplin yaşam
akışını çocukluk ya da yaşlılık gibi ayrı parçalara bölmektedir. Böylece
araştırmalar aralarındaki etkileşimi pek dikkate almadan, biyolojik
yaşlanma, ahlak gelişimi, meslek gelişimi, yetişkin toplumsallaşması,
kültürlenme, yitirme ya da strese uyum sağlama gibi çeşitli kuramsal
açılardan yapılmaktadır. Değişik kuramsal yaklaşımların birbirinden
yalıtılmış birimler değil, tek bir alanın değişik yönleri olduğu görüşü
yeni yeni kazanılmaktadır. Levinson’a göre, bireysel yaÅŸam akışının
araştırılması insan bilimlerinde çeşitli disiplinleri birleştiren yeni bir
çok-disiplinli alan olarak yakın gelecekte ortaya çıkacaktır.

Yaşam döngüsü (life cycle). Yaşam döngüsü düşüncesi yaşam
akışı düşüncesinin ötesine gitmektedir. “Döngü” imgesi insanın yaÅŸam
akışında alttan alta bir düzenin var olduğunu telkin etmektedir; her
bireysel yaşam biricik olmakla birlikte, herkes aynı temel sıra içinde
yaşar. Yaşam akışı basit, sürekli bir süreç değildir; niteliksel açıdan
farklı evreleri ya da mevsimleri vardır. Yıl içinde (örneğin bahar yaşam
döngüsünün çiçeklenme mevsimidir) ya da gün içinde (örneğin
gündoğumu, öğle vakti, alaca karanlık, karanlık gibi) mevsimler vardır.
Aşkta, savaşta, politikada, sanatsal yaratışta ve hastalıkta da mevsimler
vardır.

Yaşam döngüsü imgesi yaşam akışının belirli bir sıra içinde
geliştiğini düşündürmektedir. Bir mevsim toplam döngünün büyük bir
parçasıdır; bütünün parçası olsa da her mevsimin kendi zamanı vardır,
hiçbiri diğerinden daha iyi ya da önemli değildir, her birinin kendi gerekli
yeri ve bütüne özel katkısı vardır.

Yaşam döngüsünde önemli mevsimlerin neler olduğu konusunda
ne popüler kültür ne de insan bilimleri açık bir yanıt getirebilmiştir.
Modern dünya bir bütün olarak ve evreleriyle kurulu bir yaşam döngüsü
anlayışına -bilimsel, dinsel, felsefi ya da edebi- sahip değildir.
Yaşam döngüsünün çeşitli büyük parçalarını belirten standart bir dil
de yoktur. Egemen görüş yaşam döngüsünü üç bölüme ayırmaktadır:
a) Çocukluğu ve ergenliği içeren yaklaşık 20 yıllık ilk bölüm (yetişkinlik
öncesi); b) 65 yaşında başlayan sonuncu bölüm (yaşlılık); c) bu
bölümler arasında yer alan, yetişkinlik olarak bilinen biçimlenmemiş
zaman.

Bir yüzyıldan beri insan gelişiminde en önemli araştırma alanını
oluşturan yetişkinlik öncesi yıllar çok iyi bilinmektedir. Kabul edilen
görüşe göre ilk yirmi yıl içinde bütün insanlar aynı dönemleri izlerler:
Doğum öncesi, bebeklik, ilk çocukluk, orta çocukluk, önergenlik ve
ergenlik. Her ne kadar bütün çocuklar ortak gelişim dönemlerinden
geçiyorlarsa da, biyolojik, psikolojik ve toplumsal koşullardaki
farklılıkların sonucu olarak tamamen farklı yönlerde büyürler. Somut biçimi
içinde her bireysel yaşam akışı tektir. Yetişkinlik öncesi gelişimin
incelenmesi evrensel düzeni belirlemeyi ve her insanın yaşamını gitgide
bireyselleştiren süreci yöneten genel gelişim ilkelerini saptamayı
amaçlar.

Çocuk gelişimi araştırmalarının Freud ve Piaget gibi önemli adları
gelişimin ergenliğin sonunda büyük ölçüde tamamlandığını ileri
sürerler; bu sayıltıya dayanarak yetişkin gelişimiyle ya da bir bütün
olarak yaÅŸam döngüsüyle ilgilenmezler. 1950’lerden baÅŸlayarak gerontoloji
konuyla ilgilenmiş, ama bir yaşam döngüsü anlayışı geliştirecek
kadar ileri gitmemiştir. Belki bunun bir nedeni yetişkinlik yıllarını
incelemeden çocukluktan yaÅŸlılığa atlamasıdır. Levinson’a göre yetiÅŸkinlik
konusunda daha fazla şey öğrendiğimizde şimdiki yaşlılık anlayışı
da değişecektir. Günümüzde yaşam döngüsünün bir mevsimi
(ya da mevsimleri olarak) yetişkinlik konusunda çok az kuram ya da
araştırma var. Ergenlikten sonraki yaş düzeylerini betimleyen popüler
bir dil yok. “Gençlik”, “olgunluk”, “orta yaÅŸ” gibi sözcüklerin anlamı
çok belirsiz. Dildeki bu belirsizlik, yetişkinliğin kültürel bir tanımının
olmamasından ve insan yaşamının bunun içinde nasıl geliştiğinin
bilinmemesinden doğmaktadır. İnsan bilimlerinde de yetişkinliğin doğası
konusunda uygun bir anlayışa sahip değiliz.

Levinson, yaşam döngüsü kuramının kendi araştırmasından ve
Erikson, Jung, Neugarten, Ortega y Gasset gibi yazarların görüşlerinden
doğduğunu açıklamaktadır. Yaşam döngüsünü bir çağlar sıralaması
olarak kabul eden Levinson’a göre her çağın kendi biyo-psikososyal
niteliği vardır ve her biri bütüne farklı katkılarda bulunur. Bir
çağdan diğerine yaşamımızda önemli değişimler olur. Çağlar birbiriyle
kısmen çakışır, yeni bir çağ bir önceki çağ sonlara yaklaşırken
başlar. Genellikle beş yıl süren geçiş çağı önceki çağı bitirir ve sonrakini
başlatır. Çağlar ve geçiş dönemleri, her insanın yaşamının altındaki
düzeni sağlayan ve bireysel yaşam akışındaki ince farklılıklara
izin veren yaşam döngüsünün makro yapısına biçim verir.

Her çağ ve gelişim dönemi iyi tanımlanmış bir ortalama yaşta
başlar ve biter. Birinci çağ olan Yetişkinlik Öncesi, döllenme ile aşağı
yukarı 22 yaÅŸ arasında yer alır. Bu “oluÅŸum yılları” sırasında birey
yüksek ölçüde bağımlı, farklılaşmamış bebeklikten yola çıkıp, çocukluktan
ve ergenlikten geçerek, yetişkin yaşamının daha bağımsız ve
sorumlu başlangıcına doğru büyür. Bu, en hızlı biyo-psikososyal büyümenin
olduğu çağdır. Yaşamın ilk birkaç yılı çocukluğa geçişi sağlar,
bu zaman içinde yenidoğan biyolojik ve psikolojik açıdan anneden
ayrılır ve ‘ben’ ile ‘ben-olmayan’ arasındaki ilk ayırımı gerçekleÅŸtirir,
bu da sürekli bireyleşme sürecinde ilk adımdır.

Yaklaşık 17-22 yaşları insanın İlk Yetişkinliğe Geçiş dönemini
oluşturur, bu gelişim döneminde önyetişkinlik sona erer ve ilk yetişkinlik
çağının temelleri atılır. Dolayısıyla bu dönem her iki çağın da
parçasıdır, ama tam olarak ikisinin de parçası değildir. Bireyleşmede
yeni bir aşama aileyle ilişkilerin değişmesi ve önyetişkinlik dünyasının
diğer ögeleri olarak kazanılır ve yetişkine yetişkinler dünyasında
bir yer oluşturmaya başlar. Çocuğu merkez alan bakış açısından gelişimin
büyük ölçüde tamamlandığı ve çocuğun bir yetişkin olarak olgunluk
kazandığı söylenebilir. Gelişim (çocuk) psikolojisi geleneksel
olarak bu görüşü benimsemiÅŸtir: Levinson’un yaÅŸam döngüsünü bir
bütün olarak alan bakış açısı ise ilk çağın gelişimsel kazanımlarının
yalnızca bir temel, bir sonraki çağı başlatan bir hareket noktası sağladığını
kabul etmektedir. İlk Yetişkinliğe Geçiş hem önyetişkinliğin
tam olgunluğunu, hem de yeni bir çağın bebekliğini temsil eder.

İkinci çağ olan İlk Yetişkinlik yaklaşık 17-45 yaşlar arasında yer
alır ve İlk YetiÅŸkinliÄŸe GeçiÅŸ’le baÅŸlar. Bu, en büyük enerji ve bolluÄŸun,
en büyük çeliÅŸki ve stresin yetiÅŸkin çağıdır. Biyolojik açıdan 20’li
ve 30’lu yaÅŸlar yaÅŸam döngüsünün doruk yıllarıdır. Toplumsal ve psikolojik
açıdan ilk yetişkinlik güçlü dileklerin biçimlendirilmesi ve izlenmesi,
toplumda uygun bir yer kazanılması, bir aile kurulması ve
çağın sonunda yetişkin dünyasında daha saygın bir konuma ulaşılması
mevsimidir. Bu çağ, aşk, cinsellik, aile yaşamı, mesleki ilerleme,
yaratıcılık ve yaşamın büyük hedeflerinin gerçekleştirilmesi konusunda
zengin bir doyum zamanı olabilir. Buna karşılık, ezici stresler de burada
yer alabilir. İlk yetişkinlik bizim kendi tutkularımızın ve isteklerimizin
darbesini en çok yediğimiz çağdır. Uygun koşullar altında bu
çağda yaşamanın ödülleri de çok büyüktür, ama bedel çoğu zaman yarara
denktir, hatta onu aÅŸar.

Yaklaşık 40-45 yaşlar arasında yer alan Orta Yaş Geçişi ilk yetişkinliği
sona erdirir ve orta yetişkinliği başlatır. Bu iki çağ arasındaki
ayırım ve onları ayıran ve birleştiren gelişim dönemi olarak Orta
Yaş Geçişi kavramı bu şemanın en tartışmalı konuları arasındadır. Bununla
birlikte, araştırmalar yaşamın niteliğinin ilk ve orta yetişkinlik
arasında farkedilir derecede değiştiğini göstermektedir. Benzer gözlemler
Jung’un, Erikson’un, Ortega’nın çalışmalarında da yer almaktadır.
DeÄŸiÅŸim süreci Orta YaÅŸ GeçiÅŸi’nde baÅŸlamakta ve çaÄŸ boyunca
sürmektedir. Bu geçişin gelişim görevlerinden biri bireyleşmede yeni
bir aşamaya başlamaktır. Bu olgu bizi daha sevecen, daha düşünceli
ve tedbirli, iç çatışmalardan ve dış istemlerden daha az etkilenmiş,
kendimizi ve başkalarını daha içtenlikle seven biri yapabilir. Bu olmaksızın
yaşamımız saçma ve tatsız olur.

Üçüncü çağ olan Orta Yetişkinlik yaklaşık 40-65 yaşlar arasında
yer alır. Bu çağ boyunca biyolojik kapasitelerimiz ilk yetişkinlikten
daha aşağıdır, ama normalde enerjik, kişisel olarak doyum verici ve
toplumsal olarak değerli bir yaşam için hala yeterlidir. Biz yalnız
kendimizin ve başkalarının işinden sorumlu değiliz, aynı zamanda yakında
egemen kuşağa katılacak olan şimdiki genç yetişkinler kuşağının
geliÅŸiminden de sorumluyuz.

Bir sonraki çağ olan Son Yetişkinlik yaklaşık 60 yaşında başlar.
60-65 yaşlar arasında yer alan Son Yetişkinlik Geçişi orta ve son
yetişkinliği birleştirir ve her ikisinin de parçasıdır. Levinson son
yetişkinlikle ilgili görüşlerini daha önceki kitabında (1978) tartışmıştı.

Yaşam yapısı (life structure). Levinson öncelikle bir kişinin özel
bir zamandaki yaşamının doğasıyla ve bu yaşamın yıllar içindeki akışıyla
ilgilendiğini belirtmektedir. Araştırmalarının anahtar kavramı
olan “yaÅŸam yapısı” kavramı, bir kiÅŸinin belirli bir zamandaki yaÅŸamının
temelini oluşturan örüntüyü dile getirir. Levinson bu kavramın
kendi yetişkin gelişimi anlayışının temel direği olduğunu söylemektedir.
Ona göre yetişkin gelişimindeki dönemler yaşam yapısının
evrimindeki dönemlerdir. Yaşam yapısı teriminin anlamı kişilik
terimiyle karşılaştırılarak anlaşılabilir. Bir kişilik yapısı kuramı somut
bir “Ben ne tür bir kiÅŸiyim?” sorusuna verilen yanıtı kavramlaÅŸtırma
yoludur. Çeşitli kuramlar bu soruyu, örneğin özellikler, beceriler, dilekler,
çatışmalar, savunmalar ya da değerler doğrultusunda düşünme
ve birini ya da diğerlerini belirleme yollarını sunarlar. Bir yaşam
yapısı kuramı ise daha fazla bir soru olan “Åžu anda yaÅŸamım neye benziyor?”
sorusuna verilen yanıtı kavramlaştırma yoludur. Bu soruyu
düşünmeye başladığımızda başka pek çok soru da aklımıza gelir:
Yaşamımın en önemli bölümleri hangileridir ve aralarındaki ilişki
nasıldır? Zamanımın ve enerjimin çoğunu nereye harcıyorum? Daha
doyumlu ya da anlamlı kılmak istediğim ilişkiler (eş, aşk, aile, meslek,
din, boş zaman vb.) var mıdır? Yaşamıma katmak istediğim şeyler var
mı? Yaşamımda şu andaki yeri küçük olan, ama daha fazla yer tutmasını
istediğim ilgiler, ilişkiler var mı? Bu soruları düşünürken dış
dünyanın bizim için en anlamlı olan yönlerini farketmeye başlar, bunların
her biriyle ilişkimizi belirler ve çeşitli ilişkilerin müdahalesini
değerlendiririz. Kendi ilişkilerimizin bir tek örüntü ya da yapıyla
eksik biçimde bütünleştiğini görürüz.

Yaşam yapısının birincil ögeleri kişinin dış dünyada başkalarıyla
“iliÅŸkiler”idir. BaÅŸkası bir kiÅŸi, bir grup, kurum ya da kültür, özel
bir nesne ya da yer olabilir. Anlamlı bir ilişki, bir benlik yatırımı
(istekler, değerler, bağlanma, enerji, beceri), diğer kişinin ya da varlığın
karşılıklı yatırımını, ilişkiyi içeren, biçimlendiren ve onun bir parçası
olan bir ya da daha fazla toplumsal bağlamı içine alır. Her ilişki zaman
içinde hem istikrar, hem değişim gösterir ve yaşam yapısının
kendisinin değişmesi nedeniyle kişinin yaşamında değişik işlevleri
vardır.

Bir bireyin pek çok deÄŸiÅŸik “baÅŸkası” ile anlamlı iliÅŸkileri olabilir.
Anlamlı bir başkası bireyin gündelik yaşamındaki güncel bir kişi
olabilir. Dostlar, sevgililer, eşler arasındaki, ana baba ve onların değişik
yaşlardaki çocukları arasındaki, amirler ve astlar, öğretmenler ve
öğrenciler arasındaki kişilerarası ilişkileri incelememiz gerekmektedir.
Anlamlı başkası geçmişten biri ya da dinden, mitostan, düş ürünlerinden
ya da özel düşlemden alınmış simgesel ya da imgesel bir kişi olabilir.
Bir grup, kurum ya da toplumsal hareket gibi bir kollektif varlık
da başkası olabilir: Bir bütün olarak doğa ya da okyanus, dağlar, yabanıl
yaşam, genel olarak vadiler ya da özel olarak Moby Dick (ünlü
balina) gibi bir doÄŸa parçası; bir çiftlik, bir kent, bir ülke, “kiÅŸinin
kendi odası” ya da bir kitap ya da tablo gibi bir nesne ya da yer.

Yaşam yapısı kavramı, bir yetişkinin bütün anlamlı başkalarıyla
ilişkilerinin doğasını ve örüntüleşmesini ve bu ilişkilerin yıllar boyunca
gösterdiği evrimi incelememizi gerektirir. Bu ilişkiler yaşamımızın
örüldüğü kumaşı oluşturur, yaşam akışına biçim verirler, onlar aracılığıyla
çevremizdeki dünyaya -iyi ya da kötü biçimde- katılırız. Bir
yaşam yapısı herhangi bir zamanda birçok ve çeşitli ögeler içerebilir.
Ama sadece bir ya da iki -nadiren üç- ögenin bu yapıda merkezi bir
yer tuttuğu görülmektedir. Çoğu zaman evlilik -aile ve meslek bir kişinin
yaşamının merkezi ögeleridir- Merkezi ögeler benlik için en anlamlı
ve yaşam akışmı geliştiren ögelerdir; bireyin zamanını ve enerjisini
en çok bunlar alır ve diğer ögelerin niteliğini güçlü bir biçimde etkilerler.
Yan ögelerin değiştirilmesi ya da bırakılması kolaydır, bunlara
benliğin yatırımı çok azdır ve kişinin yaşamına az bir etkiyle
değiştirilmeleri olanaklıdır.

İlk ve orta yetişkinlikte gelişim dönemleri. Levinson erkeklerin ve
kadınların yaşamındaki yaşam yapısının evrimini izlerken temel bir
değişmez örüntü bulduğunu belirtmektedir: Yaşam yapısı yetişkinlik
yılları boyunca yaşa bağlı dönemlerle görece düzenli bir sıra içinde
gelişmektedir. Şaşırtıcı olan, böyle bir düzenliliğin yetişkin gelişiminde
ortaya çıkması, ego gelişiminde, ahlak gelişiminde, meslek gelişiminde
ve yaşamın diğer özel yönlerinde var olmamasıdır.

Sıra, bir yapı-kurma ve yapı-değiştirme dizisinden ibarettir. Yapı
kurma (structure-building) döneminde ilk görevimiz bir yaşam yapısı
oluşturmak ve yaşamımızı onun içine koymaktır. Bazı temel seçimleri
yapmak, onların çevresinde bir yapı oluşturmak, değerlerimizi ve
amaçlarımızı bu yapının dışında izlemektir. Bir yapı kurmayı başardığımızda
yaşamın mutlaka rahat olması gerekmez. Bir yapı kurma
görevi çoğu zaman çok zahmetlidir ve umduğumuz kadar doyurucu
olmadığını görebiliriz. Yapı-kurma dönemi genellikle 5-7, en fazla 10
yıl sürer.

Bir geçiş dönemi varolan yaşam yapısını sona erdirir ve bir yenisi
için olanak yaratır. Her geçiş döneminin birincil görevleri, varolan
yapıyı yeniden değerlendirmek, benlikte ve dünyada değişim olanaklarını
araştırmak ve sonraki dönemdeki yeni bir yaşam yapısına temel
oluşturacak önemli seçimleri yapmaya yönelmektir. Geçiş dönemleri
genellikle beş yıl sürer. Yetişkinlik yaşamımızın yaklaşık yarısı gelişimsel
geçişlere harcanır. Hiçbir yaşam yapısı sürekli değildir, periyodik
değişim varoluşumuzun doğasında vardır.

Bir geçiş döneminin sonlarında kişi önemli seçimler yapmaya,
onlara anlam vermeye ve onların çevresinde bir yaşam yapısı kurmaya
başlar. Bu seçimler bir anlamda geçişin en önemli ürünüdür. Geçişin
bütün çabaları -işi ve evliliği iyileştirme, seçenek yaşam biçimlerini
keşfetme, kendisiyle barışık olma çabaları- gösterildiğinde seçimler
yapılmalı ve en iyisine yer verilmelidir. Kişi sonraki aşamaya geçmesine
aracı olacak bir yaşam yapısını yaratmaya başlamalıdır.

Levinson’un ilk ve orta yetiÅŸkinlikteki geliÅŸim dönemleri (Tablo
9) aşağıda sıralanmıştır; her dönem belirli ortalama yaşlarda başlayıp
bitmekte, ortalamanın altında ve üstünde en fazla iki yıllık bir
farklılık olmaktadır.

Tablo 9

Levinson’a göre ilk ve orta yetiÅŸkinlikte geliÅŸim dönemleri

ONYETİŞKİNLİK ÇAĞI: 0-22

İLK YETİŞKİNLİK ÇAĞI: 17-45

İlk Yetişkinlik Geçişi: 17-22

ORTA YETİŞKİNLİK ÇAĞI: 40-65

İlk yetişkinlik için yaşam yapısına giriş: 22-28

30 yaş geçişi: 28-33

İlk yetişkinliğin yaşam yapısını sonuçlandırma: 33-40

Orta Yaş Geçişi: 40-45

GEÇ YETİŞKİNLİK ÇAĞI: 60-?

Orta yetişkinlik için yaşam yapısına giriş: 45-50

50 yaş geçişi: 50-55

Orta yetişkinkinliğin yaşam yapısını sonuçlandırma: 55-60

İleri Yaş Geçişi: 60-65

Kaynak: D.J. Levinson. 1986.

1. İlk Yetişkinliğe Geçiş: 17-22 yaşlar arasında yer alır, yetişkinlik
öncesi ile ilk yetişkinlik arasında gelişimsel bir köprü görevi görür.

2. İlk Yetişkinlik İçin Yaşam Yapısı Girişi: 22-28 yaşlar arasında
yer alır, yetişkin yaşamının ilk biçimini oluşturma ve sürdürme dönemidir.

3. 30 Yaş Geçişi: 28-33 yaşlar arasındadır. Giriş yapısını yeniden
değerlendirme, değiştirme ve sonraki yaşam yapısına temel yaratma
olanağı sağlar.

4. İlk Yetişkinliğin Yaşam Yapısını Sonuçlandırma: 33-40 yaşlar.
İlk yetişkinlik çağını tamamlama ve gençlik dileklerimizi gerçekleştirme
aracıdır.

5. Orta Yaş Geçişi: 40-45 yaşlar. Hem ilk yetişkinliği bitirmeye,
hem de orta yetişkinliği başlatmaya yarayan bir başka büyük geçiş
çağıdır.

6. Orta Yetişkinlik İçin Yaşam Yapısına Giriş: 45-50 yaşlar. Önceki
dönemin benzeridir, yeni bir çağdaki yaşama ilk temellerini sağlar.

7. 50 Yaş Geçişi: 50-55 yaşlar. Yaşam yapısına girişi değiştirmek
ve belki iyileştirmek için bir orta yaş olanağı sunar.

8. Orta Yaşın Yaşam Yapısını Sonuçlandırma. 55-60 yaşlar. Orta
yetişkinlik çağını sona erdirmemizin çerçevesini oluşturur.

9. Son Yetişkinlik Geçişi. 60-65 yaşlar. Orta ve son yetişkinlik
arasında yer alarak iki dönemi ayıran ve bağlayan sınır dönemidir.

İlk yetişkinliğin yaklaşık 17-33 yaşlar arasında yer alan baştaki
üç dönemi bu çağın ‘acemilik evresi’ni oluÅŸturur. Bu dönemler, ergenliÄŸin
ötesine geçme, geçici ama zorunlu olarak bir yaşam yapısı girişi
oluşturma ve bu yapının sınırlarını öğrenme olanağını sağlar. 33-45
yaÅŸlar arasındaki son iki dönem bu çağın çabalarının getirdiÄŸi “sonuçlandırma
evresi”dir. Benzer bir sıra orta yetiÅŸkinlikte de vardır. Orta
yetişkinlik de 40-55 yaşlar arasında üç dönemlik bir acemilik evresiyle
başlar. Orta Yaş Geçişi hem sona erme hem de başlamadır. 40 yaşlarımızın
başında ilk yetişkinliğimizin olgunluğu ve orta yetişkinliğin
bebekliği içindeyizdir. Her çağdaki acemilikleri, bir yaşam yapısı
girişini deneme ve bunu orta çağ geçişinde sınama ve değiştirme olanağını
buluncaya kadar sürdürürüz. Yalnızca yaşam yapısını sonuçlandırma
döneminde ve onu izleyen geçiş çağında bu mevsimin sonucunu
almaya ve sonraki basamağa geçmeye başlarız.

YETİŞKİNLİK PSİKOLOJİSİ-4

e. Gould’un dönüşüm kuramı

Roger L. Gould’un (1972-1975) yetiÅŸkinin geliÅŸimine iliÅŸkin kuramı
bu gelişimin bir dizi dönüşümden (transformations) geçerek
oluştuğunu kabul etmektedir. İnsanlar her dönüşümde benlik-kavramlarını
yeniden biçimlendirir, çatışmaları yeniden çözerler. Gould’un
kuramı Levinson’unkiyle aynı tarihlerde (1970’ler) kurulmuÅŸtur ve
onunkiyle koÅŸutluk gösterir (ancak Gould’un kuramı her iki cinsi de
ele almaktadır); Levinson gibi Gould da yetişkinliği kararlı bir duygular
ve güdüler zamanı olmaktan çok, bir değişim zamanı olarak görür.
Gould’un dönüşüm kuramına göre genç yetiÅŸkinler dört evreden geçerler.
Ergenliğin sonunda başlayıp 22 yaşına kadar giden birinci evrede
(16-22 yaşlar) insanlar anababalarının dünyasından ayrılır ve
kimliklerini güçlendirirler. Özerkliğin yerleşmesiyle birlikte ikinci evreye
(22-28 yaşlar) geçer ve amaçlarını gerçekleştirmeye girişirler.
28-34 yaÅŸlar arasında (Levinson’un 30 yaÅŸ geçiÅŸine benzer) bir geçiÅŸ
evresinden geçer ve önceki amaçlarını, evliliklerini yeniden değerlendirmeye
koyulurlar. Yaklaşık 35 yaşında hoşnutsuzlukları artar ve
yaklaşan orta yaşların farkına varmaya başlarlar; yaşam şimdi onlara
zor, belirsiz ve acılı gelebilir. 45 yaşına kadar süren bu istikrarsız evrede
bazı bekarlar evlenebilir, bazı evliler boşanabilir, bir ev kadını
çalışmaya başlayabilir, çocuksuz bir çift çocuk yapmaya karar verebilir.
Bu evrede tabloya yeni bir öge katılır: Zaman kavramı. Zamanın
baskısı hissedilmeye başlanır ve yaşamda yapılacak önemli değişimlerin
hemen yapılması gerektiği farkedilir. Çalışma güdüsü değişir,
meslek yaÅŸamı sıkıcı gelmeye baÅŸlar. YaÅŸamın bu evresi, Levinson’un
orta yaş geçişinde olduğu gibi, kararsız, çalkantılı, sıkıntılı bir evredir.
Buna karşılık 45-50 yaşlar kararlı yıllardır. Evlilik doyumu artar, dostlar
daha önemli olur, paranın önemi azalır, yaşama olumlu bakılır.
Yaşama bu olumlu yaklaşım ellili yaşlarda artma eğilimi gösterir.

Kuramların Değerlendirilmesi.

Yetişkin gelişimine ilişkin kuramlarda önümüze en çok çıkan
kavram geçiş (transition) kavramıdır. Geçişler, değişen yaşantılara
tepki olarak yaşamımızı yeniden düzenlememizi ya da amaçlarımızı
yeniden yapılandırmamızı içeren değişimlerdir. Evlenmek, işe girmek,
çocuk sahibi olmak, ev satın almak gelişimsel geçişlere yol açan olaylardır.
Hoffman ve arkadaşlarına (1994) göre, bu değişimlerin ne derece
stres kaynağı olduğu konusu geçişlerin doğasına ilişkin en önemli
kuramsal sorundur. Geçişlerin fiziksel ve psikolojik sıkıntıların yaşandığı
dönemler olduÄŸu konusunda görüş birliÄŸi yoktur. Levinson’a göre
geçişler yüksek derecede stresli zamanlardır. Örneğin, onun incelediği
erkek deneklerin çoÄŸu “30 yaÅŸ geçiÅŸi” sırasında ılımlı ya da ciddi bunalımlar
yaşamışlardır. Oysa, daha önce de belirtildiği gibi, Neugarten
bu görüşe katılmamaktadır. Neugarten’e göre geçiÅŸler ancak önceden
beklenmedikleri zaman yüksek derecede stres kaynağı olurlar. Eğer
bir olay önceden bekleniyorsa ve yaşam akışının normal bir parçası
olarak görülüyorsa çok az strese yol açabilir. Buna karşılık, eğer bir
olay normal yaşam akışmın parçası değilse, beklenen bir olay ortaya
çıkmıyorsa ya da bir olay erken ya da geç gelerek kişinin toplumsal
saatiyle çatışıyorsa büyük bir strese yol açabilir ve duygusal bunalımı
körükleyebilir. Örneğin, kadınlara yaşamlarındaki bunalımların sorulduğu
araştırmalarda, kadınların evlenmeyi ya da çocuk doğurmayı
değil, boşanmayı, trafik kazasını, iş değiştirmeyi ya da anababa ölümünü
yaşam akışlarını altüst eden olaylar saydıkları görülmektedir.
İki kuramcının görüşleri arasındaki fark geçişin kaynağı konusunda
ortaya çıkmaktadır. Neugarten’e göre geçiÅŸin nedeni fiziksel ya da toplumsal
olaylardır. Levinson’a göre ise kiÅŸinin içinde oluÅŸan süreçlerdir;
çünkü eski gelişim görevleri uygunluğunu yitirmekte, yeni görevler
ortaya çıkmaktadır. Ona göre, örneğin boşanma içsel süreçlerin
nedeni deÄŸil sonucudur.

Hoffman ve arkadaşlarına (1994) göre geçişlerin doğası yanında
bir başka konu da, yetişkinliğin zamanı sorunudur. İlerde göreceğimiz
gibi, bir kişinin ne zaman olgun sayılacağı sorusunun yanıtı kolay
değildir (kronolojik yaşın iyi bir ölçüt olmadığını biliyoruz). Bütün
yetişkin gelişimi kuramlarında olgunluğun bazı ögeleri ortaktır: Yakınlık
kurma, sevme ve sevilme, cinsel tepki verme gibi. Yine bütün
kuramlar toplumsallığı, arkadaşları olmayı, özveride bulunmayı
vurgulamaktadır. Ayrıca, olgun insanlar yeteneklerini ve amaçlarını bilen,
üretici bir işe ilgi duyan ve onu yapmaya yeteneği olan kişilerdir.
Olgunluk sorununu incelemenin yollarından biri, yaşamın özel bir
anında karşılaşılan olaylarla başarılı biçimde başa çıkma yeteneğini
ele almaktır. Söz gelimi, Erikson’un kuramında erken yetiÅŸkinlikte olgunluk
başkasıyla yakın ilişki kurabilme yeteneğidir. Olgunluğu incelemenin
bir başka yolu da kişilerin benlik algılarına bakmaktır. Büyüdüğümüzü
hissetmemizi sağlayan nedir? Araştırmalar anababa olmanın
ve kendi gücüne dayanmanın en kesin olgunluk belirtisi olduğunu
göstermektedir. Olgunluk durmadan değişen beklentilere ve sorumluluklara
sürekli bir uyum sağlama sürecini içerir. İnsanlar evlenmeden
ya da çocuk sahibi olmadan, bir işte çalışmadan da olgun olabilirler;
onları olgun yapan, kim olduklarını, nereye gittiklerini, hangi amaçlar
için çalıştıklarını bilmeleridir (Hoffman ve ark., 1994).

:::::::::::::::::

4. Yetişkin Psikolojisinin Temel Sorunları

İlerde ayrıntılı olarak açıklanacağı gibi, yetişkin psikolojisinin
ele aldığı iki temel sorun vardır. Bunlardan biri kişiliğin zaman içinde
değişip değişmediği sorunu, diğeri de zekanın yaşla birlikte azalıp
azalmadığı sorunudur.

a. Kişilik sorunu. İnsanlar ergenlikten yetişkinliğe geçerken ergen
ve yetişkin benlikleri arasında kesin bir süreksizlik yaşamazlar
genellikle. Bununla birlikte benlik-kavramı (self-concept) bazı değişimler
gösterebilir (benlik-kavramı, benliğe ilişkin algıların örgütlenmiş,
bütünleşmiş, tutarlı örüntüsü olarak tanımlanır). Çünkü benlik
kavramı içinde benliğe ilişkin şimdiki görüşler bulunduğu gibi, geleceğe
ilişkin olası değerlendirmeler de vardır. Bu olası benlikler
önemlidir, çünkü bunlar bir kişinin yapacağı ve yapmayacağı eylemleri
etkileyerek şimdiki davranışa yol gösterirler. Öte yandan, kişinin fiziksel
görünümü, yetenekleri, rolleri benlik-kavramıyla yakından ilişkilidir
ve bunlar da genç yetişkinlik sırasında kişilikte hem süreklilik
hem de değişim olduğunu göstermektedir. Başka bir deyişle, kişiliğin
zaman içinde hem değişen hem de sabit kalan yönleri vardır.

Kişiliğin sürekliliği sorunu asıl orta yetişkinlik dönemi açısından
tartışılmaktadır. Orta yetişkinlik dönemine ulaşan bir birey kişiliğinin
ergenlikten beri önemli ölçüde değiştiğini düşünür; buna karşılık kişilik
orta yıllar boyunca oldukça sabit kalıyor görünmektedir. Araştırmalar
deneklerin aynı kişilik testine 20 yaşında ve 45 yaşında aslında
aynı yanıtları verdiğini, görünürdeki farklılığın bireyin gençlikteki
benliğine orta yaşlardaki bakışında ortaya çıktığını göstermektedir.
Kişilikleri yıllar boyunca görece aynı kaldığı halde insanlar kendilerini
değişmiş olarak algılamaktadırlar. Buradaki temel sorun değişimin
olası olup olmadığı değil, ne kadar olduğu ve önceden kestirilip
kestirilemeyeceği sorunudur. Araştırmalar kişiliğin bellibaşlı yönlerinin
yetişkinlik dönemi boyunca genellikle sabit kaldığını ortaya koymaktadır.
Örneğin, içtepisel ergenler içtepisel yetişkinler olmakta, utangaç
ergenler yine utangaç yetişkinler olarak kalmaktadır. Bu konuda boylamsal
araştırmaların kesitsel araştırmalardan daha güvenilir sonuçlar
verdiği de bilinmektedir. Kişiliğin en az sabit göründüğü dönem, bireylerin
meslek rollerine ve evliliğe girdiği genç yetişkinliğe geçiş
dönemidir; bu geçiş tamamlandıktan sonra kişilik yine kararlılık
kazanmaktadır. Bazı kişiler kişilik değişimleri gösterseler bile bunların
genellikle beklenmedik (eşin erken ölümü gibi) yaşantılarla bağlantılı
olduğu anlaşılmaktadır. Şu halde, kişinin yaşamı köklü bir biçimde
değişmedikçe kişiliği de görece sabit kalmaktadır.

Bu durumda orta yaş bunalımı yaşantısı nasıl açıklanacaktır? Bilindiği
gibi, orta yaş bunalımı kavramı, orta yaşın gelişim görevleri
bir kişinin içsel kaynaklarını ve toplumsal desteklerini aşma tehdidini
yarattığında ortaya çıkan fiziksel ve psikolojik rahatsızlık durumunu
dile getirir. Levinson’un ve Gould’un yetiÅŸkinlik kuramlarında bu durumun
orta yaş geçişine eşlik ettiği kabul edilmektedir. Ayrıca popüler
yayınlar da böyle bir bunalımı yaşamın kaçınılmaz bir yönü olarak
sunmaktadırlar. Oysa boylamsal araştırmaların çoğu genel bir orta yaş
bunalımının varlığını saptayabilmiş değildir. Ne orta yıllarda ne de
başka bir dönemde böyle bir duygusal karışıklık zorunlu olarak yaşanmaktadır.
Bazı kişilerin kırklı yaşlarında yaşadığı bunalımlar insanların
otuzlarında ya da altmışlarında yaşadığı çalkantılardan daha fazla
olası değildir. Üstelik orta yaşların yaşamın en doyumlu dönemi olduğunu
kabul eden araştırmacılar da vardır. İlerde göreceğimiz gibi, birtakım
geliÅŸimsel olaylar (evlenme, menopoza girme, emekli olma,
vb.) benlik-kavramında ve kimlikte değişimler yaratabilir, ama bunlar
beklenen zamanlarda geldiğinde bunalıma yol açmazlar; ayrıca beklenmeyen
değişimler bile her zaman kötü değildir.

Bilindiği gibi, yaşamdaki değişimlerle başetme yollarımız benliğimizi
nasıl algıladığımızı da etkilemektedir. Yetişkinlerin çoğu benlikleri
hakkında orta yaşların sonlarında yetişkinliğin başlarında olduğundan
daha iyi duygulara sahiptir. Araştırmalara göre yaşamdan en
az doyum alan kişiler genç yetişkinler, en doyumlu kişiler de elli yaşını
geçmiş yetişkinlerdir. Doyumdaki bu artışın kısmen benlik denetimindeki
artışın sonucu olduğu düşünülmektedir. İnsanlar orta yaşlarda
ilerledikçe sorularla başetmede ergenliktekinden ve genç yetişkinliktekinden
daha olgun yollar kullanmakta, daha gerçekçi olmaktadırlar.

İleri yaşlardaki duruma gelince, yetişkinlik kuramları yaşlanmanın
kişilik üzerindeki etkisinin cinsler açısından farklılık gösterdiğini
öne sürmektedirler. Benlik-kavramındaki cinsiyet farklılıkları yetişkinliğin
ileri yıllarına doğru ilerledikçe azalmaktadır. Buna göre, erkekler
ve kadınlar ergenliğin sonlarında ve yetişkinliğin başlarında tamamen
farklıdırlar, buna karşılık ileri yıllarda birbirlerine benzer olurlar.
Yaşlı erkekler kendilerini eskisinden daha az egemen ve daha
fazla işbirliğine yatkın görürler; yaşlı kadınlar ise kendilerini
gençliklerindekinden daha az boyun eğici ve daha fazla atılgan, otoriter ve
yetenekli bulurlar. Bu değişimin olası nedenleri ilgili bölümlerde
tartışılmaktadır. Öte yandan, benlik-kavramında ve benlik saygısında
sorunlar yaşandığında yaşlı erkeklerin ve kadınların tepkisi farklı
olmaktadır. Örneğin, yaşlı erkekler kadınlardan daha fazla alkole yönelmekte,
yaşlı kadınlar da erkeklerden daha fazla depresyona girmektedir.
Stres, özellikle denetim duygusu aşındığı ya da toplumsal destek
yitirildiği zaman yıkıcı olmaktadır.

b. Zeka sorunu. Kişilikte olduğu gibi zeka alanında da değişim
sorununu bakış açısına göre yorumlamak olanaklıdır. Zekaya testlerdeki
başarı açısından bakıldığında yaşla birlikte düzenli bir düşüs
görülür, buna karşılık deneyim bu tabloyu tersine çevirmektedir. İleri
yaşlardaki birçok yetişkinin üretici etkinliği nicelik açısından azalmakta,
ama nitelik açısından sabit kalmaktadır.

Bilindiği gibi, psikometrik ölçümlerdeki puanlar yaşla birlikte
azalma eğilimi göstermekte, buna karşılık yetişkinlerin edimi (performans)
yüksek düzeyde kalabilmektedir. Şu halde, yalnızca ZB puanının
ölçülmesi yetişkin zekasının belirlenmesinde yeterli bir yol değildir.
Zekanın çeşitli görünümleri farklı yönlerde değiştiğine göre,
aynı bir ZB puanının farklı yaşlarda farklı anlamlara geleceği söylenebilir.
Kesitsel araştırmalar, birçok yeteneğin orta yaşların başlarında
en üst noktaya çıktığını, sonra ellilerin sonlarına ya da altmışların
başlarına kadar süren bir platonun geldiğini, bunu yetmişlerden sonra
hızlanan aşamalı bir düşüşün izlediğini göstermektedir. Ancak zekanın
bütün yönlerinin aynı biçimde yaşlanmadığı puanların incelenmesinden
ortaya çıkmaktadır. ÖrneÄŸin, birikimli zeka’yı ölçen sözel
ölçeklerin puanları altmışlı yaşların ortalarına kadar artmayı sürdürmektedir.
Buna karşılık akıcı zeka puanları orta yetişkinlikte sabit kalmakta,
ama yaşamın geri kalan yıllarında düşüş göstermektedir. Klasik
yaşlanma örüntüsü adı verilen bu örüntünün evrensel olduğu kabul
edilmektedir; yani bu örüntü cinsiyet, sosyoekonomik düzey, toplumsal
sınıf, etnik köken farkı tanımaksızın geçerli görünmektedir. Öte
yandan, boylamsal araştırmalar zeka bölümü puanlarındaki bölük
farklıklarını ve bireysel farklılıkları göstermektedir. Hem zekanın
farklı yönlerindeki değişimler, hem de farklı araştırma türlerinin ortaya
koyduğu farklı bulgular ilgili bölümlerde ele alınmaktadır. Burada
ele alacağımız son bir olgu sonul düşüş kavramıyla ilgilidir. Bu
kavram sağlık ile zeka bölümü arasındaki bağlantıya dayanmakta ve
ZB puanlarında ölümden hemen önce ortaya çıkan önemli düşüşü dile
getirmektedir. Buradaki düşüş yaşa değil, ölümlülüğe bağlıdır ve açık
bir biçimde bedensel bozulmanın ya da hasarın sonucudur. Bazı boylamsal
araştırmalara göre bu keskin düşüş ölümden önceki beş yıl süresince
ortaya çıkmaktadır, bazılarına göre de yaşamın son on ayı ile
sınırlıdır (Hoffman ve ark., 1994).

:::::::::::::::::

İKİNCİ BÖLÜM

GENÇ YETİŞKİNLİK

:::::::::::::::::

GENÇ YETİŞKİNLİK

“Genç yetiÅŸkinlik” (young adulthood) dönemi, yetiÅŸkinliÄŸe giriÅŸi
temsil ettiği için insan yaşamındaki en önemli dönüm noktalarından
biridir. Bu nedenle, ergenlikteki gelişim bir bakıma yetişkinliğe hazırlanma
olarak görülebilir. Ancak kişi ergenlikten çıkıp hemen yetişkinliğe
giriyor da deÄŸildir.

Yetişkinlik döneminin evreleri ve yaş sınırları çeşitli yazarlarca
farklı biçimde belirtilmiştir. Neugarten ve Moore (1968) yetişkinlikte
üç dönem ayıt ederler:

1) Genç yetişkinlik: 20-30 yaşlar.

2) Orta yıllar ya da orta yetiÅŸkinlik: 40’lar, 50’ler ve 60’ların
başları.

3) Yaşlılık: 65 ve sonrası.

Genç yetişkinlik döneminin yaşları konusunda da tam bir anlaşmanın
olduÄŸu söylenemez. ÖrneÄŸin Havighurst’e göre 18-35, Erikson’a
göre 20-40. Bühler’e göre 25-45 yaÅŸları arası genç yetiÅŸkinlik
dönemidir. Bu farklılık, değişik sosyoekonomik sınıfların, ulusların,
kültürlerin koşulları, tarihsel olaylar, kişilik farklılıkları gibi
etkenlerden kaynaklanmaktadır. Bu olağan değişkenlik nedeniyle yetişkinlik
evrelerini yaş olarak kesin bir biçimde göstermek çok güçtür.

Bir başka güçlük de, günümüz gençliğinde görülen değişimlerden
kaynaklanmaktadır. Günümüzde genç insanlar daha hızlı büyümekte,
ancak gelişimlerini daha uzun zamanda tamamlamaktadırlar.
Böylece, çocukluğun son günleri ile yetişkinliğin bağımsızlık dönemi
arasındaki zaman süresi gittikçe uzamaktadır. Günümüzde artık lise
diploması zorunluluk kazanmış, üniversite diploması ise iş bulma
güvencesi olmaktan çıkmıştır; böylece gençliğin karşılaştığı sorunlar
artmakta, bunları çözmede harcanan süre de uzamaktadır. Bu yüzden
kimi yazarlar ergenliğin son dönemi (17-21 yaşlar) ile genç yetişkinlik
arasında bir ara dönemden söz etmektedirler. Bu dönem, insanların
“genç erkek”, “genç kadın” olarak nitelendikleri dönemdir. Bu ara dönemde
bir yandan ergenliğe göre daha kararlı özellikler gösterilmekte,
ama öte yandan genç yetişkinliğin normatif özelliklerine (işe girme,
evlenme, anababa olma) tam anlamıyla ulaşılmış olunmamaktadır. Bu
ara dönem, örneğin yüksek öğrenimini henüz sürdürmekte olan, işe
girmiş ama evlenmemiş ve askerliğini yapmakta olan vb. gençler için
geçerli olabilir.

Bu bölümdeki açıklamalarda genç yetişkinlik bir bütün olarak ele
alınacaktır. Yaş sınırlarını belirlemedeki güçlük nedeniyle, genç
yetişkinlik, psikolojik olgunluk ve toplumsal bağlamlar açısından
deÄŸerlendirilecektir.

%d blogcu bunu beÄŸendi: