hd porno porno hd porno porno

YAÅžLILIK PSÄ°KOLOJÄ°SÄ°-2

3.258 okundu

İİ. YAŞLILIKTA BİREYSEL GELİŞİM

Bu bölümde yaşlılık yıllarının fiziksel ve zihinsel değişimleri ve
kişilik özellikleri incelenecektir. Yaşlılığın bir yitirme ve zarara uğrama
dönemi olduğu yadsınamaz, ama yaşlılık sürecindeki değişimlerin
çoÄŸunun “anormallik” olarak nitelenemeyeceÄŸi de açıktır. Aslında
yaşlılığa bağlı değişimlerle hastalığa bağlı değişimler arasında bir
ayırım yapmak çoğu zaman güçtür ve insanlar genellikle bu iki etken
grubunun birleÅŸmesi nedeniyle tedavi peÅŸinde koÅŸarlar.

:::::::::::::::::

1. Fiziksel DeÄŸiÅŸimler

Orta yetiÅŸkinlikten ileri yetiÅŸkinliÄŸe doÄŸru genel fiziksel saÄŸlık’ta
önemli değişimler görülür. Örneğin, kalp hastalıkları ve yüksek tansiyon
artar, buna karşılık kansere baÄŸlı ölümler azalır. Tablo 22’de
orta ve ileri yaşlarda görülen yaygın ölüm nedenlerinin dağılımı
gösterilmektedir.

Hemen hemen bütün duyularda yaşla birlikte bir düşüş görülür.
Koku ve tat duyularındaki azalma beslenmeyi de bozar. Mekan algısındaki
azalma bireyin dengesini ve eşgüdümünü etkileyebilir. Uzağı
görme yeteneği genellikle diğer duyulardan daha önce bozulur. Görme
alanında ve karanlığa uyumda da azalma vardır. Görmedeki bu değişimler
etkinliği sınırlar ve uyum güçlükleri yaratır. İşitme duyusu genellikle
yaşla azalır, bu da konuşmayı etkiler, toplumsal ilişkiyi sınırlar.
İşitme yitimi çoğu zaman karışıklık, şaşkınlık ve güvensizlik duygularıyla
bir aradadır, çünkü çevrede bir “durgunluk” izlenimi yaratabilmektedir.

Tablo 22

Orta ve İleri Yaşlarda Yaygın Ölüm Nedenleri

Hareket ve motor beceriler alanında, yaşlı kişilerin harekete geçmede
çok zaman harcadıkları ve daha az kas gücüne sahip oldukları
bilinmektedir. İleri yaşlarda kemik yapısında da oldukça büyük bir düşüş
vardır ve bu da kırılma olasılığını arttırmaktadır. Ayrıca yetişkinlerin
çoğunda kıkırdak ve eklemlerde kireçlenme görülmekte, esneklik
azalmaktadır. Yaşla birlikte kas boyu ve gücü de azalmaktadır.
Sinir sistemi değişimleri hareket becerisindeki azalmanın da en
önemli nedenlerinden biridir. Merkezi sinir sisteminin aracılık ettiği
her davranış organizmanın yaşlanmasıyla yavaşlar, böylece refleksler
ve tepkiler daha yavaÅŸ ve daha az etkili olur.

Kalp-damar sisteminde yaşlanmaya bağlı değişimlerle hastalığa
bağlı değişimleri ayırt etmek çoğu zaman güçtür. Sistolik kan basıncı
artışına doğru bir eğilim, strese karşılık verme yeteneğinde bir azalma,
kalpten çıkan kan miktarında bir düşüş vardır.

Yaşlılığa bağlı fiziksel değişimlerin psikososyal uyumu büyük
ölçüde etkilediği bilinmektedir. Özellikle görme ve işitme duyusundaki
azalmalar baÅŸka insanlarla etkileÅŸimi ve iletiÅŸimi etkiler ve duygusal
güçlüklere yol açabilir. Fiziksel bozulmaların kabul edilmemesi,
reddedilmesi, özellikle yaşlılara özgü paranoid düşüncelerde kendini
gösterir.

:::::::::::::::::

2. BiliÅŸsel Ä°ÅŸlevler

a) Zeka

Zekanın değerlendirilmesi ve ölçülmesi en iyi koşullarda bile belirsiz
ve kesin olmayan bir süreçtir. Bu güçlüğün bir bölümü zekanın
tanımlanmasından kaynaklanmaktadır. Zeka, zeka testlerinde başarılı
olmak mıdır? Zeka, insanlarla iyi ilişkiler kurmak, birçok arkadaşı olmak
mıdır? Zeka, çok para kazanmak mıdır? Tanımı kimin yaptığına
bağlı olarak zekanın aslında hiçbir anlamı olmadığı bile söylenebilir.

Yaşlılıktaki bilişsel işlevler konusundaki araştırmalar birçok değişim
yönü olduğunu göstermektedir. Gelişim psikolojisinde uzun yıllar
boyunca zekanın yaşlılıkta azaldığı görüşü benimsenmiştir. Ancak
bugün bu görüşün tümüyle doğru olmadığı ortaya çıkmaktadır. Özellikle
boylamsal araştırmaların kesitsel araştırma bulgularını tam anlamıyla
doğrulamadığı görülmektedir. Zihinsel işlevlerin yetişkinlikte
azalmaya başladığı inancı kesitsel araştırmalardan kaynaklanmıştır.
Boylamsal yöntemi kullanan Blum, Jarvik ve Clark gibi araştırmacılar
ZB’nin ancak 65-85 yaÅŸları arasındaki bireylerde deÄŸiÅŸtiÄŸini saptadılar.
Zeka testi puanlarında 55-73 yaşları arasında sadece küçük bir
azalma olduğunu, daha fazla azalmanın ancak 73-85 yaşları arasında
olduÄŸunu buldular. Green gibi onlar da deÄŸiÅŸim derecesinin zeka testinin
farklı bölümlerinde sabit olmadığını gördüler. Sözcük dağarcığı
gibi bilgi testlerinde 85 yaşlarında bile azalma olmadığını, buna karşılık
hız gerektiren testlerde azalmanın 65-73 yaşları arasında oldukça
fazla olduğunu saptadılar.

Geçmişte psikologların ileri yetişkinlikteki zeka konusunda
olumsuz bir sörüş geliştirmelerine yol açan kesitsel araştırmalar bireyleri
“farklı” yaÅŸlarda testten geçiriyor ve sonuçları karşılaÅŸtırıyordu.
Oysa boylamsal araÅŸtırmalar daha çok vaka öyküleri gibidir, “bazı” bireyleri
yıllar boyunca yeniden testten geçirmektedir. Yaşlılara ilişkin
kesitsel araştırmaların, zeka testlerindeki başarıda kuşak farklılıklarını
dikkate almadıkları görülmektedir. Eğitim olanaklarının artması ve
diğer toplumsal değişimler, birbirini izleyen kuşakların gitgide daha
yüksek düzeyde başarı göstermesini sağlamaktadır. Dolayısıyla halkın
ölçülen zekası (ZB) da yükselmektedir. 1963 yılında 50 yaşında olanlar
1956’da 50 yaşında olanlarla karşılaÅŸtırıldığında ölçümlerin yükseldiÄŸi
görülmektedir. Fakat 1963’te 50 yaşında olanlar 1956’da 43 yaşında
olduklarına göre, 1956’da yapılan bir kesitsel araÅŸtırma, onların
1956’da 50 yaşında olanlardan daha baÅŸarılı olduklarını yanlış bir biçimde
telkin edebilecektir. Böylece zekanın yaşla azaldığı sonucuna
yanlış olarak ulaşılacaktır. Sonuç olarak, kesitsel araştırmalar kuşak
(bölük) farklılıklarını kronolojik yaş farklılıklarıyla karıştırıyorlar
demektir. Öte yandan, boylamsal araştırmaların da zekanın yaşla azalmasını
çok az değerlendirdiği ya da en aza indirdiği söylenebilir.

Araştırmaların gözden geçirilmesi, zihinsel yeteneklerde özellikle
ileri yıllarda yaşla birlikte bir düşüşün ortaya çıktığını göstermektedir.
Zekanın bazı yönleri, özellikle performans testleriyle ölçülenler ve
akıcı zeka, diğerlerinden daha fazla yaştan etkilenmektedir. Buna karşılık
zekanın bazı yönleri de -özellikle birikimli zeka- ileri yaşlara kadar
artmaktadır. Daha önce de sözü edilen akıcı ve birikimli zeka ayrımı
kimi psikologlar için çok önemlidir. Akıcı zeka “kültürden bağımsız”dır
ve organizmanın fizyolojik yapısına dayanır; buna karşılık birikimli
zeka toplumsal deneyimler sırasında kazanılır. Birikimli zeka
testlerindeki dereceler. akıcı zeka testlerindekinden daha fazla resmi
eğitimden etkilenirler. Genellikle birikimli zeka yaşla birlikte artış
gösterir ya da en azından azalmaz; oysa akıcı zeka ileri yaşlarda yaşla
birlikte düşüş göstermektedir.

Zekada yaşam süresinde ortaya çıkan gelişimsel değişimlerle ilgilenen
en önemli araÅŸtırmalardan biri K.Warner Schaie’nin 1956’daki
araştırmasıdır. 21-70 yaşları arasındaki yaklaşık 500 kişi belirli bir
sayıda zeka testinden geçirilmiş, yedi yıl sonra ilk örneklemdeki deneklerin
% 61’i yeniden teste almmıştır. Schaie’nin bulgularına göre
zeka iki boyutta yaÅŸla artmaktadır: 1) “Birikimli zeka”, yani sözel anlama,
sayısal beceri, tümevarımsal akıl yürütme gibi bireyin eğitimle
ve kitle iletiÅŸim araçlarıyla kazandığı beceriler; 2) “GörselleÅŸme”, yani
resimli malzemeyi işleme ve düzenleme.

Neugarten yaşlılık ve zeka konusunda şu sonuçlara varmaktadır:

(a) Kronolojik yaş başarıyı kestirmede iyi bir etken değildir.

(b) Eğitim düzeyi yaşlılıktaki başarıyı kestirmede etkendir, eğitim
düzeyi yükseldikçe başarı da yükselmektedir.

(c) Tepki hızı yaşla azalır. Bunun sonucu olarak yaşlı kişi hızlı
koşullarda verilen bir testte özellikle zayıf bir başarı gösterir.

(d) Fiziksel ve zihinsel bakımdan aktif olan bir yaşlı aktif olmayandan
daha başarılıdır.

(e) Zihinsel gerileme uzun ömürlülükle ters orantılı görünmektedir;
daha az parlak olanlar erken ölürler.

(f) Zihinsel gerileme yaşlı erkeklerde yaşlı kadınlardakinden
daha fazladır.

Sonuç alarak, hız, fiziksel etkinlik ya da kısa süreli bellek gerektiren
yeteneklerin, zamana bağlı olmayan ya da deneyimden kaynaklanan
yeteneklerden daha fazla düşüş gösterdikleri söylenebilir. Bu bulgu
yaşlı kişilerin gençlerden ya da orta yaşlılardan daha az zeki oldukları
anlamına gelmez. Tepkinin yavaşlaması zeka ölçümlerinin gençlerinkinden
daha düşük olmasına yol açmaktadır. Yaşlı kişilerin görsel
ve devinimsel eşgüdüm gerektiren görevlerde birtakım özel güçlükleri
olduğu da açıktır.

b. Bellek

Piaget bilişin yapılarını vurgulamaktaydı, buna karşılık öğrenme
kuramcıları özel becerilerin ve olguların öğrenilmesini vurgulamışlardır.
Yeni bir bilişsel araştırma grubu ise, bu iki yaklaşımı birleştirmeye
çalışmaktadır. Bu grup insanın öğrenmesinde bilgi-işlem süreçlerini
esas almaktadır, çünkü insanın düşünmesinin bazı yönlerinin
bilgisayarın işleyişine benzediği gözlemlenmiştir. Bu araştırmacıların
en çok araştırdıkları konu bellektir. Gelişimciler, belleğin birbirinden
ayrı olarak ele alınabilecek iki yönü olduğunu kabul ederler: Beynin
ne kadar bilgiyi alabileceÄŸini, iÅŸleyebileceÄŸini ve saklayabileceÄŸini
belirleyen bellek kapasitesi (memory capacity); bilgilerin zihinde
tutulmasını sağlayan çeşitli bellek tekniklerinin anlaşılmasını ve
kullanılmasını içeren üst-bellek (metamemory).

Bellek kapasitesi bilgiyi depolamanın üç düzeyini içerir: Birincisi,
duyusal bilgiyi alındığı gibi geçici olarak depolayan bellek kaydı
(sensory register)’dir. Duyusal kayıta giren malzeme çok kısa süre (bir
saniyeden az) tutulur. Duyusal kayıt kapasitesinin çocuklarda ve
yetişkinlerde hemen hemen aynı olduğu söylenebilir. Duyusal kayıta giren
malzeme yaklaşık bir dakika süreyle kalacağı kısa süreli bellek’e (shortterm
memory), oradan da daha fazla işlem göreceği ve günlerce, aylarca,
yıllarca kalacağı uzun süreli bellek’e (long-term memory) aktarılır.

Yetişkinlerin çocuklardan, büyük çocukların küçük çocuklardan
daha iyi anımsamasının genel nedeni üst-bellek farkıdır. Üst-belleği
oluşturan ögeler, seçici dikkat (selective attention) ve çeşitli bellek
teknikleri (memory techniques)’dir. Ãœst-bellek araÅŸtırmalar bilgi-iÅŸlem
araştırmacılarının genel öğrenmenin aşamalarını daha yakından görmelerini
de sağlamıştır. Yaşlı kişilerin bellek stratejilerini kullanmayı
başaramamalarının nedeni temel bellek süreçlerini bilmemeleri değildir.
Yaşlı yetişkinler karmaşık bellek stratejilerinin etkili olduğunu
bildiklerinde bile bunları çok az kullanmakta, basit ya da kolay dışsal
stratejileri yeğlemektedirler. Bu farkın yaşam üslubuyla ilgili olabileceği
düşünülmektedir.

Öğrenme ve bellek birbirleriyle çok yakından ilişkilidir, dolayısıyla
birindeki yaşa bağlı değişim diğerini de etkiler. Bellekte genellikle
iki tür ayırt edilir: “Kısa süreli bellek” (örneÄŸin, yeni bir telefon
numarasını telefonu çeviriÅŸten hemen önce anımsamak) ve “uzun
süreli bellek” (örneÄŸin, bir yetiÅŸkinin çocukluk yaÅŸantılarını anımsaması).
Uzun süreli bellek yaşa bağlı etkenlere direnç gösterebilmektedir.
Sözel beceriler, önceki deneyimlerden kaynaklanan bilgi ve
kişisel geçmişe ilişkin bilgi genellikle yaşla azalmamaktadır. Aslında
insanlar yaşlandıkça bellek sisteminin bütün bölümleri aynı biçimde
değişmemektedir. Yaşlanma duyusal belleği (görme ya da ses belleği)
pek etkilememektedir; belleğin içeriği de yaşlanmadan etkilenmemektedir;
uzun süreli belleğe depolanan bilgi sabit kalmakta ve
yaşla birlikte artabilmektedir. Bu tür bilgiler geçici olarak kullanımdan
çıkmakta, ama yitip gitmemektedir. Bir bilgi bir kez uzun süreli
belleğe aktarıldı mı orada tutulması yaşa bağlı değildir. Yaşlı kişilerin
sorunu bilgiyi geri getirecek ipuçlarını bulma konusunda ortaya çıkmaktadır.

Kısa süreli belleğin bazı kişilerde yaşla azalması konusunda çeşitli
açıklamalar denenmiştir: Kullanmayışa bağlı bellek yitimi, bilgilerin
birbirine karışmasına bağlı bellek yitimi, sinirsel-kimyasal değişime
bağlı bellek yitimi. Kimmel özellikle son iki nedeni daha açıklayıcı
bulmaktadır. Ancak, ilerleyen yaşla birlikte bellek yitiminin de
ilerleyeceğini düşünmek yanlıştır. Araştırmalar, yalnızca bazı yaşlı
kişilerin bellek yitimine uğradığını ve öğrenmeyi gençler kadar
sürdürebildiğini göstermektedir. Yaşlıların bir bölümü yaşa bağlı olmayan
ses belleğini korumaktadır. Ayrıca, belleğin bütün yönleri yaştan aynı
derecede etkilenmemektedir. Yaşa bağlı düşüşler, anımsama görevleri
için tanıma görevleri için olduğundan daha fazla olmaktadır.

Yaşlılardaki bellek yitiminin pek çok nedenleri vardır; bazıları
yeni bilgi edinmeye, bazıları bilginin korunmasına, bazıları da bilginin
anımsanmasına ilişkindir. Örneğin, yaşlı kişiler yeni bilgiyi gençliklerinde
yaptıkları kadar iyi ve tam olarak örgütleyemezler. Bellek yitimini
açıklayan “bozulma” kuramına göre, unutma beyindeki bellek izlerindeki
bozulmaya baÄŸlıdır. “Karışma” kuramına göre ise, geri getirici
işaret gitgide daha az etkili olmaktadır. Bilginin geri getirilmesi
kusuru bellek yitiminin en büyük nedenlerinden biridir. Yaşlı kişiler,
birikmiş bilginin geri çağrıldığı mekanizma ve stratejilerde bozulmaya
uğrarlar. Ayrıca, yaş ilerledikçe geri getirme süresi de daha uzun
olmaktadır.

Çeşitli bilişsel yeteneklerin azalış oranlarının karşılaştırılması,
belleği ve soyut akıl yürütmeyi içeren akıcı zekanın birikimli zekadan
daha çabuk çöktüğünü göstermektedir. Bu bulgu bilişsel işleyişteki
düşüşlerin bilgi-işlemin temel ögeleriyle bağlantılı olduğunu
düşündürmektedir. Bu ögeler şunlardır: Girdi (bilginin beyne aktarılması),
depolama (bilginin belleğe yerleştirilmesi), program (bilginin örgütlenmesi
ve yorumlanması). Bilgiyi beyne getiren yollar açısından
genç ve yaşlı kişiler arasında farklılık vardır. Yaşlı kişilerin bilgi
alıcıları, özellikle gözler ve kulaklar duyusal uyaranı almakta daha az
beceriklidir. Ayrıca, algı süreçleri yaşla birlikte yavaşlamaktadır.
Çünkü yaşlılıkta beynin yeni bilgiyi kaydetme hızı azalmaktadır. Bir
başka etken de, seçici dikkatteki azalmadır. Özellikle, birçok şeye
aynı anda dikkat etmesi gerektiğinde yaşlı kişi genç birinden daha fazla
ilişkisiz uyaranlar yüzünden dikkatini yitirebilir. Şu halde, yaşla birlikte
girdi daha yavaş gelmekte ve daha az etkili olmaktadır. Algılanan
bilginin bellekte depolanması gerekir. Bilgi depolamanın da yaşlılıkta
daha az etkili olduğunu araştırmalar göstermektedir. Ancak, azalma
belleğin bütün yönlerinde aynı değildir. Kısa süreli bellek, özellikle
kişi için anlamlı ve ilginç olmayan konularda önemli bir düşüş
göstermektedir. Bunun nedenlerinden biri bilgi işlemenin yaş arttıkça
daha fazla zaman alması, bunun da bilgiyi belleklerine almayı yaşlı
kişiler için daha güç yapmasıdır. Buna karşılık, uzun süreli bellek
yaşla birlikte çok az azalıyor görünmektedir. Bir bilgi bellek bankasına
bir kez güvenli biçimde yerleştirildikten sonra orada kalma eğilimi
göstermektedir. Yaşlılıkta herkesin bilgiye yaklaşma ve bilgiyi
özümleme süreçleri ya da programları vardır. Bu zihinsel stratejiler
gençlerde ve yaşlılarda farklı olabilmektedir. Bu farklılıklar sorun
çözme alanında da söz konusudur. Yaşlılar soyut sorunları çözmede
ilişkisiz bilgilerden daha fazla etkileniyor ya da mantıksal teknikler
kullanmaktan çok kendi bildiklerini izliyor görünmektedirler.

Bunama (dementia), gitgide ilerleyen zihinsel bozulma, bellek yitimi,
zaman ve mekan yönelimi bozukluğu ile belirlenen bir durumdur.
Geriyatri uzmanları, 65-75 yaÅŸlarındakilerin yaklaşık % 15’inin
ve 75 yaşın üstündekilerin % 25’inin deÄŸiÅŸik derecelerde bunamaya
uğradıklarını belirtmektedirler. Genellikle bu bozukluk beş yıl içinde
ölümle sonuçlanmaktadır.

Bunama orta yaşlı kişilerde ortaya çıktığı zaman, Alzheimer ya
da Pick hastalığıyla baÄŸlantılı olması koÅŸuluyla, “presenile dementia”
söz konusudur. Alzheimer hastalığında beyinde büzülme ortaya çıkar,
Pick hastalığında ise değişimler lokalizedir. Anatomik bakımdan Alzheimer
hastalarının beyni bunamaya uğramış kişilerin beyninden ayırt edilemez.

Alzheimer hastalığı bir yaşlılık ya da erken yaşlılık dönemi hastalığıdır.
Beyindeki sinir hücrelerinin yıkımıyla ilerleyen bu hastalık
bütün beyin işlevlerinin derece derece yitirilmesine yol açar. Nedeni
tam olarak bilinmeyen, tedavisi de şimdilik olanaksız olan bu hastalıkla
ilgili araştırmalar son yıllarda hızla artmıştır. Hastalığın nedeni
günümüzde bir yandan genetik etkenlerle (beyin dokusunda amiloid
maddesinin birikmesi), öbür yandan çevresel etkenlerle (beyin hücrelerinde
alüminyum miktarının artması) açıklanmak istenmektedir; ancak
kesin bir sonuca ulaşılabilmiş değildir.

Araştırmalar, bunamanın bir hastalık olduğunu, kaçınılmaz bir zihinsel
bozulma ve düşüş ürünü olmadığını ortaya koymaktadır. “Senile
dementia”ya benzeyen semptomlar, alkolizmden, baÅŸa sürekli ağır
darbeden (örneğin boksta) ya da felçlerden (beyine kan götüren damarların
tıkanması) kaynaklanan beyin hasarlarının ardından da ortaya
çıkabilir. Bunamanın en yaygın belirtileri, bellekte zayıflama,
unutkanlık, dikkat azlığı, dikkatini yoğunlaştıramama, zihinsel algı
azlığı, duygusal tepki azlığıdır. Bunamaya ve damar sertliğine bağlı
değişimler birlikte ya da birbirinden ayrı olarak ortaya çıkabilir. Sağlıklı
yaşlıların incelenmesi yaşlanma ile hastalık arasındaki ayrımın
vurgulanmasını sağlamaktadır. Dolayısıyla, bunama, yaşın ilerlemesiyle
ortaya çıkabilecek ya da çıkmayabilecek bir hastalıktır.

c. Düşünme ve yaratıcılık

Öğrenme ya da bellek alanında ortaya çıkan bozuklukların düşünme
ya da yaratma yeteneğini etkileyeceği açıktır. Bununla birlikte,
yaşlı kişilerin hafif bellek yitimine ya da öğrenme güçlüğüne karşı birtakım
yollar geliştirebildikleri bilinmektedir. Laboratuvar araştırmaları
zihinsel süreçlerdeki yaşa bağlı değişimleri açıklamada daha yararlı
olmaktadır. Örneğin, yaşlı kişilerde sorun çözme yeteneğinin
azaldığı bulunmuştur. Yeni kavramlar elde etme güçlüğü ve sorun
çözmede etkili stratejiler kullanma yeteneksizliği yaşlı deneklerin
özellikleri olarak ortaya çıkmaktadır. Yaşlıların düşünme süreçlerinin
diğer iki özelliğini (katılık ve somutluk) laboratuvarda gözlemlemek
daha güçtür.

Kavram geliştirme yeteneği yaratıcılıkla yakından ilişkilidir, dolayısıyla
kavramlaştırma yaşlılıkta azalınca yaratıcılığın da azalması
beklenir. Yaratıcılığın ne olduğu, nasıl ölçülebileceği, yaratıcı ürünlerin
çoğunun yaşamın ileri yıllarında verilip verilmediği gibi sorunları
yanıtlamak çok zordur. Lehman’a göre filozoflar yaratıcılıklarının tepe
noktasına ortalama olarak 60-64 yaşları arasında çıkmaktadırlar.
Einstein’inki gibi diÄŸer yaratıcılık türleri, yeni bir kavramlaÅŸtırmanın ya
da eski bir sorunu yeni bir bakışla görmenin keşfedilmesi sonucudur.
Ayrıca yaratıcı kişiler sıradan işlerinde de çoğumuzun en büyük
işimizde olduğumuzdan daha yaratıcıdırlar.

Yaratıcılık sorununa iki farklı yaklaşım vardır ve bu farklı tanımlar
yaratıcılıktaki yaşa bağlı değişimleri de açıklayabilir. Lehman yaratıcılığı
bir büyük adamın yaÅŸamının her yılında ürettiÄŸi “yüksek nitelikte
ürün”lerin yüzdesiyle ölçmektedir. Buna göre, birçok alanda
yüksek çalışma ürünlerinin oranı otuzlu yaşlar sırasında fazladır, sonra
derece derece azalmaktadır. Yüksek ürünlerin yaklaşık % 80’i elli
yaşında tamamlanmaktadır, elli yaşından sonra gerçekleştirilenlerin
oranı % 20’dir. Lehman, çeÅŸitli bilim alanlarında (tıp, atom enerjisi,
astronomi, botanik, matematik) yüksek nitelikli ürünlerdeki yaratıcılık
oranlarını incelemiş ve benzer sonuçlara ulaşmıştır: Başlangıçtaki doruk
noktasını yaşla gelen bir düşüş izlemektedir. Bu düşüş birbirini etkileyen
çeşitli etkenlerin sonucudur: Bedensel dinçlikte ve duyusal kapasitede
azalma, hastalığın artması, salgıların değişmesi, pratik sorunlarla
daha fazla uÄŸraÅŸma, yoÄŸunlaÅŸmaya uygun olmayan koÅŸullar,
entelektüel merakın zayıflaması, zihinsel bozuklukların artması, kötü
alışkanlıkların birikmesi, vb.

Dennis ise, karşıt bir yol izleyerek, sadece “yüksek nitelikli” iÅŸleri
deÄŸil, “toplam üretkenlik” olgusunu incelemiÅŸtir. Böylece kırklı
yaşların yaşamın en üretken dönemi olduğu ortaya çıkmaktadır. İnsan
bilimlerinde çalışanlar yetmişli yaşlarda kırklı yaşlardaki kadar
üretkendirler. Müsbet bilimciler 20-29 yaşlarında en az üretkendirler,
yetmiş yaşlarında önemli bir düşüş göstermektedirler. Sanatçılar için
düşüş daha da keskindir, sadece bu grupta yirmili yaşlar yetmişli yaşlardan
daha üretkendir. Bu çizgiyi zihinsel yetenekler dışında başka
üretkenlerin belirlediği açıktır.

Her iki yaklaşımın bulguları dikkate alınarak, yaratıcılık çizgisinin
önemli değişimler gösterdiği, ayrıca alanlara göre yaratıcılıkta doruk
noktalarının farklılaÅŸtığı söylenebilir. ÖrneÄŸin, Manniche ve Falk’ın
Nobel ödülünü kazananların (1901-1950) çalışmaları üzerinde
yaptığı araÅŸtırma fizikte ve kimyada Lehman’ınkine benzer bulgular
vermiş, tıpta ortalamanın kırk yaşlarında olduğunu ortaya koymuştur.

Yaratıcılığı tanımlama biçimine bakılmaksızın, yükselişlerin ve
düşüşlerin, zihinsel değişimlerden çok zihinsel olmayan etkenlere
bağlı olduğu da söylenebilir. Bu açıdan sağlık belki en önemli etkendir.
Sağlık engeli dışında, insanların yaratıcılığı için hiçbir yaş sınırının
olmadığı belirtilebilir. Bazı üreticilik türleri -yaratıcı katkılar
ya da başarılar biçiminde olsun- uzun bir yaşamın sonlarına dek sürmektedir.
Bischof aşağıdaki örneklerin bunu kanıtladığını söylemektedir (1969):

– Mikelanj, St. Peter’in kubbesini 70 yaşında bitirmiÅŸtir.

– Sofokles, Kral Oedipus’u 80 yaşında yazmıştır.

– Goethe, Faust’u 80’inden sonra tamamlamıştır.

– Gladstone, 84 yaşında dördüncü kez baÅŸbakan olmuÅŸtur.

– Hendel, Haydn ve Verdi ölümsüz melodilerini 70 yaşından
sonra yaratmışlardır.

– Hobbes, 91 yaşına dek yazmayı sürdürmüştür.

– Franklin, 81 yaşında Anayasa Kurulu’nun etkin bir üyesi olarak
çalışmıştır.

– Jefferson, 83 yaşındaki ölümüne dek yaratıcı ve etkin olmuÅŸtur.

– Tennyson, 80 yaşından sonrasına dek ÅŸiir yazmayı sürdürmüştür.

– Churchill, 77 yaşında baÅŸbakan olmuÅŸtur.

Daha yakın tarihlere gelindiğinde de pek çok ilginç örneğe rastlanmaktadır:
Oyun yazarı ve yöneticisi George Abbot 92 yaşında kitap
yazmış, 100 yaşında müzikal oyun yönetmiştir; George Burns 80 yaşında
en iyi yardımcı aktör Oscarını kazanmış, 88 yaşında film çevirmiştir;
Ruth Gordon 83 yaşında Emmy ödülünü kazanmış, 85
yaşında kitap yayınlamıştır; Harry Lieberman 80 yaşında resme başlamış,
106 yaşındaki ölümüne kadar bunu sürdürmüştür; ressam ve
heykelci Georgia O’Keffe 90 yaşında BaÅŸkanlık Onur Madalyası’nı kazanmış,
95 yaşında sergi açmıştır; Pablo Picasso resim çalışmalarını
90 yaşına kadar sürdürmüştür; Scott O’Dell çocuk kitapları yazmaya
61 yaşında başlamış, 90 yaşında bile bunu bırakmamıştır; Erik Erikson
80 yaşında gelişim psikolojisi kitabı yayınlamış, 84 yaşında yaşlılık
araştırmalarına katılmıştır.

Bilişsel işlevlere genel bakış

Bu bölümde yetişkinlikteki bilişsel işlevler konusunda daha önce
aktarılan bilgiler topluca değerlendirilecektir. Bu bağlamda özellikle
zeka ve bellek ele alınacak, daha sonra bilişi etkileyen etkenler gözden
geçirilecektir.

Bilindiği gibi, zeka konusunda süregelen en önemli tartışma zekanın
genel bir yetenekten mi, yoksa bir dizi süreçten mi ibaret olduğu
sorunu çevresinde döner. Kimi araştırmacılar zekanın akıcı zeka (temel
bilişsel süreçler) ve birikimli zeka (kazanılmış bilgiler ve gelişen
zihinsel beceriler) olarak ikiye ayrılabileceğini savunurlar. Aynı bağlamda,
zekanın mekanik zeka (temel süreçler) ve pragmatik zeka (sözcük
bilgisi, uzmanlık, üst-biliş) olarak ayrılabileceğini ileri sürenler de
vardır. Piaget’in organizmik yaklaşımında zekanın geliÅŸimi ergenlik
döneminde en üst düzeyine çıkar (soyut işlem düşüncesi). Yaşlı kişilerin
Piaget’ci görevlerdeki baÅŸarısı daha genç yetiÅŸkinlerinkinden
genellikle daha düşüktür; ama bu, yaşlı yetişkinlerin çevresel koşullarıyla
ya da bu görevlerin nitelikleriyle açıklanabilmektedir. Zekanın,
işleme, bilme, düşünme düzeylerinin bileşimi olduğunu ileri süren üç
katlı model’e göre, temel biliÅŸsel süreçler (1. kat) yaÅŸamın sonuna doÄŸru
bozulabilir; sözcük bilgisi (2. kat) ve yüksek zihinsel işlevler (3. kat)
ise sürekli geliÅŸim gösterebilir. Soyut-sonrası düşünce’ye (3. kat
süreci) ulaşan kişiler görelilik düşüncesini sergilerler, çelişkinin
gerçekliğin temel bir yönü olduğunu anlarlar ve çelişkileri diyalektik
düşünce içinde bileştirirler. Yaratıcılık, önceden birbirine bağlı olmayan
ögelerin yeni, alışılmış olmayan ve uyumsal bir tarzda bir
araya getirilmesini içerir. Yaratıcılıkta en üst düzeye ulaşılması, daha
önce verilen örneklerde görüldüğü gibi, kronolojik yaşla değil meslek
yaşıyla ilişkilidir.

Genellikle bellek sistemindeki deÄŸiÅŸimlerin yaÅŸlanmaya eÅŸlik ettiÄŸi
herkesçe bilinir. Ancak, sistemin bütün bölümlerinin aynı biçimde
değişmediği de bir gerçektir. Bellekteki değişimleri daha iyi anlamak
için sistemi “kapasiteler” ve “içerikler” olarak ayırmakta yarar vardır.
Bellek kapasiteleri temel mekanizmalardan ve stratejilerden oluÅŸur ve
düşüş gösterebilir; buna karşılık depolanan bilgiden oluşan bellek
içerikleri artış gösterebilir. Bellek sisteminin en sığ düzeyinde, çevresel
bilgiyi (sesler, görüntüler, kokular, vb.) alan temel mekanizma
olan duyusal bellek yer alır. Bu bilgi bir-iki saniye kalır, sonra zayıflar,
eğer kullanılacaksa daha derin bir düzeyde işlem görmesi gerekir.
Yaşlanmanın duyusal bellek üzerinde çok az etkisi olduğu ileri sürülmektedir.
Bellekte iki temel sistem daha vardır. İşte, yaşlanmanın etkisi
bu iki sistemde çok farklıdır. Kısa süreli bellek bilgiyi bilinçte tutan
sınırlı kapasiteli sistemdir. Burada bilgi genellikle yaklaşık 15 saniye
içinde yitirilir. Bilginin sürekli kodlama için örgütlendiği kısa süreli
bellekte hız ve esneklik yaşla birlikte azalmaktadır. Uzun süreli bellek
geçmiş deneyimlerin, dünyaya ilişkin bilgilerin depolandığı, bellek
içeriklerini tutan, sınırsız kapasitesi olan bir sistemdir. Kodlanan bilgi
uzun süreli belleğe aktarılır ve yeniden gereksinme duyuluncaya kadar
orada tutulur. Geri çağırma sırasında bilgi yeniden kısa süreli belleğe
aktarılır ve orada bilinçli olarak işlenir. Yaşın bilginin zihinde
tutulmasına etkisi yoktur; bilgi uzun süreli bellekte bir kez depolandığında
orada tutulması her yaşta aynıdır. Kişi bilgiyi geri getirmeye yeterli
olmadığında bile bilgi depolanmış ama kullanılmıyor demektir. O halde,
doÄŸru durumda doÄŸru ipucu verildiÄŸinde bilginin geri getirilebileceÄŸi
söylenebilir. Yaşlı yetişkinler kodlama ya da geri getirme stratejilerini
kendiliğinden kullanmada genellikle başarısızdırlar. Bellek sisteminin
nasıl işlediğini anlamak olarak tanımlanan üst-bellek konusunda
yaşlı yetişkinlerin durumu araştırılmaktadır. Yaşlıların bellek
sistemine ilişkin bilgileri gençlerinkinden farklı olmadığı halde, yaşlı
yetişkinler bilgiyi gençlerden daha az özel ve ayırt edici bir biçimde
kodlamaktadırlar, bu da bilgiyi geri getirmeyi güçleştirmektedir (Perlmutter
ve Hall, 1992).

Daha önce de belirtildiği gibi, araştırmacılar yetişkinlikte bilişi
etkileyen etkenlerin neler olduğu sorusunu sık sık ele almışlardır. Eğitim
bu tür etkenlerin başında gelmektedir; diğer etkenler arasında kişilik,
yaşam üslubu, kronik hastalıklar sayılabilir. Kişilik örüntüleri
bilişin işleyişini özellikle yüksek derecede stresli durumlarda
etkileyebilmektedir. Yetişkinler emekli oldukları ve toplumsal yaşamdan
uzaklaştıkları zaman da bilişsel yeteneklerinde düşüş görülebilmektedir.
Zeka düzeyindeki düşüşler yoksul olmakla, toplumdan uzaklaşmakla,
çalışmayı kesmekle, dul kalmakla ya da boşanmakla ilişkili
olabilmektedir. Etkin bir yaşam üslubuna sahip olan, toplumsal ve
entellektüel etkinliklere tam olarak katılan yetişkinler zeka testlerinde en
iyi sonuçları almaktadırlar. Düzenli beden egzersizlerinin de bilişsel
başarı üzerinde etkili olduğu görülmektedir (tepki zamanı hızlanmakta,
bellek daha iyi çalışmakta, akılyürütme daha kusursuz olmaktadır).
Düzenli egzersiz kaygıyı ve gerilimi de azaltmaktadır. Egzersizin
dolaşım sistemi ve kan basıncı üzerindeki olumlu etkisi zaten bilinmektedir;
öte yandan, kalp-damar hastalığının belirtisi olan yüksek
tansiyon bilişsel işlevlerdeki yaşa bağlı düşüşü kısmen açıklayabilmektedir
(tansiyon ile akıcı zeka testi puanları arasında olumsuz korelasyon
vardır). Kalp-damar hastalığı ile sorun çözme yeteneğindeki
düşüş arasında da ilişki olduğu saptanmaktadır. Orta yaşlı ve yaşlı kişilere
Piaget’in soyut akılyürütme testleri verildiÄŸinde puanlar üzerinde
yaşın değil sağlık durumunun etkili olduğu görülmektedir.

%d blogcu bunu beÄŸendi: